Kıbrıs’ın kuzeyi -aslına bakarsanız stratejik açıdan güneyi de dahil tamamı- Türkiye’nin gündeminde daima önemli yer tutar. Bilirsiniz. Politikayla ve uluslararası ilişkilerle, kronik uluslararası krizlerle ve son dönemde özellikle Doğu Akdeniz’deki enerji politikalarıyla ilgilenen hemen herkes Kıbrıs’a, Kıbrıslı Türk’e, adanın jeopolitik önemine ilişkin bilgi sahibidir. Kendini öyle zanneder.
Halbuki...
Söz, adadaki kültüre, sanata, psiko-sosyal sorunlara ve yine derin ekonomik açmazlara geldiğinde o ‘herkes’ ya susar ya da olayı slogan boyutuna taşır; ama ya sloganın sonrası, politikanın daha ilerisi?
Ya kültür?
Anadolu’ya kuş uçuşu 74 kilometre uzaklıktaki 9251 kilometrekarelik bir ada... Ve o adanın yaklaşık üçte birine sıkıştırılmış olarak, Türkiye dışında Azerbaycan dahil dünyanın ve BM’nin tanımadığı bir devletin çatısı altında yaşamlarını sürdüren soydaşlarımız... Onlar geçmişte neler yaşadılar, bugün adada nasıl bir yaşam sürdürüyorlar; onların hayatlarını etkileyen kültürel parametreler neler; tam olarak bizim gibiler mi, yoksa aramızda bazı farklar var mı; önceki çağların adadaki yaşayan kültüre yansıyan izleri neler ve oradaki her yeni siyasal açılım bütün prensipleri -tarafsızlık başta- artık iyice muğlaklaşmış medyanın topluma tercüme ettiği gibi gerçekten de Türkiye karşıtı mıdır yoksa başka bir şeye mi karşıdır; öte yandan üniversiteler adasında bilim ve sanat nasıl devinmektedir yahut devinebilmekte midir?..
Bu altı soruya Kıbrıs polemiğini ya da problematiğini iyi bilenler, belki altı bin soru daha ekleyebilirler, mümkündür.
Ve fakat...
Türkiye’ye -ve biraz daha geniş anlamıyla Doğu Akdeniz denklemine- sosyo-politik açıdan yön verenlerin Yunanistan tarafı dahil tümünün belki de ivedilikle, diğer tüm sorulardan önce sormaları, dahası yanıt bulmaları gereken bütün o önemli sorularla uğraşmak beni aşar. Ömrümün sekiz yılını Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşamış olmak yetmedi, esas sırlı bilgilere vâkıf olamadım. Ben sadece ‘mütevazı düzeyde malumât sahibi’ olduğum bir ayrıntıya girmek ve adadaki zarif, özgün ve kökleri son derece zengin bir alüvyona değen bir sanat devinimine, onun da belki sadece bir sayfacığına değinmek istiyorum.
Ama yine de böyle bir girizgâhın devamında kimler kimler anılmaz ki?
Osman Türkay, Mehmet Kansu, İsmail Bozkurt, Özker Yaşın, Fikret Demirağ, Ayşen Dağlı, Nevzat Yalçın, Taylan Oğuzkan, Tüksal İnce, Ümit İnatçı, Kutlu Adalı, Bener Hakkı Hakeri, Ahmet Tolgay, Oğuz Yorgancıoğlu, Mehmet Kansoy, Neşe Yaşın, Arif Albayrak, Feriha Altıok, Zehra Şonya, Şinasi Tekman, Gülten Özyakup Sezgin, Kemal Karaderi, İsmet Vehit Güney, Ali Atakan, Orkun Bozkurt, Mustafa Gökçeoğlu, Fatma Akilhoca, Ceyhan Özyıldız, Fatoş Avcısoyu Ruso, Ruhsan İskifoğlu, Nafia Akdeniz, Pembe Marmara, Ulus Baker...
Politik kışkırtmaların ve kamplaşmaların, uzun sürmüş yerel soğuk savaş çağının, silahlı ve politik çetin mücadelelerin, çok dramatik bir göçün, savaşın getirdiği ani yoksullaşma ile ani zenginleşme girdabındaki korkunç bocalamanın ve buna bağlı hızlı yozlaşmanın, öte yandan adaya özgü demokrasi anlayışının, biraz Akdenizliliğin, biraz Türklüğün ve her bakımdan yüksek toplumsal değerlerin, dolayısıyla her bakımdan çok çarpıcı insan-zaman-mekân hikâyelerinin muhteşem anlatıcıları ve çevirmenleri onlar.
İsimlerini şu an aklıma getiremediklerim beni bağışlasınlar; adada iz bırakmış, çığır açmış başka sanatçılar da var. Edebiyattan resime, tiyatrodan yontuya ve müziğe, mimariye varıncaya dek her sanat dalında hem de...
Sanatçı, eleştirmen, kuramcı, gazeteci, akademisyen...
Ülkesinin, toplumunun, Akdeniz medeniyetinin ve insanlığın yüzünü ağartmış daha kimler kimler var, bilseniz...
Bugün hayatta olan olmayan, tümüne derin saygı ve hürmetlerimi; sonsuzluğa göçmüş olanlara ise rahmet dualarımı gönderiyorum ve sonra çok genç, çok sıradışı, çok yönlü bir sanatçı dostumu buyur etmek istiyorum köşeme: Dervişe Güneyyeli...
Edebiyatın bütün katmanları, özellikle şiir ve şiirle iç içe geçmiş halde drama, tiyatro ve dans... Son dönemde Tasavvufun derin dehlizlerine de inen çok çarpıcı bir sanat serüveni...
Belki çoğu Kıbrıslı, az önce saydığım bazı efsane isimlerin yanında Dervişe Güneyyeli’yi daha deneyimsiz, hani daha yolun başında ve bu listenin uzağında görecektir; kendilerince haklı olabilirler ama saydıklarımın hiçbirisi Dervişe kadar hibrit bir sanatçı değil. Keza listemdeki birbirinden değerli sanat insanlarının çok çok azı bugünle yarını, çok eski ile henüz başlamamış olanı birbirine Dervişe kadar ustalıkla kaynaştırabilmiştir.
Bu, bir ‘zamanlararasılık’ ve aynı zamanda da bir disiplinlerarasılık durumu.
Çok özel, sıradışı bir durum...
Hepsinden çok Dervişe’ye özgü.
★★
Sevgili Dervişe ile 90’lı yıllar biterken o gün için Kıbrıs’ın her iki yakasında da en prestijli eğitim kurumu olarak değerlendirilen Doğu Akdeniz Üniversitesi çatısı altında tanıştım, birlikte çalıştık. O, tanıştığımızda bir genç kızdı ama tarzı ve karakteri çok sağlam bir edebiyatçıydı. Öğrencileri başta olmak üzere, tanıştığı herkesi etkileyen müthiş bir potansiyeli vardı.
Niye -di’li geçmiş zaman kullanıyorum ki?
O hâlâ tarz ve karakter sahibi bir sanatçı. Aynı zamanda çok başarılı bir edebiyat öğretmeni, bir sanat akademisyeni. Aradan geçen yıllar içinde ‘kendini gerçekleştirme’ yolculuğunda önemli ilerlemeler sağladı ve benim tanıştığım Dervişe’yi kat kat aştı.
Buna en çok sevinenlerden biri de elbette benim.
Hem sevgili arkadaşım adına hem de Kuzey Kıbrıs’ta devinen kültür ve sanat, özellikle de şiir ve dans sanatları adına...
(Devamı yarın...)
Halbuki...
Söz, adadaki kültüre, sanata, psiko-sosyal sorunlara ve yine derin ekonomik açmazlara geldiğinde o ‘herkes’ ya susar ya da olayı slogan boyutuna taşır; ama ya sloganın sonrası, politikanın daha ilerisi?
Ya kültür?
Anadolu’ya kuş uçuşu 74 kilometre uzaklıktaki 9251 kilometrekarelik bir ada... Ve o adanın yaklaşık üçte birine sıkıştırılmış olarak, Türkiye dışında Azerbaycan dahil dünyanın ve BM’nin tanımadığı bir devletin çatısı altında yaşamlarını sürdüren soydaşlarımız... Onlar geçmişte neler yaşadılar, bugün adada nasıl bir yaşam sürdürüyorlar; onların hayatlarını etkileyen kültürel parametreler neler; tam olarak bizim gibiler mi, yoksa aramızda bazı farklar var mı; önceki çağların adadaki yaşayan kültüre yansıyan izleri neler ve oradaki her yeni siyasal açılım bütün prensipleri -tarafsızlık başta- artık iyice muğlaklaşmış medyanın topluma tercüme ettiği gibi gerçekten de Türkiye karşıtı mıdır yoksa başka bir şeye mi karşıdır; öte yandan üniversiteler adasında bilim ve sanat nasıl devinmektedir yahut devinebilmekte midir?..
Bu altı soruya Kıbrıs polemiğini ya da problematiğini iyi bilenler, belki altı bin soru daha ekleyebilirler, mümkündür.
Ve fakat...
Türkiye’ye -ve biraz daha geniş anlamıyla Doğu Akdeniz denklemine- sosyo-politik açıdan yön verenlerin Yunanistan tarafı dahil tümünün belki de ivedilikle, diğer tüm sorulardan önce sormaları, dahası yanıt bulmaları gereken bütün o önemli sorularla uğraşmak beni aşar. Ömrümün sekiz yılını Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşamış olmak yetmedi, esas sırlı bilgilere vâkıf olamadım. Ben sadece ‘mütevazı düzeyde malumât sahibi’ olduğum bir ayrıntıya girmek ve adadaki zarif, özgün ve kökleri son derece zengin bir alüvyona değen bir sanat devinimine, onun da belki sadece bir sayfacığına değinmek istiyorum.
Ama yine de böyle bir girizgâhın devamında kimler kimler anılmaz ki?
Osman Türkay, Mehmet Kansu, İsmail Bozkurt, Özker Yaşın, Fikret Demirağ, Ayşen Dağlı, Nevzat Yalçın, Taylan Oğuzkan, Tüksal İnce, Ümit İnatçı, Kutlu Adalı, Bener Hakkı Hakeri, Ahmet Tolgay, Oğuz Yorgancıoğlu, Mehmet Kansoy, Neşe Yaşın, Arif Albayrak, Feriha Altıok, Zehra Şonya, Şinasi Tekman, Gülten Özyakup Sezgin, Kemal Karaderi, İsmet Vehit Güney, Ali Atakan, Orkun Bozkurt, Mustafa Gökçeoğlu, Fatma Akilhoca, Ceyhan Özyıldız, Fatoş Avcısoyu Ruso, Ruhsan İskifoğlu, Nafia Akdeniz, Pembe Marmara, Ulus Baker...
Politik kışkırtmaların ve kamplaşmaların, uzun sürmüş yerel soğuk savaş çağının, silahlı ve politik çetin mücadelelerin, çok dramatik bir göçün, savaşın getirdiği ani yoksullaşma ile ani zenginleşme girdabındaki korkunç bocalamanın ve buna bağlı hızlı yozlaşmanın, öte yandan adaya özgü demokrasi anlayışının, biraz Akdenizliliğin, biraz Türklüğün ve her bakımdan yüksek toplumsal değerlerin, dolayısıyla her bakımdan çok çarpıcı insan-zaman-mekân hikâyelerinin muhteşem anlatıcıları ve çevirmenleri onlar.
İsimlerini şu an aklıma getiremediklerim beni bağışlasınlar; adada iz bırakmış, çığır açmış başka sanatçılar da var. Edebiyattan resime, tiyatrodan yontuya ve müziğe, mimariye varıncaya dek her sanat dalında hem de...
Sanatçı, eleştirmen, kuramcı, gazeteci, akademisyen...
Ülkesinin, toplumunun, Akdeniz medeniyetinin ve insanlığın yüzünü ağartmış daha kimler kimler var, bilseniz...
Bugün hayatta olan olmayan, tümüne derin saygı ve hürmetlerimi; sonsuzluğa göçmüş olanlara ise rahmet dualarımı gönderiyorum ve sonra çok genç, çok sıradışı, çok yönlü bir sanatçı dostumu buyur etmek istiyorum köşeme: Dervişe Güneyyeli...
Edebiyatın bütün katmanları, özellikle şiir ve şiirle iç içe geçmiş halde drama, tiyatro ve dans... Son dönemde Tasavvufun derin dehlizlerine de inen çok çarpıcı bir sanat serüveni...
Belki çoğu Kıbrıslı, az önce saydığım bazı efsane isimlerin yanında Dervişe Güneyyeli’yi daha deneyimsiz, hani daha yolun başında ve bu listenin uzağında görecektir; kendilerince haklı olabilirler ama saydıklarımın hiçbirisi Dervişe kadar hibrit bir sanatçı değil. Keza listemdeki birbirinden değerli sanat insanlarının çok çok azı bugünle yarını, çok eski ile henüz başlamamış olanı birbirine Dervişe kadar ustalıkla kaynaştırabilmiştir.
Bu, bir ‘zamanlararasılık’ ve aynı zamanda da bir disiplinlerarasılık durumu.
Çok özel, sıradışı bir durum...
Hepsinden çok Dervişe’ye özgü.
★★
Sevgili Dervişe ile 90’lı yıllar biterken o gün için Kıbrıs’ın her iki yakasında da en prestijli eğitim kurumu olarak değerlendirilen Doğu Akdeniz Üniversitesi çatısı altında tanıştım, birlikte çalıştık. O, tanıştığımızda bir genç kızdı ama tarzı ve karakteri çok sağlam bir edebiyatçıydı. Öğrencileri başta olmak üzere, tanıştığı herkesi etkileyen müthiş bir potansiyeli vardı.
Niye -di’li geçmiş zaman kullanıyorum ki?
O hâlâ tarz ve karakter sahibi bir sanatçı. Aynı zamanda çok başarılı bir edebiyat öğretmeni, bir sanat akademisyeni. Aradan geçen yıllar içinde ‘kendini gerçekleştirme’ yolculuğunda önemli ilerlemeler sağladı ve benim tanıştığım Dervişe’yi kat kat aştı.
Buna en çok sevinenlerden biri de elbette benim.
Hem sevgili arkadaşım adına hem de Kuzey Kıbrıs’ta devinen kültür ve sanat, özellikle de şiir ve dans sanatları adına...
(Devamı yarın...)