
İnsanın hayat hakkında hâlâ öğrenemediği bir şeyin var olması mümkün mü?
Yanıtı dört seçeneğe sığdırmayı deneyelim:
Birinci yanıt: Evet!
İkinci yanıt: Evet; çünkü…
Üçüncü yanıt: Evet; ama…
Dördüncü yanıt: Hayır!
Üçüncü yanıt bana uyar.
Evet; ama belki 40 bin yıldır, her gün yaklaşık 40 bin nefes çekerek içine daldığımız ve neredeyse her haline aşina olduğumuz şu hayat teranesi hakkında bilmediğimiz şey, ne olabilir ki?..
Aşk, nefret, ihtiras, tutku, karakter ya da çıkar çatışması, rekabet, soykırım, savaş, barış ve daha nice duygu veya duruma dair sayısız gerçek hikaye; oluştu, yaşandı ve bitti…
Hem de ulu orta, insanoğlunun gözü önünde…
Ama durum bundan ibaret değil; berbat sicilimize rağmen galiba yine de mütevazıyız; hala birçok şeyi bilmediğimizi itiraf edebiliyoruz mesela…
Televizyon dizilerine düşkünlüğümüz bunun bir kanıtı.
Üniversitedeki ofisinde öğrencileriyle bir dizinin son bölümündeki olayları tahlil eden profesör görmüştüm. Orada hakkında konuşulanlar, komik mantık hataları yapıla yapıla birbirine ulanmış kurgulanmış sine-masal olaylardı ve fakat 50’sini henüz geçmiş profesör, dizinin işlevini ve söylemini ‘Harikulade’ olarak nitelendiriyordu. ‘Herkes bu diziyi izlese, kimsenin gazete, roman falan okumasına lüzum kalmaz, Türk milletini de kimse kazıklayamaz!’ diyordu o profesör…
Bir profesör!
Öğrencilerine böyle sesleniyordu…
Yine piyasa malı bir dizinin repliklerini edebi bulup bulmadığımı soran bir cerrah girdi hayatıma.
Ömrünün beşte dördü eğitim almakla geçmişti ve neşteriyle muhayyeleme öyle derin bir kesik attı ki: ‘Tolstoy dünyaya yeniden gelse bu dizide geçen cümleleri öyle kolay kolay yazamazdı, değil mi Savaşkan Bey?’
(?!?)
Becerirdi becermesine; ama Tolstoy, bugün müptelası olunan dizilere senaryo yazmayı kabul etmezdi diye düşünüyorum!
Bu fikrimi cerrah dostuma söylemedim, sorusuna yanıt vermemeyi tercih ettim ve ‘Tolstoy’un hangi kitabını daha çok sevdiğini’ sordum. Öğrendim ki dostum Tolstoy’un herhangi bir kitabını, hatta biyografisini bile okumamıştı.
Tolstoy, ‘bir referans’ olarak arada kaynayıp gitmişti yani…
***
Parlamento koridorlarında milletvekillerinin konuştuğu diziler ve dizi kahramanları da var, biliyorum…
Bunlar birer ‘yansımış olgu’…
Diyelim ki sosyolojik anlamda birer kanıt.
Dizilerin her kültür katmanından müptelaları var ve muhtemelen bunlar, nüfus içinde çoğunluğu oluşturuyor.
Yaşlıların ya da gençlerin, profesörlük tezi yazmışların ya da okur-yazar olmayanların oluşturduğu bir kalabalık…
Pek tabii yine yaşlıların veya gençlerin, profesörlük tezi yazmışların veya okur-yazar olmayanların oluşturduğu bir de ‘durumun vehametine vâkıf azınlık’ var…
Böyle olmasının en büyük nedeni, girişte de gevelediğim gibi, hayata dair merakımız ve hayattayken öğrenebileceğimiz daha birçok sırrın hala var olduğunu düşünüyor oluşumuz. Çoğunlukla…
Merak duygumuz, bizi kışkırtıyor…
Mesela yürek yakan töre terörünün her ayrıntısını öğrenmek istiyoruz. Mağdurlar neler hissediyor, terörü uygulayanlar neye sığınıyor; bu bilgiye, onun hakkında doktora tezi yazacak kadar vakıf olmak istiyoruz.
Hayatın akışına daha iyi karışmak için…
Ve daha da önemlisi ‘önüne geçebilmek için’!
Sadece yoksulluğun değil, ‘aldanışların ve aldatılışların’ da önüne geçebilmek için…
Ve mesela…
Dizilerin genç ve karizmatik ağalarından zengin olup sınıf atlamanın bir yolunu öğrenmeyi umuyoruz. Üstümüze çığ gibi inen ekonomik, sosyal, psikolojik sorunları aşmak için pürdikkat onları izliyoruz; ola ki bir dizi kahramanı, bir sihirli reçete yazıverir adımıza…
İşte o kurtuluş anını kaçırmayalım diye bütün itinamız…
Olanca dikkatimiz…
Ya da tersine ‘dalgınlığımız ve bu hâl-i pürmelâlimiz’…
Doğrusu şudur ki okumaya, edebiyata, kitaplara sığınmak gerek!
Dizi izlemekten biraz daha yorucu olsa da yegâne çıkış yolu bu…
İkinci, üçüncü, dördüncü ve sonraki ‘çoğaltılmaya uygun hayatlarımız’ söz konusu olduğunda ise bizzat hayatın kendisine bakmak, ondan medet ummak gerek.
Aslında bizi en fazla yoran da budur.
Hayat, zaten çok değerli, paha biçilemez…
Ama bu derin yorgunluk hissi, hayatın değerini daha da artırır.
(Arşivden uyarlama: Pusula, 8 Şubat 2013)