ALTIN KESE
Şehirde hayır sahibi zatlardan biriydi, Derviş Ağa. Şehirde kimin bir cenazesi olsa onunla mutlaka ilgilenir, ölen kişinin bütün ihtiyaçlarını giderirmiş. Derviş Ağa, zengin olmasına rağmen mütevazı bir hayat sürermiş. Bir gün Mekke’den üç talebe ilim görmek için şehrimize gelir.
Zaman sonra talebelerden biri hastalanarak ölür. Ölen talebenin arkadaşları şaşkındır. Arkadaşlarını ne gömecek paraları ne de yardıma koşacak akrabaları vardır. “Ne edelim, nere gidelim!”, diye düşünürlerken akıllarına Derviş Ağa gelir. Talebeler hep birlikte ağanın yanına giderler. Ağa bu talebi memnuniyetle karşılayarak ölünün bütün ihtiyaçlarını giderir. Vefat eden talebe mezara yerleştirilerek geri dönülür. Ölen talebenin arkadaşları Derviş Ağa’ya bir hediye vermek istediklerini söylerler. Ölen arkadaşlarının bir kesesini ağaya verirler. Ağa teşekkür ederek keseyi alır. Kesenin diğer keselerden farkı vardır; ama ağa bundan habersizdir. Kesenin içerisine kaç altın koyulursa onun kadar altın olurmuş! Bir altın koyarsan bir, iki altın koyarsan iki…
PEHLİVANIN KIZ KARDEŞİ
Evvel zaman içinde, Kümbet Köyü’nde güçlü kuvvetli Esat pehlivan varmış. Sırtı yere getirilemeyen Kümbetli pehlivanla, başka bir pehlivan güreş tutmak ister. Pehlivan Kümbet Köyü’nün yolunu tutar. Zahmetli yolculuktan sonra pehlivan köyün girişine ulaşır. Karşısına çıkan ilk kişiye selam vererek soluklanır. Gördüğü adamın aradığı pehlivan olduğunu bilmeden Kümbet Köyü’nü ve pehlivanı sorar. Kümbetli pehlivan öküzleri çiftinden tutarak havaya kaldırıp “Aha Kümbet, ahada pehlivanın evi.” diye cevap verir.
Pehlivanın öküzleri tek elle kaldırdığını, Erzurumlu pehlivan fark edemez ve yoluna devam eder. Köye varan pehlivan, evi arar. Aradığı evi bulan şehirli pehlivanı kapıda Kümbetli pehlivanın kız kardeşi karşılar. Abisinin evde olmadığını söyleyerek şehirli pehlivanın beklemesi için içeriye davet eder. Şehirli pehlivanın çarıklarını da tahıl ambarının altına koyar. Şehirli pehlivan, güreşeceği pehlivanın gelmemesi üzerine müsaade ister. Ayakkabılarını göremeyince nerede olduğu sorar. Tahıl ambarının altında olduğunu söyler, Kümbetli pehlivanın kız kardeşi. Şehirli pehlivan, tahıl ambarının kapağını kaldırmaya çalışsa da bir türlü başaramaz. Bunun üzerine pehlivanın kardeşi tek elle ambarın kapağını açarak ayakkabıları geri verir. Şehirli pehlivan, içinden kız kardeşi böyle güçlü olan pehlivanın kendisi nasıldır, diye geçirerek güreşmeden geldiği gibi şehre geri döner.
BOŞ BİDONLAR…
Özellikle Ramazan ayında, çocuklu aileler şanslı sayılırdı. Pungarlardan su getirilmesinin hâsıl olduğu anlar ise bu durum daha çok hissedilirdi. Çocuklar; ellerinde dığğılları ile sıraya girer, Cennet Çeşmesi, Akpungar ya da Şabahane suyundan alabilmek için yola dizilirlerdi. Öğleden sonra çeşme yoluna düşülür, akşam ezanı okunmadan eve varılırdı. Çocukları olmayan evler mahalleli tarafından bilinirdi. Çeşmeden su getireni olmayan evin önündeki boş dığğıllar; mahalleli çocuklar tarafından alınır, doldurulduktan sonra tekrar yerine bırakılırdı. Kimse: “Ben yapmam getirmem!”, demez; kendi işi gibi bidonu doldururdu. İftar vaktine yetiştirilen bidonları getirenlere de iftarlık verilmesi de ihmal edilmezdi.
OTUZ ADET ZEYTİN TANESİ!
Bin bir nimetlerle dolu sofralarımıza oturduğumuzda yıllar öncesinde bu nimetlere hasret çekenleri anlayabiliriz. Hele bazı nimetler vardır ki çoğunu o zamanlar bulmak mümkün dahi olmamaktaymış. O zamanlarda Ramazan günleri, iftar davetlerinde sunulan zeytinlerin azlığı ise fıkralara konu olacak kadarmış. İftar sofralarında sunulan zeytinlerin çekirdeklerini toplayan babam, bütün Ramazan boyunca topladığı zeytin taneleri ile bir tempih dahi yapamamıştır. Yine unutulmaz anılardan biri de; eskiden sahur vakitlerinde aşma hoşafı ile oruca niyetlenenlerin zengin sayılmasıymış. Köyde ya da şehirde filanca ev, gece sahurda hoşaf içmiş, denildi mi o evin zengin olduğu ortaya çıkarmış! Bu gün elimizdeki nimetlerin kadrini bilmemiz açısından anlatılanları iyi okuyup anlamamız gerekir. Bir oturuşta birkaç tespih oluşturacak kadar zeytin yediğimiz günlerimizi şükrederek geçirmeliyiz.
TESPİH BORSASI
Çay içmenin başka bir keyfi olur kahvelerde. Hele bir de koyu bir sohbet varsa değmeyin o zaman keyfe. Kahvehaneler, ilmi seviyenin yüksek olduğu yerlerdi bir zamanlar. Kahvehanelere; genelde okumuş ve aydın insanlar gelir kültürel içerikli tartışmalar yapardı. Battalnameler, Danişmendnameler okunur; sazlı sözlü atışmalar olurdu. Dinleyenler de aktarılan bilgileri yudumladıkları çayla anlamaya ve manalandırmaya çalışırdı. Bugün ise kahvehaneler; oyun oynanan boş yere zamanın harcandığı yerler olmuştur. Hele bir de kişi başına düşen kütüphane sayısı ile kahvehane sayısı oranlanınca kültür alanında yaşadığımız bocalamanın sebebi de anlaşılmıştır. Şehrimizde ise kahvehanelerimiz- bazıları hariç- zamana ayak uydurma da gecikmemiştir.
İşte, bu zamanın şartlarına uymamış, ticaretin canlı olduğu bir kahvehaneden söz etmek istiyorum. Tebrizkapı’da Şabahanenin yanı başında sessiz sedasız kendi halindeki bu kahvehane daha ilk başta farklılığını hissettirir size. Kahvehane; yaşlısından gencine her an insanlarla dolup taşmakta, girenleri uzun zaman misafir etmektedir. İçeriye girenler belirli masalara yönelip, masaların üzerine tespih ve saat koymaktadır. Tespihler için açık arttırmalar yapılmakta, dövizler tespihler için havada uçuşmakta fahiş fiyatlar verilmektedir. Emekli olan memurdan, serbest meslek erbabına kadar herkes işin içinde kendine yer edinmiş; hararetli tartışmalara girmiştir. Hele de şehir dışından bu iş için gelenleri görseniz şaşırır, keyifle seyre dalarsınız. En güzel tespihler parlatılarak ön plana çıkarılır. “Pazarlık sünnettir!” deyip kıyasıya pazarlıklar da yapılır, Tebriz kapı’daki tespih borsasında…
Şehirde hayır sahibi zatlardan biriydi, Derviş Ağa. Şehirde kimin bir cenazesi olsa onunla mutlaka ilgilenir, ölen kişinin bütün ihtiyaçlarını giderirmiş. Derviş Ağa, zengin olmasına rağmen mütevazı bir hayat sürermiş. Bir gün Mekke’den üç talebe ilim görmek için şehrimize gelir.
Zaman sonra talebelerden biri hastalanarak ölür. Ölen talebenin arkadaşları şaşkındır. Arkadaşlarını ne gömecek paraları ne de yardıma koşacak akrabaları vardır. “Ne edelim, nere gidelim!”, diye düşünürlerken akıllarına Derviş Ağa gelir. Talebeler hep birlikte ağanın yanına giderler. Ağa bu talebi memnuniyetle karşılayarak ölünün bütün ihtiyaçlarını giderir. Vefat eden talebe mezara yerleştirilerek geri dönülür. Ölen talebenin arkadaşları Derviş Ağa’ya bir hediye vermek istediklerini söylerler. Ölen arkadaşlarının bir kesesini ağaya verirler. Ağa teşekkür ederek keseyi alır. Kesenin diğer keselerden farkı vardır; ama ağa bundan habersizdir. Kesenin içerisine kaç altın koyulursa onun kadar altın olurmuş! Bir altın koyarsan bir, iki altın koyarsan iki…
PEHLİVANIN KIZ KARDEŞİ
Evvel zaman içinde, Kümbet Köyü’nde güçlü kuvvetli Esat pehlivan varmış. Sırtı yere getirilemeyen Kümbetli pehlivanla, başka bir pehlivan güreş tutmak ister. Pehlivan Kümbet Köyü’nün yolunu tutar. Zahmetli yolculuktan sonra pehlivan köyün girişine ulaşır. Karşısına çıkan ilk kişiye selam vererek soluklanır. Gördüğü adamın aradığı pehlivan olduğunu bilmeden Kümbet Köyü’nü ve pehlivanı sorar. Kümbetli pehlivan öküzleri çiftinden tutarak havaya kaldırıp “Aha Kümbet, ahada pehlivanın evi.” diye cevap verir.
Pehlivanın öküzleri tek elle kaldırdığını, Erzurumlu pehlivan fark edemez ve yoluna devam eder. Köye varan pehlivan, evi arar. Aradığı evi bulan şehirli pehlivanı kapıda Kümbetli pehlivanın kız kardeşi karşılar. Abisinin evde olmadığını söyleyerek şehirli pehlivanın beklemesi için içeriye davet eder. Şehirli pehlivanın çarıklarını da tahıl ambarının altına koyar. Şehirli pehlivan, güreşeceği pehlivanın gelmemesi üzerine müsaade ister. Ayakkabılarını göremeyince nerede olduğu sorar. Tahıl ambarının altında olduğunu söyler, Kümbetli pehlivanın kız kardeşi. Şehirli pehlivan, tahıl ambarının kapağını kaldırmaya çalışsa da bir türlü başaramaz. Bunun üzerine pehlivanın kardeşi tek elle ambarın kapağını açarak ayakkabıları geri verir. Şehirli pehlivan, içinden kız kardeşi böyle güçlü olan pehlivanın kendisi nasıldır, diye geçirerek güreşmeden geldiği gibi şehre geri döner.
BOŞ BİDONLAR…
Özellikle Ramazan ayında, çocuklu aileler şanslı sayılırdı. Pungarlardan su getirilmesinin hâsıl olduğu anlar ise bu durum daha çok hissedilirdi. Çocuklar; ellerinde dığğılları ile sıraya girer, Cennet Çeşmesi, Akpungar ya da Şabahane suyundan alabilmek için yola dizilirlerdi. Öğleden sonra çeşme yoluna düşülür, akşam ezanı okunmadan eve varılırdı. Çocukları olmayan evler mahalleli tarafından bilinirdi. Çeşmeden su getireni olmayan evin önündeki boş dığğıllar; mahalleli çocuklar tarafından alınır, doldurulduktan sonra tekrar yerine bırakılırdı. Kimse: “Ben yapmam getirmem!”, demez; kendi işi gibi bidonu doldururdu. İftar vaktine yetiştirilen bidonları getirenlere de iftarlık verilmesi de ihmal edilmezdi.
OTUZ ADET ZEYTİN TANESİ!
Bin bir nimetlerle dolu sofralarımıza oturduğumuzda yıllar öncesinde bu nimetlere hasret çekenleri anlayabiliriz. Hele bazı nimetler vardır ki çoğunu o zamanlar bulmak mümkün dahi olmamaktaymış. O zamanlarda Ramazan günleri, iftar davetlerinde sunulan zeytinlerin azlığı ise fıkralara konu olacak kadarmış. İftar sofralarında sunulan zeytinlerin çekirdeklerini toplayan babam, bütün Ramazan boyunca topladığı zeytin taneleri ile bir tempih dahi yapamamıştır. Yine unutulmaz anılardan biri de; eskiden sahur vakitlerinde aşma hoşafı ile oruca niyetlenenlerin zengin sayılmasıymış. Köyde ya da şehirde filanca ev, gece sahurda hoşaf içmiş, denildi mi o evin zengin olduğu ortaya çıkarmış! Bu gün elimizdeki nimetlerin kadrini bilmemiz açısından anlatılanları iyi okuyup anlamamız gerekir. Bir oturuşta birkaç tespih oluşturacak kadar zeytin yediğimiz günlerimizi şükrederek geçirmeliyiz.
TESPİH BORSASI
Çay içmenin başka bir keyfi olur kahvelerde. Hele bir de koyu bir sohbet varsa değmeyin o zaman keyfe. Kahvehaneler, ilmi seviyenin yüksek olduğu yerlerdi bir zamanlar. Kahvehanelere; genelde okumuş ve aydın insanlar gelir kültürel içerikli tartışmalar yapardı. Battalnameler, Danişmendnameler okunur; sazlı sözlü atışmalar olurdu. Dinleyenler de aktarılan bilgileri yudumladıkları çayla anlamaya ve manalandırmaya çalışırdı. Bugün ise kahvehaneler; oyun oynanan boş yere zamanın harcandığı yerler olmuştur. Hele bir de kişi başına düşen kütüphane sayısı ile kahvehane sayısı oranlanınca kültür alanında yaşadığımız bocalamanın sebebi de anlaşılmıştır. Şehrimizde ise kahvehanelerimiz- bazıları hariç- zamana ayak uydurma da gecikmemiştir.
İşte, bu zamanın şartlarına uymamış, ticaretin canlı olduğu bir kahvehaneden söz etmek istiyorum. Tebrizkapı’da Şabahanenin yanı başında sessiz sedasız kendi halindeki bu kahvehane daha ilk başta farklılığını hissettirir size. Kahvehane; yaşlısından gencine her an insanlarla dolup taşmakta, girenleri uzun zaman misafir etmektedir. İçeriye girenler belirli masalara yönelip, masaların üzerine tespih ve saat koymaktadır. Tespihler için açık arttırmalar yapılmakta, dövizler tespihler için havada uçuşmakta fahiş fiyatlar verilmektedir. Emekli olan memurdan, serbest meslek erbabına kadar herkes işin içinde kendine yer edinmiş; hararetli tartışmalara girmiştir. Hele de şehir dışından bu iş için gelenleri görseniz şaşırır, keyifle seyre dalarsınız. En güzel tespihler parlatılarak ön plana çıkarılır. “Pazarlık sünnettir!” deyip kıyasıya pazarlıklar da yapılır, Tebriz kapı’daki tespih borsasında…