Geçmiş, hep yalnızlıkla ilgili bir şeydi.
Hâlâ da öyle…
Tamamlanmış ya da yarım kalmış ama her halükârda geride bırakılmış şeyler, solgun siyah-beyaz fotoğraflar gibi. Sesleri çıkmaz. Gülen yüzler bile aslında artık fazlasıyla keder yüklüdür. Her şey artık ölü bir anıdır.
Onun için geçmiş, her zaman yalnızlıkla ilgilidir.
Aşk da…
Yalnızlıkla ilgilidir.
Mutlak vuslatın olmadığı, herkesin ve her şeyin sürekli eskidiği, yıprandığı, ayrıldığı, parçalandığı, yalnızlaştığı bir dünya…
Bu çok fena!
***
Kitaplar, diller, sokaklar, parklar, parklardaki banklar, bankların yanı başındaki lambalar…
Hepsi yalnızlıkla ilgili şeylerdir.
Biri gelir yanınızdan geçer, biri duraklar ve oradaki ağacın gölgesine bakar, sonra bir şeyler söyler, bir havuz fıskiyesi küflenir ve sözcüklere bezenir, sonra su akar, havuzlar dolar, boşalır, sonbahar gelir…
Çocuklar, havuz kenarlarını çoktan terk etmiştir.
Ve yani bütün mevsimler yalnızlaşmayla ilgilidir.
***
Aslında herkes ve her şey yalnızlıktan korkar ve ondan kurtulmak için çabalar.
Bütün canlı varlıklar, nesneler; çoğalma ve birikme eğilimindedir…
Ağaçlar birikir, sandalyeler birikir, yollar birleşir bir yerde…
Aslına bakarsanız ‘Ben hiçbir şeyden korkmam!’ deyişimiz bile yalnızlıkla ilgilidir.
Daha doğrusu ‘bir gün gerçekten tek başımıza kalmaktan korktuğumuzun’ itirafıdır.
Çünkü seslerden, yüzlerden yorulmak ve ıssızlığı aramak, yalnızlığı sevmekle aynı şey değildir.
‘Ben yalnızlığı severim’ demek, yalanın danıskasıdır!
Gerçekte hiç kimse yalnızlığı sevmez.
Ama bazıları yalnızlığa birlikte göğüs gereceği insanı asla bulamaz ve bütün hayatı boyunca kendi kendine katlanmak zorunda kalır.
İşte bu, en feci işkencedir!
Gerçek yalnızlık odur.
Ama öte yandan şunu biliyoruz ki ‘bir insanın deneyimleyebileceği en sarsıcı ve en destansı meydan okuma’, üstesinden gelinmesi en güç şey de yine ‘kendi kendine katlanma’ zorunluluğudur.
Bunu başarınca insan, başka bir şeye dönüşüyor.
Hayatın başka bir aşamasına geçiyor.
Hâlâ da öyle…
Tamamlanmış ya da yarım kalmış ama her halükârda geride bırakılmış şeyler, solgun siyah-beyaz fotoğraflar gibi. Sesleri çıkmaz. Gülen yüzler bile aslında artık fazlasıyla keder yüklüdür. Her şey artık ölü bir anıdır.
Onun için geçmiş, her zaman yalnızlıkla ilgilidir.
Aşk da…
Yalnızlıkla ilgilidir.
Mutlak vuslatın olmadığı, herkesin ve her şeyin sürekli eskidiği, yıprandığı, ayrıldığı, parçalandığı, yalnızlaştığı bir dünya…
Bu çok fena!
***
Kitaplar, diller, sokaklar, parklar, parklardaki banklar, bankların yanı başındaki lambalar…
Hepsi yalnızlıkla ilgili şeylerdir.
Biri gelir yanınızdan geçer, biri duraklar ve oradaki ağacın gölgesine bakar, sonra bir şeyler söyler, bir havuz fıskiyesi küflenir ve sözcüklere bezenir, sonra su akar, havuzlar dolar, boşalır, sonbahar gelir…
Çocuklar, havuz kenarlarını çoktan terk etmiştir.
Ve yani bütün mevsimler yalnızlaşmayla ilgilidir.
***
Aslında herkes ve her şey yalnızlıktan korkar ve ondan kurtulmak için çabalar.
Bütün canlı varlıklar, nesneler; çoğalma ve birikme eğilimindedir…
Ağaçlar birikir, sandalyeler birikir, yollar birleşir bir yerde…
Aslına bakarsanız ‘Ben hiçbir şeyden korkmam!’ deyişimiz bile yalnızlıkla ilgilidir.
Daha doğrusu ‘bir gün gerçekten tek başımıza kalmaktan korktuğumuzun’ itirafıdır.
Çünkü seslerden, yüzlerden yorulmak ve ıssızlığı aramak, yalnızlığı sevmekle aynı şey değildir.
‘Ben yalnızlığı severim’ demek, yalanın danıskasıdır!
Gerçekte hiç kimse yalnızlığı sevmez.
Ama bazıları yalnızlığa birlikte göğüs gereceği insanı asla bulamaz ve bütün hayatı boyunca kendi kendine katlanmak zorunda kalır.
İşte bu, en feci işkencedir!
Gerçek yalnızlık odur.
Ama öte yandan şunu biliyoruz ki ‘bir insanın deneyimleyebileceği en sarsıcı ve en destansı meydan okuma’, üstesinden gelinmesi en güç şey de yine ‘kendi kendine katlanma’ zorunluluğudur.
Bunu başarınca insan, başka bir şeye dönüşüyor.
Hayatın başka bir aşamasına geçiyor.