Mustafa Kemal’in laiklik anlayışının temelinde din ve vicdan hürriyeti yanında dinin siyasî meşruiyet ve otorite kaynağı olmaktan çıkarılması da vardır. Bu mânada laiklik, bir taraftan insanların inançlarını serbestçe yaşayabilecekleri içtimaî ve hukukî bir zeminin hazırlanmasını hedeflemekte, diğer taraftan dine siyasî meşruiyet aracı olarak başvurulmasının önlenmesini amaçlamaktadır. Laiklik anayasal düzenin ayrılmaz bir parçası olarak Cumhuriyet’in temel nitelikleri arasında yer almıştır. Atatürk’ün laiklikle ilgili düşünce ve kararlarının en belirgin özelliklerinden biri olan din ve vicdan hürriyeti anayasalarda özellikle vurgulanmıştır. Onun laiklik anlayışı bir yandan din ve vicdan hürriyetine vurgu yapmakta, öte yandan da toplumun dinî ihtiyaçlarının karşılanması gerektiğine işaret etmektedir. Atatürk, ülkenin geleceği için önemli gördüğü kurumların temellerini atarken Türk toplumunda dinin yerini ve önemini göz ardı etmemiştir. Türkiye’deki din hizmetlerinin geniş kitlelere ulaştırılması için bizzat kurulmasına öncülük ettiği kurumların başında Diyanet İşleri Başkanlığı gelmektedir. Bu bakımdan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Genelkurmay Başkanlığı ile aynı zamanda kurulması, Atatürk’ün din hizmetlerine ve sahih kaynaklı dinî bilgilerin geniş halk kitlelerine ulaştırılmasına verdiği önemi göstermektedir.
Bütün bunlardan, Atatürk’ün dinin temel kaynaklarının doğru anlaşılmasına, ilmî yöntemlere dayalı din eğitimine ve laiklik ilkesine önem verdiği kadar din ve vicdan hürriyetine de önem verdiği anlaşılmaktadır. Onun özgürlük anlayışı içinde en önemli yeri vicdan ve din hürriyetinin aldığı söylenebilir (Mumcu, s. 62). Atatürk, ortaöğretim kurumlarında okutulmak üzere bir kısmını kendisinin yazdığı kitapta millet kavramını açıklarken, “Türkiye Cumhuriyeti’nde her reşit dinini intihapta serbesttir” ilkesini ortaya koyar (Afetinan, s. 56). Vicdan hürriyetini tanımlarken de, “Her fert istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasî bir fikre mâlik olmak, mensup olduğu bir dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine mâliktir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hâkim olunamaz” diyerek (a.g.e., a.y.) dinî inanç ve ibadetler konusunda baskıcı ve yasakçı değil özgürlükçü bir anlayışı savunduğunu belirtmiştir. Çeşitli vesilelerle vicdan ve din hürriyetinin önemine temas eden Atatürk dinî inançların saygı ve hoşgörüyle karşılanmasının gerektiğini belirterek taassup, tutuculuk ve hoşgörüsüzlüğü eleştirmiştir. İnsanların vicdanî inanışlarına karşı kin tutulmaması ve inançlara hürmet gösterilmesi tavsiyesinde bulunmuş, kişilerin inanç seçimlerine ve vicdanî tercihlerine müdahale edilmemesini istemiştir (a.g.e., s. 57). Atatürk bizzat kaleme aldığı “Taassupsuzluk” başlıklı yazısında, “Türkiye Cumhuriyeti’nde herkes Allah’a istediği gibi ibadet eder. Hiç kimseye dinî fikirlerinden dolayı bir şey yapılmaz” sözleriyle din ve vicdan hürriyetinin genişliğini göstermiştir.”
Diyanet Ansiklopedisinin ilgili maddelerini okuyanlar Mustafa Kemal’in Türk milleti için din, dil, tarih ve kültür şuuru için nasıl çırpındığını, hangi müesseseleri kurduğunu görecektir.
Böylesine bir liderin milletin tartışma veya ayrışma kaynağı olmasının tek nedeni ise bana göre cehalettir. Türk milleti “Atatürk” maskesi takınarak milli ve manevi değerlerine hakaret edeni de, Atatürk için akla hayale gelmeyecek hezeyanları savunanları da istemiyor.
Bütün bunlardan, Atatürk’ün dinin temel kaynaklarının doğru anlaşılmasına, ilmî yöntemlere dayalı din eğitimine ve laiklik ilkesine önem verdiği kadar din ve vicdan hürriyetine de önem verdiği anlaşılmaktadır. Onun özgürlük anlayışı içinde en önemli yeri vicdan ve din hürriyetinin aldığı söylenebilir (Mumcu, s. 62). Atatürk, ortaöğretim kurumlarında okutulmak üzere bir kısmını kendisinin yazdığı kitapta millet kavramını açıklarken, “Türkiye Cumhuriyeti’nde her reşit dinini intihapta serbesttir” ilkesini ortaya koyar (Afetinan, s. 56). Vicdan hürriyetini tanımlarken de, “Her fert istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasî bir fikre mâlik olmak, mensup olduğu bir dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine mâliktir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hâkim olunamaz” diyerek (a.g.e., a.y.) dinî inanç ve ibadetler konusunda baskıcı ve yasakçı değil özgürlükçü bir anlayışı savunduğunu belirtmiştir. Çeşitli vesilelerle vicdan ve din hürriyetinin önemine temas eden Atatürk dinî inançların saygı ve hoşgörüyle karşılanmasının gerektiğini belirterek taassup, tutuculuk ve hoşgörüsüzlüğü eleştirmiştir. İnsanların vicdanî inanışlarına karşı kin tutulmaması ve inançlara hürmet gösterilmesi tavsiyesinde bulunmuş, kişilerin inanç seçimlerine ve vicdanî tercihlerine müdahale edilmemesini istemiştir (a.g.e., s. 57). Atatürk bizzat kaleme aldığı “Taassupsuzluk” başlıklı yazısında, “Türkiye Cumhuriyeti’nde herkes Allah’a istediği gibi ibadet eder. Hiç kimseye dinî fikirlerinden dolayı bir şey yapılmaz” sözleriyle din ve vicdan hürriyetinin genişliğini göstermiştir.”
Diyanet Ansiklopedisinin ilgili maddelerini okuyanlar Mustafa Kemal’in Türk milleti için din, dil, tarih ve kültür şuuru için nasıl çırpındığını, hangi müesseseleri kurduğunu görecektir.
Böylesine bir liderin milletin tartışma veya ayrışma kaynağı olmasının tek nedeni ise bana göre cehalettir. Türk milleti “Atatürk” maskesi takınarak milli ve manevi değerlerine hakaret edeni de, Atatürk için akla hayale gelmeyecek hezeyanları savunanları da istemiyor.