‘Evcil olsun olmasın, dilsiz dostlarımızın tümü bize her fırsatta çok şey anlatırlar’ diyelim ama önce bir ayrıntıya açıklık getirelim:
'Dilsiz' diye nitelendirirken evcil olan ya da olmayan tüm hayvanların birbirleriyle ve bizimle iletişim kuramayan, yeteneksiz ve ilkel canlılar olduklarını kastetmiyorum kesinlikle...
Tam tersini düşünüyorum…
Onların kendilerine özgü gelişmiş ve inanılmaz düzeyde iletişim potansiyelleri doğuran dilleri olduğunu biliyorum. Kedilerin, köpeklerin, balıkların, kuşların, arıların, karıncaların, fillerin, köstebeklerin, yılanların ve bildiğiniz bütün hayvan türlerinin kendi aralarında iletişim kurmalarına yarayan, bizim ‘dil’ diye adlandırdığımız şeye uyan iletişim araçları var.
Bu bağlamda üç kitabın adını özellikle anmalıyım:
İlki TÜBİTAK Yayınları’ndan çıkmış ‘Hayvanların Sessiz Dünyası’…
Marian Stamp Dawkins’in kaleme aldığı bu şok edici kitabı Füsun Baytok Türkçeye aktarmış. 2000 yılında basılan kitap 289 sayfa…
İkinci kitap kolektif bir ürün, bir derleme: ‘Hayvanların Gizemli Dünyası’…
Sınır Ötesi Yayınları’ndan 2016’da çıkmış 248 sayfalık son derece ilginç bir kitap bu. Yüreğinizi titretecek gerçek hikâyelerin yanı sıra öğrendiğinizde şok olacağınız bilgiler de içeriyor…
Önereceğim son kitap, şimdi okumakta olduğum kitap. Çalışma arkadaşım PDR Uzmanı sevgili Burcu Kara’nın armağanı: ‘Doğru Soruları Sorsaydık Hayvanlar Ne Söylerdi’…
Vinciane Despret’ın yazdığı, A.Nüvit Bingöl’ün Türkçeye aktardığı 268 sayfalık bu kitap, Tellekt Yayınları’ndan 2019 Haziranında çıkmış.
Tek kelimeyle muhteşem bir kitap, daha doğrusu ‘insanlarla hayvanlar arasında inanılmaz bir mimariyle oluşturulmuş muhteşem bir köprü’…
Bu köprü inşa edildikten sonra, onun üzerinden geçmeden evcil veya vahşi dostlarımızı çok iyi anlamak bana artık pek mümkün görünmüyor. Denemelisiniz…
Sadece üç kitap adının oluşturduğu çağrışım dizisiyle bile benim aslında ne söylemek istediğimi iyi anladığınızı düşünüyorum:
Hayvanların ‘dilsiz’ olduklarının değil; onların seslerini, sorunlarını, korkularını, acılarını, çaresizliklerini, beklentilerini çoğu insanın maalesef anlayamıyor oluşunun altını çizmek istiyorum.
Ve onları duymayı ve anlamayı başarabilen herkesi tenzih ediyorum, hayranlıkla ayakta alkışlıyorum.
Şunu da biliyorum: Eğitimle, diplomayla, yaşla, cinsiyetle, ekonomik güçle ilgisi yok bu duyarlılığın. Kâğıt toplayarak geçinen pespâye adamın beslediği köpek, gözleri görmeyen kadının beslediği kediler, üniversitede profesörün odasında yaşayan engelli kaplumbağa, göç sonucu boşalmış köyde ihtiyar çifte yoldaşlık eden yılkı atları…
Gerçek hikâyeler bunlar ve bizim dünyamızda böyle sayısız hikâye var…
***
Şimdi esas konumuza, daha doğrusu konunun bir başka boyutuna dönelim:
Doğada yaşayan canlıların ya da yaşadığımız mahalleleri bizimle paylaşan sokak hayvanlarının sorunlarına duyarlı olmak kesinlikle bir vicdan ve medeniyet meselesi…
Ama siz eğer bir adım daha ileriye geçip bir hayvan sahiplenecekseniz o zaman lütfen önce şu duygusal dilekçeyi okuyun:
***
Dedim ya, bu bir dilekçe…
Bu dilekçeyi; dilsiz dostlarımızın bakışlarını, seslerini, beden dillerini doğru okuyabilen vicdanlı biri bizim dilimize tercüme etmiş.
Yazan, okuyan, anlayan, gereğini yapan herkese selam olsun…
'Dilsiz' diye nitelendirirken evcil olan ya da olmayan tüm hayvanların birbirleriyle ve bizimle iletişim kuramayan, yeteneksiz ve ilkel canlılar olduklarını kastetmiyorum kesinlikle...
Tam tersini düşünüyorum…
Onların kendilerine özgü gelişmiş ve inanılmaz düzeyde iletişim potansiyelleri doğuran dilleri olduğunu biliyorum. Kedilerin, köpeklerin, balıkların, kuşların, arıların, karıncaların, fillerin, köstebeklerin, yılanların ve bildiğiniz bütün hayvan türlerinin kendi aralarında iletişim kurmalarına yarayan, bizim ‘dil’ diye adlandırdığımız şeye uyan iletişim araçları var.
Bu bağlamda üç kitabın adını özellikle anmalıyım:
İlki TÜBİTAK Yayınları’ndan çıkmış ‘Hayvanların Sessiz Dünyası’…
Marian Stamp Dawkins’in kaleme aldığı bu şok edici kitabı Füsun Baytok Türkçeye aktarmış. 2000 yılında basılan kitap 289 sayfa…
İkinci kitap kolektif bir ürün, bir derleme: ‘Hayvanların Gizemli Dünyası’…
Sınır Ötesi Yayınları’ndan 2016’da çıkmış 248 sayfalık son derece ilginç bir kitap bu. Yüreğinizi titretecek gerçek hikâyelerin yanı sıra öğrendiğinizde şok olacağınız bilgiler de içeriyor…
Önereceğim son kitap, şimdi okumakta olduğum kitap. Çalışma arkadaşım PDR Uzmanı sevgili Burcu Kara’nın armağanı: ‘Doğru Soruları Sorsaydık Hayvanlar Ne Söylerdi’…
Vinciane Despret’ın yazdığı, A.Nüvit Bingöl’ün Türkçeye aktardığı 268 sayfalık bu kitap, Tellekt Yayınları’ndan 2019 Haziranında çıkmış.
Tek kelimeyle muhteşem bir kitap, daha doğrusu ‘insanlarla hayvanlar arasında inanılmaz bir mimariyle oluşturulmuş muhteşem bir köprü’…
Bu köprü inşa edildikten sonra, onun üzerinden geçmeden evcil veya vahşi dostlarımızı çok iyi anlamak bana artık pek mümkün görünmüyor. Denemelisiniz…
Sadece üç kitap adının oluşturduğu çağrışım dizisiyle bile benim aslında ne söylemek istediğimi iyi anladığınızı düşünüyorum:
Hayvanların ‘dilsiz’ olduklarının değil; onların seslerini, sorunlarını, korkularını, acılarını, çaresizliklerini, beklentilerini çoğu insanın maalesef anlayamıyor oluşunun altını çizmek istiyorum.
Ve onları duymayı ve anlamayı başarabilen herkesi tenzih ediyorum, hayranlıkla ayakta alkışlıyorum.
Şunu da biliyorum: Eğitimle, diplomayla, yaşla, cinsiyetle, ekonomik güçle ilgisi yok bu duyarlılığın. Kâğıt toplayarak geçinen pespâye adamın beslediği köpek, gözleri görmeyen kadının beslediği kediler, üniversitede profesörün odasında yaşayan engelli kaplumbağa, göç sonucu boşalmış köyde ihtiyar çifte yoldaşlık eden yılkı atları…
Gerçek hikâyeler bunlar ve bizim dünyamızda böyle sayısız hikâye var…
***
Şimdi esas konumuza, daha doğrusu konunun bir başka boyutuna dönelim:
Doğada yaşayan canlıların ya da yaşadığımız mahalleleri bizimle paylaşan sokak hayvanlarının sorunlarına duyarlı olmak kesinlikle bir vicdan ve medeniyet meselesi…
Ama siz eğer bir adım daha ileriye geçip bir hayvan sahiplenecekseniz o zaman lütfen önce şu duygusal dilekçeyi okuyun:
Eğer beni sahipleneceksen bilmelisin ki benim hayatım 10 ila 15 yıl sürer. Kısacık hayatımda senden her ayrılışım bana acı verir. Bir gün bıkıp sokağa terk etmen ise benim için ölümden beterdir. Beni yanına almadan önce bunu iyi düşün.
Bana, senin benden istediklerini anlayacağım kadar süre tanı...
Benim içimde güven duygusu uyandır, ben kendi hayatıma ve senin hayatına bununla bağlanırım ve bu duygu, yaratılışım gereği hayatım boyunca aslında en çok önemseyeceğim şeydir.
Bana hiçbir zaman uzun süreli darılma ve beni cezalandırmak için bir yere kapatma. Senin hayatında işin, türlü eğlencelerin ve arkadaşların var. Benim hayatımda ise sadece sen varsın…
Arada sırada benimle konuş. Senin sözcüklerini anlamasam bile bana yönelttiğin sesini mutlaka anlarım.
Bana nasıl davranılması gerektiğini bil. Ben, sıcak davranışların oluşturduğu mesajları hiçbir zaman unutmam.
Beni dövmeden önce, aslında dişlerimle senin kemiklerini un ufak edebileceğimi, tırnaklarımla sana dayanamayacağın acılar yaşatabileceğimi bil; ancak sen ne yaparsan yap benim böyle bir yola başvurmayacağımı da bil. Bunun nedenini anlamaya çalış. Var olan en saf sevgi ve en koşulsuz sadakat böyle bir şeydir.
Beni ‘isteksiz, tembel ve inatçı’ diye azarlamadan önce düşün: Belki yediğim yemek dokunmuştur, belki güneşin altında uzun zaman kalmışımdır veya tıpkı bazen senin de yaptığın gibi, sadece bir şey yapmak için hâlim kalmamıştır.
Yaşlandığımda benimle ilgilen. Unutma, bir gün sen de yaşlanacaksın…
Her zor anımda yanımda ol, benim için her şey seninle birlikte daha güzel ve daha kolay. Sen olmayınca ise hayata küserim, unutma!
***
Dedim ya, bu bir dilekçe…
Bu dilekçeyi; dilsiz dostlarımızın bakışlarını, seslerini, beden dillerini doğru okuyabilen vicdanlı biri bizim dilimize tercüme etmiş.
Yazan, okuyan, anlayan, gereğini yapan herkese selam olsun…