Eylül, hüzünden sarartır sokakları!
Garip göçebeler nereye gideceğini şaşırır.
Geç kalmış bir aşk düşer yollara…
Menzil, mücrim adımlarla varılmaz olur.
Yürek dağlayıcı yel titrettiğinde seni…
İçin inkâr etse de mevsim sonbahar olur.
Üşüten rüzgârlar tenine değdikçe takatin erir.
Yürünecek yol önünde uzar, ruhun ürperir.
Çözülmez bir kavşak olduğunda ömür, son demindedir.
Gelip geçici her şey gelir, her şey geçer…
Göçebe bedenine yüklediğin, heybenin yükü nihayete erer.
Kapanır kapılar, sararmış çehrelerle dolar toprak…
Göçebe bir adım, son kez kalkar tozu toprağa katarak.
Ölüm gelmeden aşk-ı ilahi nihayete ermez.
Ve eylül bir uyarıdır, ona erişmeden son söz bitmez.
Sonbahar bir çağrıdır aslında, usanç bilmez…
Sararan çehrelerde, pişmanlık kirine bulaşmış utanç bitmez.
Bizi aşk kurtarır, erişilmeze ulaşan yolda sararmış çehreden okunan.
Bizi aşk kurtarır, bilinmeze sorgusuz itaatle meftun bulunan.
Bizi meşk kurtarır, dilinde dua gibi berat sayıklayan.
Bizi âşık kurtarır, berat isteyen yürekleri nuruyla kucaklayan.
Eylül, hüzünden sarartır insanları!
Göçebelik sıla hasretine galebe çalınca, gong vurur.
Sonbahar gelmiştir artık, zaman durur.
Aşk, hüsrana uğramaktan korkunca gül ile avunur.
Sonbahar, gülün yetişmediği bahçeleri, rüzgârıyla tarumar eder.
Aşka eren yolu, gül koklayarak bulmayan; her yürek kavrulur.
Ve geldiğinde eylülüm, bir kesif koku sarar her yanımı…
Acıyla dolar ağzımın tadı önce…
Yüreğim bilmediğim mazimden getirdiği kokuyu özler…
Bir başka âleme hasret duyar göçebelikten bıkan gözler…
Kaybolan gül kokusu, sararttıkça sarartır sonbaharı…
Gözlerden akan yaşla diriltmek lazım o baharı.
Eylül, hüzünden sarartır mecnunları.
***
Eylül aslında bir bitişin hemen öncesidir. Yaz gibi, ömür gibi, arzu edilir ki, hasret gibi.
Sonbahar hüznünü, kavuşmayı özlediğimiz aşkın büyüklüğünden alır. Ne kadar erişilmezse, hüznü de o kadar büyük olur.
Ve asıl üzüntüyü eylül, kavuşacak sevdası olmayan yüreklerde bırakır.
Ve üzülmeliyiz hepimiz, ulaşacak menzili küçücük dünyalarının dışına çıkamayan herkes için.
****
Garip göçebeler nereye gideceğini şaşırır.
Geç kalmış bir aşk düşer yollara…
Menzil, mücrim adımlarla varılmaz olur.
Yürek dağlayıcı yel titrettiğinde seni…
İçin inkâr etse de mevsim sonbahar olur.
Üşüten rüzgârlar tenine değdikçe takatin erir.
Yürünecek yol önünde uzar, ruhun ürperir.
Çözülmez bir kavşak olduğunda ömür, son demindedir.
Gelip geçici her şey gelir, her şey geçer…
Göçebe bedenine yüklediğin, heybenin yükü nihayete erer.
Kapanır kapılar, sararmış çehrelerle dolar toprak…
Göçebe bir adım, son kez kalkar tozu toprağa katarak.
Ölüm gelmeden aşk-ı ilahi nihayete ermez.
Ve eylül bir uyarıdır, ona erişmeden son söz bitmez.
Sonbahar bir çağrıdır aslında, usanç bilmez…
Sararan çehrelerde, pişmanlık kirine bulaşmış utanç bitmez.
Bizi aşk kurtarır, erişilmeze ulaşan yolda sararmış çehreden okunan.
Bizi aşk kurtarır, bilinmeze sorgusuz itaatle meftun bulunan.
Bizi meşk kurtarır, dilinde dua gibi berat sayıklayan.
Bizi âşık kurtarır, berat isteyen yürekleri nuruyla kucaklayan.
Eylül, hüzünden sarartır insanları!
Göçebelik sıla hasretine galebe çalınca, gong vurur.
Sonbahar gelmiştir artık, zaman durur.
Aşk, hüsrana uğramaktan korkunca gül ile avunur.
Sonbahar, gülün yetişmediği bahçeleri, rüzgârıyla tarumar eder.
Aşka eren yolu, gül koklayarak bulmayan; her yürek kavrulur.
Ve geldiğinde eylülüm, bir kesif koku sarar her yanımı…
Acıyla dolar ağzımın tadı önce…
Yüreğim bilmediğim mazimden getirdiği kokuyu özler…
Bir başka âleme hasret duyar göçebelikten bıkan gözler…
Kaybolan gül kokusu, sararttıkça sarartır sonbaharı…
Gözlerden akan yaşla diriltmek lazım o baharı.
Eylül, hüzünden sarartır mecnunları.
***
Eylül aslında bir bitişin hemen öncesidir. Yaz gibi, ömür gibi, arzu edilir ki, hasret gibi.
Sonbahar hüznünü, kavuşmayı özlediğimiz aşkın büyüklüğünden alır. Ne kadar erişilmezse, hüznü de o kadar büyük olur.
Ve asıl üzüntüyü eylül, kavuşacak sevdası olmayan yüreklerde bırakır.
Ve üzülmeliyiz hepimiz, ulaşacak menzili küçücük dünyalarının dışına çıkamayan herkes için.
****