Şöyle bir düşünün lütfen: En önemli bilgi nedir?
İnsanoğlunu kanserin tedavisine götürecek tıbbi bir sır mı, metafizikle ve dinlerle mi ilgili, gençlerimizin hayat ve gelecek algısıyla ilgili çok şaşırtıcı yeni bir veri mi?
Ya da başka gezegenlere gidebilmekle ilgili daha başka bir keşif veya belki henüz keşfedilmemiş bir teori mi?
Hangi bilgi, diğer bilgilerin hepsinden daha önemli?..
Bu elbette çok göreceli bir şey; ama bir eğitimci iseniz ya da diyelim ki eğitim dünyasındaki sorunlara eğitimcilerden de fazla kafayı takmış biriyseniz KONDA’nın ‘Gelecek Kaygısı’ anketinin verileri, sizin için diğer bilgilerin biraz üzerine çıkabilir.
★★
NTV’de yayınlanan Pandora’nın Kutusu’nda KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, eğitim algımızı bir kez daha masaya yatırmamıza yetecek birkaç anket verisi paylaştı bizimle (Nisan, 2013)*...
Sayın Ağırdır’ın paylaştığı sosyometrik bulgular içinde en çarpıcı olanı şuydu:
“Gençlere, ‘hayatla ilgili bilgilerinin birincil (ana) kaynağının ne olduğu’ sorulmuş…
‘Dış çevre’ olarak tanımlanan geniş kültür ve enformasyon ortamı -ki buna sanal ortam ve diğer elektronik olanaklar da dahil- % 9 oranında ‘hayat bilgisinin ana kaynağı’ olarak gösterilmiş.
Diğer faktörler:
Okullar: % 9…
Öğretmenler: % 7…
Anne ve babalar: % 68…
Bu son rakam ve içerdiği anlam müthiş, çok önemli!..”
Biliyoruz ki aynı anket Tutankamon’un Mısır’ında ya da Preveze’den dönen levendler arasında uygulansa da sonuç değişmezdi; çünkü aslında bütün çağlarda ‘armut, hep dibine düştü’…
Elbette bu durumdan, bütün gençlerin kendi ebeveynlerinin yazgısına mahkum oldukları, dolayısıyla onların kast (sosyo-kültürel ve ekonomik sınıf) sınırlarını aşmak gibi bir şansları bulunmadığı sonucunu çıkarmamalıyız. Çünkü dibine düşen armutlara karşın tarih boyunca ‘kulağı geçen boynuzlar da hep var oldu’.
Bununla birlikte; bugün için irdelemeye değer esas ayrıntı şu:
Gençler, uyudukları saatler dışında günün kalanını çok büyük oranda okullarda, öğretmenleriyle geçiriyorlar; bu süre 9-10 saati bulabiliyor.
Uyanık geçen zamanın neredeyse dörtte üçü bu!
Kalan birkaç saatin önemli kısmını ise bilgisayar ya da televizyon başında ve ebeveynlerin ‘Kalk artık şu kutunun başından!’ serzenişlerini savuşturmakla geçiriyor gençler.
Ama aynı gençler, KONDA’nın anketinde ‘hayat hakkında’ edindikleri dört bilgiden üçünün ana kaynağı olarak ebeveynlerini göstermişler. Zamanla ters orantılı bir verimlilik ve işlevsellik hesabı bu.
★★
İyi de gençler, bunca bilgiyi ebeveynlerinden ne zaman alıyorlar?
Hayatları okulda geçtiğine göre, okul öncesi çağda mı, bebeklikte mi?.. Anket, bu ayrıntıya girmiyor ama yine de anlayabiliyoruz ki bilgisayarlar, medya, bilim-teknoloji, sanal eksenli iletişimsel devrimler ve karmaşık değişimler, hayatın şu basit ama çok önemli gerçeğini değiştirmeye yetmiyor:
Çocukların asıl hayat öğretmenleri hâlâ ebeveynler! Anneler ve babalar…
Annemiz ve babamız hayattaki durumları nasıl ele alıyor, onlara karşılık nasıl tepkiler sergiliyorlar ise biz de büyük oranda aynılarını yineliyoruz.
Ve biz neleri yineliyor, hayata nasıl bakıyorsak, çocuklarımız da aynı ‘bakış/algılayış geleneğini’ kendileri olgunlaştıkça daha da muhafazakârlaşan bir yaklaşımla sahipleniyorlar.
İleride kendi çocuklarına aktarmak için. Döngüsel biçimde…
★★
Yine ankete göre, gün be gün geliştiğini düşündüğümüz eğitim sistemimiz -ve yani okullarımız- ile o okulları var eden; düşünce, donanım ve yeni öğretim yöntemleri bakımından modern çağı yakaladıklarını umut ettiğimiz öğretmenlerimiz, ne yazık ki gençlere ‘gerçek (pratikte kullanılabilecek) hayat bilgisi’ kazandırmakta bizim düşündüğümüz kadar ön planda değiller. Geri plandalar. İkinci, üçüncü planda yer alıyorlar…
Yanlış anlaşılmasın. Bu, sadece bir anketin bir tek sorusundan çıkardığımız bir genelleme ve okullarımız, öğretmenlerimiz ankete göre ‘hayatı öğretmeyi’ biraz ıskalamış gözükürken, belki başka teorileri ve sınav hazırlıklarını öğrencilere kavratmakta bundan çok daha başarılı durumdadırlar.
Ama demek ki yine de okullarımızın ve öğretmenlerimizin hayata dönük eğitim-öğretimi bir biçimde başarma zorunlulukları var. Bu anlamda ebeveynlere biraz daha yaklaşmak; belki daha da önemlisi, veliyi okuldaki planlı eyleme zaman zaman, belli sınırlar içerisinde dahil etmek gibi bir kaygıları olmalı.
Bu, lüks değil, bilimsel bir gereksinim.
Çok açık biçimde hem de…
Her dersine bu bilinçle başlayan, öğrencinin yararına veliyle sağlam köprüler kurmayı başarabilen sevgili öğretmenlerimizi elbette tenzih ediyorum.
★★
Diğer yandan düşünün; sadece bireyleri ‘sınavı geçen/geçmeyen’ biçiminde ayıklamaya odaklanmayan, bundan daha çok hayatı izleyen ve sosyal hayatı uygarlık çizgisinde değiştiren, hayattan koparılmamış bir eğitim sistemi. Hep hayal ettiğimiz gibi...
O kadar ihtiyacımız var ki buna!
Farklı zamanlarda, faklı bilimsel, politik ve bürokratik girişimler içerisinde bugüne dek defalarca dile getirilmesine karşın henüz Milli Eğitim sistemimiz açısından ‘big bang’e dönüşmemiş bu değişim fikrini gerçeğe ve sonsuz bir ilerleme reaksiyonuna dönüştürmek, eğitimciler için tam anlamıyla ‘tarihin akışını değiştirmek’ olurdu.
Ama hâlâ iş işten geçmiş değil, doğru yönde değişim daima ihtimal dahilinde.
Yoksa okullar niye var? Öğrenciler evde bitirirdi bu işi...
…
*ÖNEMLİ DİPNOT: Bu yazının ilk türevi, 11 Nisan 2013 günü Pusula’da yayımlanmıştı. Anılan anket de zaten o döneme ait. Daha sonra yazı içeriği güncellendi ve ‘Yarını İyileştirmek İçin’ adlı kitabımda (2017) yer aldı. İlk yayımdan bugüne aradan geçen sekiz uzun yıl hayatlarımızda o kadar çok şeyi, hem de öylesine kökten değiştirdi ki bu arada neyin-neye dönüştüğünü özetlemek bile neredeyse imkânsız hale geldi. Fakat bu yazıda ele aldığım anket, daha doğrusu o anketin vurguladığı ‘apaçık, inkâr edilemez sosyal gerçek’, zaman içinde en küçük bir değişim göstermedi. Bu, çok ilginç değil mi? Bugün de gerçek yine aynı: Armut dibine düşüyor ve boynuz da illaki gelip kulağı geçiyor…
İnsanoğlunu kanserin tedavisine götürecek tıbbi bir sır mı, metafizikle ve dinlerle mi ilgili, gençlerimizin hayat ve gelecek algısıyla ilgili çok şaşırtıcı yeni bir veri mi?
Ya da başka gezegenlere gidebilmekle ilgili daha başka bir keşif veya belki henüz keşfedilmemiş bir teori mi?
Hangi bilgi, diğer bilgilerin hepsinden daha önemli?..
Bu elbette çok göreceli bir şey; ama bir eğitimci iseniz ya da diyelim ki eğitim dünyasındaki sorunlara eğitimcilerden de fazla kafayı takmış biriyseniz KONDA’nın ‘Gelecek Kaygısı’ anketinin verileri, sizin için diğer bilgilerin biraz üzerine çıkabilir.
★★
NTV’de yayınlanan Pandora’nın Kutusu’nda KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, eğitim algımızı bir kez daha masaya yatırmamıza yetecek birkaç anket verisi paylaştı bizimle (Nisan, 2013)*...
Sayın Ağırdır’ın paylaştığı sosyometrik bulgular içinde en çarpıcı olanı şuydu:
“Gençlere, ‘hayatla ilgili bilgilerinin birincil (ana) kaynağının ne olduğu’ sorulmuş…
‘Dış çevre’ olarak tanımlanan geniş kültür ve enformasyon ortamı -ki buna sanal ortam ve diğer elektronik olanaklar da dahil- % 9 oranında ‘hayat bilgisinin ana kaynağı’ olarak gösterilmiş.
Diğer faktörler:
Okullar: % 9…
Öğretmenler: % 7…
Anne ve babalar: % 68…
Bu son rakam ve içerdiği anlam müthiş, çok önemli!..”
Biliyoruz ki aynı anket Tutankamon’un Mısır’ında ya da Preveze’den dönen levendler arasında uygulansa da sonuç değişmezdi; çünkü aslında bütün çağlarda ‘armut, hep dibine düştü’…
Elbette bu durumdan, bütün gençlerin kendi ebeveynlerinin yazgısına mahkum oldukları, dolayısıyla onların kast (sosyo-kültürel ve ekonomik sınıf) sınırlarını aşmak gibi bir şansları bulunmadığı sonucunu çıkarmamalıyız. Çünkü dibine düşen armutlara karşın tarih boyunca ‘kulağı geçen boynuzlar da hep var oldu’.
Bununla birlikte; bugün için irdelemeye değer esas ayrıntı şu:
Gençler, uyudukları saatler dışında günün kalanını çok büyük oranda okullarda, öğretmenleriyle geçiriyorlar; bu süre 9-10 saati bulabiliyor.
Uyanık geçen zamanın neredeyse dörtte üçü bu!
Kalan birkaç saatin önemli kısmını ise bilgisayar ya da televizyon başında ve ebeveynlerin ‘Kalk artık şu kutunun başından!’ serzenişlerini savuşturmakla geçiriyor gençler.
Ama aynı gençler, KONDA’nın anketinde ‘hayat hakkında’ edindikleri dört bilgiden üçünün ana kaynağı olarak ebeveynlerini göstermişler. Zamanla ters orantılı bir verimlilik ve işlevsellik hesabı bu.
★★
İyi de gençler, bunca bilgiyi ebeveynlerinden ne zaman alıyorlar?
Hayatları okulda geçtiğine göre, okul öncesi çağda mı, bebeklikte mi?.. Anket, bu ayrıntıya girmiyor ama yine de anlayabiliyoruz ki bilgisayarlar, medya, bilim-teknoloji, sanal eksenli iletişimsel devrimler ve karmaşık değişimler, hayatın şu basit ama çok önemli gerçeğini değiştirmeye yetmiyor:
Çocukların asıl hayat öğretmenleri hâlâ ebeveynler! Anneler ve babalar…
Annemiz ve babamız hayattaki durumları nasıl ele alıyor, onlara karşılık nasıl tepkiler sergiliyorlar ise biz de büyük oranda aynılarını yineliyoruz.
Ve biz neleri yineliyor, hayata nasıl bakıyorsak, çocuklarımız da aynı ‘bakış/algılayış geleneğini’ kendileri olgunlaştıkça daha da muhafazakârlaşan bir yaklaşımla sahipleniyorlar.
İleride kendi çocuklarına aktarmak için. Döngüsel biçimde…
★★
Yine ankete göre, gün be gün geliştiğini düşündüğümüz eğitim sistemimiz -ve yani okullarımız- ile o okulları var eden; düşünce, donanım ve yeni öğretim yöntemleri bakımından modern çağı yakaladıklarını umut ettiğimiz öğretmenlerimiz, ne yazık ki gençlere ‘gerçek (pratikte kullanılabilecek) hayat bilgisi’ kazandırmakta bizim düşündüğümüz kadar ön planda değiller. Geri plandalar. İkinci, üçüncü planda yer alıyorlar…
Yanlış anlaşılmasın. Bu, sadece bir anketin bir tek sorusundan çıkardığımız bir genelleme ve okullarımız, öğretmenlerimiz ankete göre ‘hayatı öğretmeyi’ biraz ıskalamış gözükürken, belki başka teorileri ve sınav hazırlıklarını öğrencilere kavratmakta bundan çok daha başarılı durumdadırlar.
Ama demek ki yine de okullarımızın ve öğretmenlerimizin hayata dönük eğitim-öğretimi bir biçimde başarma zorunlulukları var. Bu anlamda ebeveynlere biraz daha yaklaşmak; belki daha da önemlisi, veliyi okuldaki planlı eyleme zaman zaman, belli sınırlar içerisinde dahil etmek gibi bir kaygıları olmalı.
Bu, lüks değil, bilimsel bir gereksinim.
Çok açık biçimde hem de…
Her dersine bu bilinçle başlayan, öğrencinin yararına veliyle sağlam köprüler kurmayı başarabilen sevgili öğretmenlerimizi elbette tenzih ediyorum.
★★
Diğer yandan düşünün; sadece bireyleri ‘sınavı geçen/geçmeyen’ biçiminde ayıklamaya odaklanmayan, bundan daha çok hayatı izleyen ve sosyal hayatı uygarlık çizgisinde değiştiren, hayattan koparılmamış bir eğitim sistemi. Hep hayal ettiğimiz gibi...
O kadar ihtiyacımız var ki buna!
Farklı zamanlarda, faklı bilimsel, politik ve bürokratik girişimler içerisinde bugüne dek defalarca dile getirilmesine karşın henüz Milli Eğitim sistemimiz açısından ‘big bang’e dönüşmemiş bu değişim fikrini gerçeğe ve sonsuz bir ilerleme reaksiyonuna dönüştürmek, eğitimciler için tam anlamıyla ‘tarihin akışını değiştirmek’ olurdu.
Ama hâlâ iş işten geçmiş değil, doğru yönde değişim daima ihtimal dahilinde.
Yoksa okullar niye var? Öğrenciler evde bitirirdi bu işi...
…
*ÖNEMLİ DİPNOT: Bu yazının ilk türevi, 11 Nisan 2013 günü Pusula’da yayımlanmıştı. Anılan anket de zaten o döneme ait. Daha sonra yazı içeriği güncellendi ve ‘Yarını İyileştirmek İçin’ adlı kitabımda (2017) yer aldı. İlk yayımdan bugüne aradan geçen sekiz uzun yıl hayatlarımızda o kadar çok şeyi, hem de öylesine kökten değiştirdi ki bu arada neyin-neye dönüştüğünü özetlemek bile neredeyse imkânsız hale geldi. Fakat bu yazıda ele aldığım anket, daha doğrusu o anketin vurguladığı ‘apaçık, inkâr edilemez sosyal gerçek’, zaman içinde en küçük bir değişim göstermedi. Bu, çok ilginç değil mi? Bugün de gerçek yine aynı: Armut dibine düşüyor ve boynuz da illaki gelip kulağı geçiyor…