Biri mi söylemişti bunu, yoksa bir kitapta mı karşılaşmıştım, orasını tam hatırlayamıyorum; ama muhteşem bir söz var belleğimde:
‘Cesaret, bazen seçtiklerimizle; ama daha çok vazgeçtiklerimizle ilgilidir…’
Niye peki?
Niye vazgeçtiklerimiz?
Geçip gideceklerin, geride kalacakların, muhtemelen unutulacakların bizim cesaretimizle ne ilgisi olabilir ki?
Sözü söyleyen kişi olmasam da ‘yüzde yüz aynı fikirdeyim’ diyen biri olarak sanırım bu soruları yanıtlayabilirim:
Evet, cesaret bazen doğrudan doğruya ‘seçtiklerimizle’ ilgilidir.
Onca şey içinden sadece bir şeyi seçmek cesaret gerektirir:
Bütün mimarlar üstün yetenekli, bütün binalar kusursuz veya ölümsüz değil ki !..
Benim vazgeçemediğim tutkularım bunlar ve böyle tutkular öylesine gelip konmaz içimize, onu biraz da biz seçeriz. Ne olmak istediğimize, neyle olmak istediğimize aslında biz, ‘kendimiz veya içimizdeki ben’, birlikte karar veririz. Ama ne yazık ki seçimimizden hoşnut olmayınca veya kendimizi gerçekleştiremeyince de genellikle başkalarını suçlarız. İnsanız. Zayıf yanlarımız çok ve onlardan biri de bu maalesef!
★★
Buraya kadar iyi, hoş!
Ama bu söyleşinin asıl konusu ‘cesaret gösterip vazgeçtiklerimiz’…
Daha doğrusu ‘vazgeçtiğimiz için cesaretimizi sözüm ona görünür hâle getiren şeyler’; öyle durumlar, anlar, o kritik dönemeçler, kavşaklar…
O nasıl bir şey ki biz ona sahibiz ve vazgeçiyoruz ya da zaten sahip değiliz ama onu elde etme şansımızdan vazgeçiyoruz ve böyle yapabildik diye eskisinden daha cesaretli, yürekli, korkusuz birine dönüşüyoruz…
Bulmaca gibi: Nedir o, nedir, nedir?..
Bir bakalım:
Mesela, hayatta kalmak ve mutlu biri olmak ihtimalinden bile bile vazgeçen biri müthiş, sınırsız cesaretlidir.
Yaşamaktan ve sevdikleriyle mutlu olmaktan vazgeçmek…
Ne büyük cesaret!
Düşünsene; yirmi beş yaşındasın, başka onlarca iş ve meslek deneyebilecekken sen gidip asker ya da polis oluyorsun; dağ başında, sınır boyunda, çatışmaların odağında, namlunun ucunda yaşıyorsun…
Başkalarının huzuru için nelerden vazgeçtiğini bir düşünsene…
Ve… Maazallah… Senin için neler sona eriyor, sen nelerden ebediyen ayrılmış oluyorsun…
Gerçi şimdi illaki bir okurum çıkar, ‘Ama şehit olmakla onların hepsinden bin kat değerli şeyler kazanılmıyor mu?’ diye sorar. Ve fakat bu soru bile bütün o aşikâr vazgeçişleri, öyle bir vazgeçişin yüceliğini ortadan kaldırmaz. Vazgeçişleri ortadan kaldıramadığı için de tam bu noktada cesaretten söz ediyoruz işte. Büyük kahramanlıklardan söz ediyoruz…
Bu hiç kolay değil! İnsanüstü bir irade, muhakkak!
Başka?..
Mesela meslek değiştirmek, uzun süre sürdürülmüş bir iş düzeninden vazgeçmek büyük cesaret ister.
Girişimcilik dediğimiz insan niteliği, akıl ve yaratıcılık kadar cesaretle de ilgilidir. Hatta akıldan çok cesaretle ilgilidir.
Keza; şehir ya da ülke değiştirmek de büyük cesaret ister.
Hele de hiç bilmediğiniz, hiçbir tanıdığınızın olmadığı, hayatınızı, sosyal çevrenizi, alışkanlıklarınızı, dilinizi tümüyle yeniden inşa edeceğiniz bir ülkeye, bir şehre taşınmak…
Herkesin cesaret edebileceği bir şey değildir büyüdüğü, var olduğu, kendini kabul ettirdiği yerden vazgeçmeyi göze almak…
Yaşayan bilir.
Ve mesela bir insandan vazgeçmek…
Değer verdiğiniz ya da âşık olduğunuz birini kafanızda bitirmek; bu müthiş ama çok müthiş…
Ve bu da insanüstü bir cesaret ister.
Hatta belki en zor vazgeçiş budur.
Yaşamaktan vazgeçmek bile belki bundan biraz daha az cesaret gerektirir.
Niye mi?
Çünkü bitirmeye karar verdiğiniz, vazgeçtiğiniz o insanı muhtemelen aslında siz yaratmışsınızdır. O hale siz getirmişsinizdir. Bin bir emekle, belki her zerrenizle ona adanarak, belki tamamen aldanarak onu gerçeküstü bir varlığa, gerçeğin çok ilerisinde bir efekte, bir imaja dönüştürmüşsünüzdür. Alıp yerinden yükseltmişsinizdir muhtemelen. Etki alanını genişletmişsinizdir, duygusal köklerini en derine indirmişsinizdir. Trajedi şu ki bütün bunları kendi ihtiyacınızı karşılamak, kendinizi gerçekleştirmek için yapmışsınızdır aslında. Evet, evet; sırf kendinizi gerçekleştirmek için.
İşte o içselleştirme sınırını geçtiyseniz birinden vazgeçmek çok ama çok büyük cesaret ister; çünkü o artık sizin içinizde, kendinizden bile daha değerli biri olmuştur.
Düşünsenize; kendinizden, hayatınızdan bile daha değerli olmuş biri…
Ve buna rağmen ondan vazgeçme girişimi…
Hayali bile güç!
Bununla birlikte kabul edelim, bazı ayrılıklar çok sıradan ama bazı ayrılıklar çok saygındır. Bazı ayrılıklar korkaklıktan doğar; ama bazı ayrılıklar tepeden tırnağa cesaretin eseridir.
Kitabını yazsak yeridir. Belki de yazılmıştır ‘ayrılıklar kitabı’ diye. Bir araştırmak lazım…
★★
Bitirmeden…
‘Hayatını vazgeçtiklerin belirler. Bu yüzden bir karar alırken neyi seçtiğinden ziyade, nelerden vazgeçtiğini çok iyi sorgula’ demiş Anatole France (1844-1924)…
Ah, ne çok zamanınızı aldım. Sadece bu sözünü yazıp bıraksam da olurmuş.
‘Cesaret, bazen seçtiklerimizle; ama daha çok vazgeçtiklerimizle ilgilidir…’
Niye peki?
Niye vazgeçtiklerimiz?
Geçip gideceklerin, geride kalacakların, muhtemelen unutulacakların bizim cesaretimizle ne ilgisi olabilir ki?
Sözü söyleyen kişi olmasam da ‘yüzde yüz aynı fikirdeyim’ diyen biri olarak sanırım bu soruları yanıtlayabilirim:
Evet, cesaret bazen doğrudan doğruya ‘seçtiklerimizle’ ilgilidir.
Onca şey içinden sadece bir şeyi seçmek cesaret gerektirir:
- Bir yol seçeriz mesela. Çok sarp veya hiç denenmemiş bir yol. Yürümek için. Yüzleşmek için. Yol boyunca karşılaşacağımız her şeyi de böylelikle seçmiş oluruz…
- Bir rakip seçeriz kendimize ya da bir düşman mesela. Onunla savaşmak, onu alt etmek için. Böylelikle kazanma, kaybetme ya da bir biçimde uzlaşma ihtimallerini de seçmiş oluruz…
- Bir kuşku seçeriz mesela. İçimizi kemirsin, bizi usul usul tüketsin diye. Hadi canım, bile isteye yapar mı hiç bunu insan? Yapar! İnan yapar; saplanıp kalacağı kuşkuyu insan kendi seçer. Böylece kendi kendinin, kendi statiğinin ve dolayısıyla kendi yükselişi kadar kendi çöküşünün de mimarı olur.
Bütün mimarlar üstün yetenekli, bütün binalar kusursuz veya ölümsüz değil ki !..
- Ya da bir tutku seçeriz mesela. Bitmeyen bir aşk, uzak düşsek de ömür boyu yüreğimizden çıkarmayacağımız bir yoldaş, derimizle etimiz arasında yuvalanan bir alışkanlık; motorsiklet kullanmak, kitap okumak, şiir yazmak, yolculuk etmek mesela…
Benim vazgeçemediğim tutkularım bunlar ve böyle tutkular öylesine gelip konmaz içimize, onu biraz da biz seçeriz. Ne olmak istediğimize, neyle olmak istediğimize aslında biz, ‘kendimiz veya içimizdeki ben’, birlikte karar veririz. Ama ne yazık ki seçimimizden hoşnut olmayınca veya kendimizi gerçekleştiremeyince de genellikle başkalarını suçlarız. İnsanız. Zayıf yanlarımız çok ve onlardan biri de bu maalesef!
★★
Buraya kadar iyi, hoş!
Ama bu söyleşinin asıl konusu ‘cesaret gösterip vazgeçtiklerimiz’…
Daha doğrusu ‘vazgeçtiğimiz için cesaretimizi sözüm ona görünür hâle getiren şeyler’; öyle durumlar, anlar, o kritik dönemeçler, kavşaklar…
O nasıl bir şey ki biz ona sahibiz ve vazgeçiyoruz ya da zaten sahip değiliz ama onu elde etme şansımızdan vazgeçiyoruz ve böyle yapabildik diye eskisinden daha cesaretli, yürekli, korkusuz birine dönüşüyoruz…
Bulmaca gibi: Nedir o, nedir, nedir?..
Bir bakalım:
Mesela, hayatta kalmak ve mutlu biri olmak ihtimalinden bile bile vazgeçen biri müthiş, sınırsız cesaretlidir.
Yaşamaktan ve sevdikleriyle mutlu olmaktan vazgeçmek…
Ne büyük cesaret!
Düşünsene; yirmi beş yaşındasın, başka onlarca iş ve meslek deneyebilecekken sen gidip asker ya da polis oluyorsun; dağ başında, sınır boyunda, çatışmaların odağında, namlunun ucunda yaşıyorsun…
Başkalarının huzuru için nelerden vazgeçtiğini bir düşünsene…
Ve… Maazallah… Senin için neler sona eriyor, sen nelerden ebediyen ayrılmış oluyorsun…
Gerçi şimdi illaki bir okurum çıkar, ‘Ama şehit olmakla onların hepsinden bin kat değerli şeyler kazanılmıyor mu?’ diye sorar. Ve fakat bu soru bile bütün o aşikâr vazgeçişleri, öyle bir vazgeçişin yüceliğini ortadan kaldırmaz. Vazgeçişleri ortadan kaldıramadığı için de tam bu noktada cesaretten söz ediyoruz işte. Büyük kahramanlıklardan söz ediyoruz…
Bu hiç kolay değil! İnsanüstü bir irade, muhakkak!
Başka?..
Mesela meslek değiştirmek, uzun süre sürdürülmüş bir iş düzeninden vazgeçmek büyük cesaret ister.
Girişimcilik dediğimiz insan niteliği, akıl ve yaratıcılık kadar cesaretle de ilgilidir. Hatta akıldan çok cesaretle ilgilidir.
Keza; şehir ya da ülke değiştirmek de büyük cesaret ister.
Hele de hiç bilmediğiniz, hiçbir tanıdığınızın olmadığı, hayatınızı, sosyal çevrenizi, alışkanlıklarınızı, dilinizi tümüyle yeniden inşa edeceğiniz bir ülkeye, bir şehre taşınmak…
Herkesin cesaret edebileceği bir şey değildir büyüdüğü, var olduğu, kendini kabul ettirdiği yerden vazgeçmeyi göze almak…
Yaşayan bilir.
Ve mesela bir insandan vazgeçmek…
Değer verdiğiniz ya da âşık olduğunuz birini kafanızda bitirmek; bu müthiş ama çok müthiş…
Ve bu da insanüstü bir cesaret ister.
Hatta belki en zor vazgeçiş budur.
Yaşamaktan vazgeçmek bile belki bundan biraz daha az cesaret gerektirir.
Niye mi?
Çünkü bitirmeye karar verdiğiniz, vazgeçtiğiniz o insanı muhtemelen aslında siz yaratmışsınızdır. O hale siz getirmişsinizdir. Bin bir emekle, belki her zerrenizle ona adanarak, belki tamamen aldanarak onu gerçeküstü bir varlığa, gerçeğin çok ilerisinde bir efekte, bir imaja dönüştürmüşsünüzdür. Alıp yerinden yükseltmişsinizdir muhtemelen. Etki alanını genişletmişsinizdir, duygusal köklerini en derine indirmişsinizdir. Trajedi şu ki bütün bunları kendi ihtiyacınızı karşılamak, kendinizi gerçekleştirmek için yapmışsınızdır aslında. Evet, evet; sırf kendinizi gerçekleştirmek için.
İşte o içselleştirme sınırını geçtiyseniz birinden vazgeçmek çok ama çok büyük cesaret ister; çünkü o artık sizin içinizde, kendinizden bile daha değerli biri olmuştur.
Düşünsenize; kendinizden, hayatınızdan bile daha değerli olmuş biri…
Ve buna rağmen ondan vazgeçme girişimi…
Hayali bile güç!
Bununla birlikte kabul edelim, bazı ayrılıklar çok sıradan ama bazı ayrılıklar çok saygındır. Bazı ayrılıklar korkaklıktan doğar; ama bazı ayrılıklar tepeden tırnağa cesaretin eseridir.
Kitabını yazsak yeridir. Belki de yazılmıştır ‘ayrılıklar kitabı’ diye. Bir araştırmak lazım…
★★
Bitirmeden…
‘Hayatını vazgeçtiklerin belirler. Bu yüzden bir karar alırken neyi seçtiğinden ziyade, nelerden vazgeçtiğini çok iyi sorgula’ demiş Anatole France (1844-1924)…
Ah, ne çok zamanınızı aldım. Sadece bu sözünü yazıp bıraksam da olurmuş.