‘Ömer Hayyam yaşarken ülkesinin hükümdarı kimdi?’ biliyor musunuz?
Şehrinizde, okulunuzda ya da çalıştığınız iş yerinde bu soruyu hiçbir kaynağa yönelmeden yanıtlayabileceklerin sayısı herhalde başlıktaki sözcük sayısından daha azdır.
Orası tamam da şimdi niye sordum ben bu soruyu?
İşte bu değerli yanıtı -ve yani esas gerekçeyi- bulabilmek için 2.Dünya Savaşı’nın başladığı yıla, 1940’ın Bursa’sına gidelim:
“1940 yılı sonbaharında Adalet Bakanlığı'ndan bir müfettiş Bursa Mahpushanesi'ni denetlemektedir.
Şair Nâzım Hikmet Ran’ın orada olduğunu pek tabii bilmektedir. Denetimi bitirdikten sonra cezaevi müdürüne:
-Şu Nâzım… Buradaymış, çağır da görelim, nasıl biridir?
der ve büyük ustayı ayağına çağırtır. Müdür koltuğuna kurulan müfettiş önce şairi tepeden tırnağa süzer…
-Demek Nâzım Hikmet sensin…
der ama oturması için yer göstermez. Kısa bir konuşma sonrası,
-Gidebilirsin!
der. Nazım tam kapıdan çıkarken durur, müfettişe döner:
-Ömer Hayyam'ı duydunuz mu hiç?
diye sorar. Müfettiş hemen atılır:
-Kim duymamıştır ki Hayyam'ı?
Nazım:
-Peki, Hayyam zamanında İran hükümdarı kimdi?
diye sorar.
Müfettiş şaşırır. Cevap veremez tabii. Nazım konuşmasını sürdürür:
-Görüyorsunuz ya, sanatçıyı anımsadınız ama hükümdarı anımsayamadınız. Memurunu sormuyorum bile… Yıllar sonra beni dünya anımsayacak ama sizi de sizin Adalet Bakanınızı da hiç kimse anımsamayacak. Bunu biliyorsunuz değil mi?
der ve odadan çıkar…”
Nâzım’ın müfettişe sorduğu sorunun başka varyasyonlarını da oluşturabiliriz:
Schiller öldüğünde Alman İmparatoru kimdi?
Thomas S. Eliot Çorak Ülke’yi yazdığında Amerikan Başkanı kimdi?
Hangi Çar Puşkin’den nefret ediyordu?
Hatırlayan var mı?
Yok!
Ya da çok az, başlıktaki sözcük sayısından azdır…
Ama Schiller’i, Eliot’ı, Puşkin’i biliyoruz.
Tıpkı Michelangelo’yu, Da Vinci’yi, Socrates’i, Homeros’u bildiğimiz gibi…
Tıpkı Dede Korkut’u, Yunus’u, Pir Sultan Abdal’ı, Nâzım’ı bildiğimiz gibi…
Ve onların çağına hükmetmiş sultanları, hakanları, hükümdarları pek anımsayamıyor oluşumuz gibi…
Bu anımsama-anımsamama durumu, hayatta neyin daha değerli ve kalıcı olduğu hakkında bize fikir veriyor.
Hoşunuza gitse de gitmese de…
***
Bu yazının ana fikriyle ilgisi yok ama başlıkta size sorduğum -aslında Nazım’ın müfettişe sorduğu- o soru yanıtsız kalmasın diye şu ‘faydasız bilgiyi’ paylaşıp bitireyim:
Asıl adı Giyaseddin Ebu'l Feth Bin İbrahim El Hayyam olan ve edebiyat tarihine adını Ömer Hayyam olarak yazdıran İranlı astronom, bilim insanı, mucit, filozof ve şair, 1048-1131 yılları arasında yaşamış.
Çoğu bilim ve Matematik temalı olmak üzere 18 kitap yazmış.
Bunlar adı bilinen, bugüne erişen kitapları. Daha fazlasını yazdığı ama bir kısmının yok edildiği veya kaybolup gittiği düşünülüyor. Aynı Hayyam, rubai türünün mucidi ve gelmiş geçmiş en başarılı temsilcisi sayılıyor.
Onun yaşadığı dönemde ülkesi İran, Büyük Selçuklu İmparatorluğu hakimiyeti altındaydı ve o yaşarken ülkesini sırasıyla 1.Melikşah, 1.Mahmud, Berkyaruk, 2.Melikşah ve Muhammed Tapar ve yani beş ayrı hükümdar yönetmişti.
Ama Hayyam’ın belki de en büyük şansı, o beş hükümdar dışında kendisi gibi aydın görüşlü biri olan Vezir Nizamülmülk’ün yönetimine ve yaşam görüşüne de tanıklık etmesiydi.
Bursa mahpushanesini 1940 sonbaharında denetleyen o müfettiş, Hayyam’ı herkes kadar biliyordu ama Nizamülmülk’ü bilmiyordu…
Şehrinizde, okulunuzda ya da çalıştığınız iş yerinde bu soruyu hiçbir kaynağa yönelmeden yanıtlayabileceklerin sayısı herhalde başlıktaki sözcük sayısından daha azdır.
Orası tamam da şimdi niye sordum ben bu soruyu?
İşte bu değerli yanıtı -ve yani esas gerekçeyi- bulabilmek için 2.Dünya Savaşı’nın başladığı yıla, 1940’ın Bursa’sına gidelim:
“1940 yılı sonbaharında Adalet Bakanlığı'ndan bir müfettiş Bursa Mahpushanesi'ni denetlemektedir.
Şair Nâzım Hikmet Ran’ın orada olduğunu pek tabii bilmektedir. Denetimi bitirdikten sonra cezaevi müdürüne:
-Şu Nâzım… Buradaymış, çağır da görelim, nasıl biridir?
der ve büyük ustayı ayağına çağırtır. Müdür koltuğuna kurulan müfettiş önce şairi tepeden tırnağa süzer…
-Demek Nâzım Hikmet sensin…
der ama oturması için yer göstermez. Kısa bir konuşma sonrası,
-Gidebilirsin!
der. Nazım tam kapıdan çıkarken durur, müfettişe döner:
-Ömer Hayyam'ı duydunuz mu hiç?
diye sorar. Müfettiş hemen atılır:
-Kim duymamıştır ki Hayyam'ı?
Nazım:
-Peki, Hayyam zamanında İran hükümdarı kimdi?
diye sorar.
Müfettiş şaşırır. Cevap veremez tabii. Nazım konuşmasını sürdürür:
-Görüyorsunuz ya, sanatçıyı anımsadınız ama hükümdarı anımsayamadınız. Memurunu sormuyorum bile… Yıllar sonra beni dünya anımsayacak ama sizi de sizin Adalet Bakanınızı da hiç kimse anımsamayacak. Bunu biliyorsunuz değil mi?
der ve odadan çıkar…”
Nâzım’ın müfettişe sorduğu sorunun başka varyasyonlarını da oluşturabiliriz:
Schiller öldüğünde Alman İmparatoru kimdi?
Thomas S. Eliot Çorak Ülke’yi yazdığında Amerikan Başkanı kimdi?
Hangi Çar Puşkin’den nefret ediyordu?
Hatırlayan var mı?
Yok!
Ya da çok az, başlıktaki sözcük sayısından azdır…
Ama Schiller’i, Eliot’ı, Puşkin’i biliyoruz.
Tıpkı Michelangelo’yu, Da Vinci’yi, Socrates’i, Homeros’u bildiğimiz gibi…
Tıpkı Dede Korkut’u, Yunus’u, Pir Sultan Abdal’ı, Nâzım’ı bildiğimiz gibi…
Ve onların çağına hükmetmiş sultanları, hakanları, hükümdarları pek anımsayamıyor oluşumuz gibi…
Bu anımsama-anımsamama durumu, hayatta neyin daha değerli ve kalıcı olduğu hakkında bize fikir veriyor.
Hoşunuza gitse de gitmese de…
***
Bu yazının ana fikriyle ilgisi yok ama başlıkta size sorduğum -aslında Nazım’ın müfettişe sorduğu- o soru yanıtsız kalmasın diye şu ‘faydasız bilgiyi’ paylaşıp bitireyim:
Asıl adı Giyaseddin Ebu'l Feth Bin İbrahim El Hayyam olan ve edebiyat tarihine adını Ömer Hayyam olarak yazdıran İranlı astronom, bilim insanı, mucit, filozof ve şair, 1048-1131 yılları arasında yaşamış.
Çoğu bilim ve Matematik temalı olmak üzere 18 kitap yazmış.
Bunlar adı bilinen, bugüne erişen kitapları. Daha fazlasını yazdığı ama bir kısmının yok edildiği veya kaybolup gittiği düşünülüyor. Aynı Hayyam, rubai türünün mucidi ve gelmiş geçmiş en başarılı temsilcisi sayılıyor.
Onun yaşadığı dönemde ülkesi İran, Büyük Selçuklu İmparatorluğu hakimiyeti altındaydı ve o yaşarken ülkesini sırasıyla 1.Melikşah, 1.Mahmud, Berkyaruk, 2.Melikşah ve Muhammed Tapar ve yani beş ayrı hükümdar yönetmişti.
Ama Hayyam’ın belki de en büyük şansı, o beş hükümdar dışında kendisi gibi aydın görüşlü biri olan Vezir Nizamülmülk’ün yönetimine ve yaşam görüşüne de tanıklık etmesiydi.
Bursa mahpushanesini 1940 sonbaharında denetleyen o müfettiş, Hayyam’ı herkes kadar biliyordu ama Nizamülmülk’ü bilmiyordu…