(Dünkü yazının devamı)
Yazının ilk bölümünde Kıbrıs’ın kuzeyinde gelişen genel anlamda sanata ve biraz daha özele inerek adada Türkçe gelişen edebiyata değinmiştik. Sözü genç kuşaktan bir sanatçıya, edebiyat-dans-drama ve tasavvuf eksenlerinde ürünler veren Dervişe Güneyyeli’ye getirip dün tam da orada kesmiştik. Kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Kıbrıs’a, Kıbrıslı Türk soydaşlarımıza, onların kültürüne, sanatına ve bir de özel temsilciye yönelik tüm olumlu düşüncelerim yankısız bir monolog olarak kalmasın diye yıllar sonra Dervişe’nin kapısını çaldım ve sordum:
Dervişe Güneyyeli: Kıbrıs’a medya gözlüğünü çıkararak baktığımızda içten fakat kaotik bir tablo çıkar önümüze. Ağrıları ve mutlulukları olan, tarihi dokusuyla ve doğal güzellikleriyle dünya yüzündeki eşsiz yerlerden biri oluverir. Kıbrıslı Türk edebiyatıyla ilgili de yazacak, konuşacak çok şey var, bir paragrafa sığdıramam. Öte yandan genel anlamda şiir ağırlıklı, kendini çoğaltan, Türk ve dünya edebiyatından beslenen bir edebiyat olduğunu söyleyebilirim. Postmodern çizgide, metinler ve disiplinler arası etkileşimleri olduğu da aşikârdır. Türkiye’de ve dünyada var olan sinema, resim, müzik ve edebiyat gibi alanlardan; felsefe, psikoloji ve sosyolojiden beslenen bir edebiyatımız olduğunu görmek beni her zaman heyecanlandırır. ‘Beş yıl sonra nereye evrileceğiz?’ sorusunu heyecanla sorarım o yüzden.
Kendi ülkesinin ve varlığının karanlık dehlizlerine girmekten çekinmez, içerisine sorabilir ve dışarıyı sorgulayabilir Kıbrıslı Türk Edebiyatı. Farklılığı; kalbi içindeki binlerce yıllık geçmişiyle atan Kıbrıs’ıdır, bu denli uzun soluğu olan bir kargaşayı ve dahi güzelliği sözcüklerle kâğıda akıtabilmesidir. Hem kendini hem dünyayı barındırabilmesidir...
Dervişe Güneyyeli: Beni tahrik eden, ilk başlarda ismim ve ismimin verdiği ağırlıktı. O ağırlıktan kurtulmak için yaptığım yolculuk, ömrümün nefesi olan tasavvufla buluşturdu beni. Tabii bahsettiğim tasavvuf felsefesidir, çünkü ben dergâhta yaşayan bir derviş değilim; kalbi fazlaca sevgiyle yoğrulmuş bir beşerim. Tasavvuf ve hümanizm bana beni aynalayan, dünyaya daha sevgi ve hoşgörü yanından bakmama yardımcı olan, evrensel değerleri kucaklamama vesile olan çok kıymetli bir anlam okyanusu. Kimi zaman kaçtığım ve çoğu zaman kavuştuğum, mekânsız ve zamansız, ölümü kavuşma, yaşam deneyimini de gerçek potansiyellerimizi ortaya çıkarmak için birer basamak olarak görmeme yardım eden bir yoldaş “tasavvuf eğilimi”. İyi ki...
Dervişe Güneyyeli: Sizinle tanıştığımız yıllardaki -ki o dönemler örnek aldığım çok kıymetli öğretmen arkadaşlarımdandınız ve hâlâ öyle- bir sözümü aklıma getirdiniz: ‘Tango yapmadan ve sema etmeden ölürsem gözüm arkada kalır’ demiştim. Birbiriyle zıt görünse de bütünün parçaları onlar. Şiir, edebiyat, drama ve dans, bence bütünün birer parçasıdır. Geçmişle şimdiyi, maddeyle manayı, soruyla cevabı birbirinde bütünlüyor ve bana beni bulduruyor.
Sosyal yönden hem içine dönük hem dışa dönük oluşum, bire bir ilişkilerde çekingen bir yapıya bürünüp sahnede kendimi özgür ve kendim olarak bulmam, belki de bendeki zıtlıkların güzelliğine örnek olarak verebileceğim yanlarımdır.
Yıllar bana, kendimi bir bütün olarak kabul etme ve sevme hediyesini taşıdı. Sanat ise bu yolculuğumun dışavurumu oldu her zaman.
‘Söz büyüdür’ cümlesi çınladı kulağımda. Sanat da öyledir. Yedi kat mana giysisini giyinmiş, farkındalığı açıldıkça katmanları da açılan hakikatin anahtarlarından biri.
Bu yanıtlar için çok teşekkür ediyorum.
Dervişe’ye ve Kıbrıs’a bol şans!
★★
Şöyle birkaç paragraf geriye bakıyorum da bildiğin tarihçeyle başlayan, oradan denemeye geçen, bir anda röportaja dönüşen, en sonunda şiirle ya da şiirsellikle ve dansla biten hibrit bir yazı olmuş bu.
Kuş uçuşu...
İyi de olmuş.
Yüzölçümü küçük ama orada yaşayana göre dünyalara bedel bir ada ülkeyi, o ülkenin sanatını, sanatçılarını çok kısa konuştuk ve o sanatçıların en özellerinden birini sizinle tanıştırmış oldum.
Sağ olsun Dervişe, kabul etti, bu güzel söyleşi onun sayesinde doğdu. Kim bilir, belki bir okurum Kıbrıs’ın kuzeyi için öncekilerden daha farklı, daha fazla anlayışa ve empatiye dayalı şeyler geçirmiştir içinden. Ya da bundan sonra geçirir. ‘Acaba?’ demiştir birileri belki ya da belki bundan sonra birileri Kıbrıs’a acaba’lı bakar, kim bilir?
Öyleyse eğer, Dervişe’yle yıllar sonra buluşmamız işe yaramış demektir.
Yazının ilk bölümünde Kıbrıs’ın kuzeyinde gelişen genel anlamda sanata ve biraz daha özele inerek adada Türkçe gelişen edebiyata değinmiştik. Sözü genç kuşaktan bir sanatçıya, edebiyat-dans-drama ve tasavvuf eksenlerinde ürünler veren Dervişe Güneyyeli’ye getirip dün tam da orada kesmiştik. Kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Kıbrıs’a, Kıbrıslı Türk soydaşlarımıza, onların kültürüne, sanatına ve bir de özel temsilciye yönelik tüm olumlu düşüncelerim yankısız bir monolog olarak kalmasın diye yıllar sonra Dervişe’nin kapısını çaldım ve sordum:
- Sevgili arkadaşım, yıllar oldu ama biz aynı dost sıcaklığıyla buluşuyoruz. Hemen sormak istiyorum; ben az önce Kıbrıs’ın kuzeyinde gelişen Türk sanatını, sanatçısını, sanat yapıtlarını ve daha çok da edebiyatını haddimi aşarak ‘kutsadım’, derin hayranlığımı dile getirdim; ama siz ‘içeriden bakınca’ nasıl görüyorsunuz? Hangi eksen(ler)de ve hangi düzeyde gerçekleşiyor Kıbrıs Türk edebiyatı? Mesela Anadolu’da gelişen edebiyattan farklılığı ne?
Dervişe Güneyyeli: Kıbrıs’a medya gözlüğünü çıkararak baktığımızda içten fakat kaotik bir tablo çıkar önümüze. Ağrıları ve mutlulukları olan, tarihi dokusuyla ve doğal güzellikleriyle dünya yüzündeki eşsiz yerlerden biri oluverir. Kıbrıslı Türk edebiyatıyla ilgili de yazacak, konuşacak çok şey var, bir paragrafa sığdıramam. Öte yandan genel anlamda şiir ağırlıklı, kendini çoğaltan, Türk ve dünya edebiyatından beslenen bir edebiyat olduğunu söyleyebilirim. Postmodern çizgide, metinler ve disiplinler arası etkileşimleri olduğu da aşikârdır. Türkiye’de ve dünyada var olan sinema, resim, müzik ve edebiyat gibi alanlardan; felsefe, psikoloji ve sosyolojiden beslenen bir edebiyatımız olduğunu görmek beni her zaman heyecanlandırır. ‘Beş yıl sonra nereye evrileceğiz?’ sorusunu heyecanla sorarım o yüzden.
Kendi ülkesinin ve varlığının karanlık dehlizlerine girmekten çekinmez, içerisine sorabilir ve dışarıyı sorgulayabilir Kıbrıslı Türk Edebiyatı. Farklılığı; kalbi içindeki binlerce yıllık geçmişiyle atan Kıbrıs’ıdır, bu denli uzun soluğu olan bir kargaşayı ve dahi güzelliği sözcüklerle kâğıda akıtabilmesidir. Hem kendini hem dünyayı barındırabilmesidir...
- Merceğimi o değerli birikim içinden size doğrultunca gördüğüm şey, derinliği günden güne artan bir hümanizma ve daha açığı ‘tasavvuf eğilimi’. Nefes, çok farklı, bu çağa çok yabancı bir ‘soluk’ dışa verdiğiniz... Bu bir kaçış mı, bir kavuşma mı, sizi tahrik eden tam olarak ne?
Dervişe Güneyyeli: Beni tahrik eden, ilk başlarda ismim ve ismimin verdiği ağırlıktı. O ağırlıktan kurtulmak için yaptığım yolculuk, ömrümün nefesi olan tasavvufla buluşturdu beni. Tabii bahsettiğim tasavvuf felsefesidir, çünkü ben dergâhta yaşayan bir derviş değilim; kalbi fazlaca sevgiyle yoğrulmuş bir beşerim. Tasavvuf ve hümanizm bana beni aynalayan, dünyaya daha sevgi ve hoşgörü yanından bakmama yardımcı olan, evrensel değerleri kucaklamama vesile olan çok kıymetli bir anlam okyanusu. Kimi zaman kaçtığım ve çoğu zaman kavuştuğum, mekânsız ve zamansız, ölümü kavuşma, yaşam deneyimini de gerçek potansiyellerimizi ortaya çıkarmak için birer basamak olarak görmeme yardım eden bir yoldaş “tasavvuf eğilimi”. İyi ki...
- Peki diğer yanda şiir ve dans... Edebiyat ve drama... Nasıl uyumlular birbirine! Hem çok antik hem çok modern. Siz bu sentezin ruhunu çok güzel sergiliyorsunuz. Sanki bu dışavurumun içine mistisizm ve büyü de karışıyor. Yoksa sanat, hala ilkel çağlardaki gibi bir büyü mü? Ne olarak görüyorsunuz onu?
Dervişe Güneyyeli: Sizinle tanıştığımız yıllardaki -ki o dönemler örnek aldığım çok kıymetli öğretmen arkadaşlarımdandınız ve hâlâ öyle- bir sözümü aklıma getirdiniz: ‘Tango yapmadan ve sema etmeden ölürsem gözüm arkada kalır’ demiştim. Birbiriyle zıt görünse de bütünün parçaları onlar. Şiir, edebiyat, drama ve dans, bence bütünün birer parçasıdır. Geçmişle şimdiyi, maddeyle manayı, soruyla cevabı birbirinde bütünlüyor ve bana beni bulduruyor.
Sosyal yönden hem içine dönük hem dışa dönük oluşum, bire bir ilişkilerde çekingen bir yapıya bürünüp sahnede kendimi özgür ve kendim olarak bulmam, belki de bendeki zıtlıkların güzelliğine örnek olarak verebileceğim yanlarımdır.
Yıllar bana, kendimi bir bütün olarak kabul etme ve sevme hediyesini taşıdı. Sanat ise bu yolculuğumun dışavurumu oldu her zaman.
‘Söz büyüdür’ cümlesi çınladı kulağımda. Sanat da öyledir. Yedi kat mana giysisini giyinmiş, farkındalığı açıldıkça katmanları da açılan hakikatin anahtarlarından biri.
Bu yanıtlar için çok teşekkür ediyorum.
Dervişe’ye ve Kıbrıs’a bol şans!
★★
Şöyle birkaç paragraf geriye bakıyorum da bildiğin tarihçeyle başlayan, oradan denemeye geçen, bir anda röportaja dönüşen, en sonunda şiirle ya da şiirsellikle ve dansla biten hibrit bir yazı olmuş bu.
Kuş uçuşu...
İyi de olmuş.
Yüzölçümü küçük ama orada yaşayana göre dünyalara bedel bir ada ülkeyi, o ülkenin sanatını, sanatçılarını çok kısa konuştuk ve o sanatçıların en özellerinden birini sizinle tanıştırmış oldum.
Sağ olsun Dervişe, kabul etti, bu güzel söyleşi onun sayesinde doğdu. Kim bilir, belki bir okurum Kıbrıs’ın kuzeyi için öncekilerden daha farklı, daha fazla anlayışa ve empatiye dayalı şeyler geçirmiştir içinden. Ya da bundan sonra geçirir. ‘Acaba?’ demiştir birileri belki ya da belki bundan sonra birileri Kıbrıs’a acaba’lı bakar, kim bilir?
Öyleyse eğer, Dervişe’yle yıllar sonra buluşmamız işe yaramış demektir.