Hükümetin “Biz bize yeteriz” kampanyasını başlattıktan sonra özellikle sosyal medya üzerinden yapılan paylaşımları okuduğumuzda ülkemizin millî birlik ve bütünlüğü sağlama noktasında atması gereken çok fazla adımın olduğunu görmekteyiz.
Büyük salgınlardan sonra birçok ülkede iktidar değişikliği olduğu, iktidar partilerinin bu durumdan büyük yaralarla çıktığı beklentisinden hareketle bu salgından mağdur kesimin sayısının artması için dua eden, yapılan yardımları, sorunu çözmek için atılan adımları hafife alan, yalan yanlış bildirimlerde bulunan veya paylaşımlar yapan insanların sayısının çok fazla olduğu görülmektedir.
Ülkenin bu epidemiden büyük badire atlatacağı gerçeği, bazılarının iştahını kabartmakta, bunların, yıkılmış, harap olmuş hanenin yeni sahibi olma arzusuyla avuçlarını nasıl ovuşturduklarına şahit olmaktayız.
Bizim millet olarak birlik beraberlik oluşturmada çok eskiden beri sorun yaşadığımız, en felaket anından bile medet umduğumuz gerçeği tarihin birçok döneminde görülmüş bu da millet olarak bizi zor durumda bırakmıştır.
Mondros Mütarekesi sonrası Osmanlı İmparatorluğu dağılmış, ordusuna el konulmuş, İstanbul, İzmir işgal edilmiş olmasına rağmen bazıları, buna İttihat ve Terakkicilerin sebep olduğunu dile getirmiş ve Anadolu’da işgale karşı mücadele verenlere İttihatçı gözü ile bakmış, onlara duydukları hınç nedeni ile İstanbul’u İngilizlerin, İzmir’i Yunanlıların işgal etmesine ses çıkarmamışlardır.
Mütareke döneminde ekmeğin fiyatı otuz sekiz, şekerin fiyatı altmış beş kat artmıştır. Yine o dönemde Kemal Tahir’in Esir Şehrin İnsanları romanında belirtiği gibi İngiliz Muhipleri Cemiyetine üye olanların sayısı elli bini bulmuş, Rumlar ve Ermenilerin aleni sevinçleri bile onlarda millî ve vicdanî bir sızı uyandırmamıştı.
Rusya’daki Bolşevik İhtilali nedeni ile iki yüz bine yakın Rus İstanbul’a iltica etmiş, İstanbul’un bazı bölgeleri Rus kadınlarının aracılığı ile fuhuş merkezine dönüşmüştü. O dönemde halk denize girmeyi Ruslardan öğrenmiş, Rusların giymiş olduğu kürkler zenginliğin, hanımefendiliğin alameti sayılmış, sonradan görme zenginler, kürk giyme yarışını başlamıştı.
Rus kadınlarının yaymış olduğu fuhşiyat İstanbul’u esir almış, Yakup Kadri’nin Sodom ve Gomore adlı romanında anlattığı gibi, İstanbul’daki rezalet Bizans dönemini aratır olmuştu.
Tefecilik, karaborsacılık çığ gibi büyümüş, yeni türedi zenginler şehrin her tarafına yayılmıştı. Mithat Cemal Kuntay’ın dediği gibi ülkemiz, Umumi Harpte kazanıp sırıtanlarla, kazanamayıp somurtanlar ülkesine dönüşmüştü.
Yine o dönemde cepheden kaçan pala bıyıklı, eli kamalı sahte delikanlılar, İstanbul Beyoğlu’nda karı kız peşine düşmüş, sarhoş naraları atarak yiğitlik taslamışlardı. Bütün bu soysuzluk ve hainliklere rağmen, memleketini seven, Türk milletine esaret vurulamayacağına inanan insanlar, İstanbul ve İzmir’in işgalini protesto etmek amacı ile yetmiş altı değişik noktada yüz elli dokuzdan fazla miting düzenlemiş, Ankara’da Millî Mücadele’yi başlatanlara cephane, asker sevkiyatını organize etmiş, memleketin zorlu zamanlarındaki bu durumunda damarlarındaki asil kanın gereği gibi hareket etmişlerdir.
Elbette ki insanların düşüncelerini söyleme, istedikleri yere istedikleri kadar bağış yapma hakları vardır. Bu kişilere saygı göstermek gerekmektedir. Fakat hükümetin “Biz bize yeteriz Türkiye’m” sloganı ile başlatmış olduğu kampanyayı baltalamak isteyen insanların sayısını ve Türk insanının gururunu kırıcı paylaşımlarını gördükçe eski huyumuzun devam ettiğine şahit olmaktayız.
Hâlbuki memleketimize siyaset girmeden önce insanımız daha merhametli, daha güven vericiydi. Osmanlı’yı XVI. Yüzyılın sonlarına doğru ziyaret eden Lewenklaw (Tournefort Seyahatnamesi’nde belirtmiştir.) Türkiye’de ne dilenci, ne de para isteyen kimsenin olmadığını, çünkü onların gereksinimlerinin karşılandığını, varlıklı kimselerin hapishanelere giderek borç nedeniyle hapse düşenleri kurtardığını, çekingen yoksullara titizlikle yardım edildiğini, yangınlar yüzünden perişan olan birçok ailenin yardımlarla ev sahibi olduklarını, Vebalı hastalar komşularının kesesinden ve tekkelerin kaynaklarından yardım aldıklarını dile getirmektedir.
Ülkemizin içinde bulunduğu dönem eski günleri tekrar daha güzel bir şekilde diriltme zamanıdır. Herkes sorumluluk sahibi olmak, bu beladan en az hasarla çıkmak için üzerine düşen görevi yapmak zorundadır.
Büyük salgınlardan sonra birçok ülkede iktidar değişikliği olduğu, iktidar partilerinin bu durumdan büyük yaralarla çıktığı beklentisinden hareketle bu salgından mağdur kesimin sayısının artması için dua eden, yapılan yardımları, sorunu çözmek için atılan adımları hafife alan, yalan yanlış bildirimlerde bulunan veya paylaşımlar yapan insanların sayısının çok fazla olduğu görülmektedir.
Ülkenin bu epidemiden büyük badire atlatacağı gerçeği, bazılarının iştahını kabartmakta, bunların, yıkılmış, harap olmuş hanenin yeni sahibi olma arzusuyla avuçlarını nasıl ovuşturduklarına şahit olmaktayız.
Bizim millet olarak birlik beraberlik oluşturmada çok eskiden beri sorun yaşadığımız, en felaket anından bile medet umduğumuz gerçeği tarihin birçok döneminde görülmüş bu da millet olarak bizi zor durumda bırakmıştır.
Mondros Mütarekesi sonrası Osmanlı İmparatorluğu dağılmış, ordusuna el konulmuş, İstanbul, İzmir işgal edilmiş olmasına rağmen bazıları, buna İttihat ve Terakkicilerin sebep olduğunu dile getirmiş ve Anadolu’da işgale karşı mücadele verenlere İttihatçı gözü ile bakmış, onlara duydukları hınç nedeni ile İstanbul’u İngilizlerin, İzmir’i Yunanlıların işgal etmesine ses çıkarmamışlardır.
Mütareke döneminde ekmeğin fiyatı otuz sekiz, şekerin fiyatı altmış beş kat artmıştır. Yine o dönemde Kemal Tahir’in Esir Şehrin İnsanları romanında belirtiği gibi İngiliz Muhipleri Cemiyetine üye olanların sayısı elli bini bulmuş, Rumlar ve Ermenilerin aleni sevinçleri bile onlarda millî ve vicdanî bir sızı uyandırmamıştı.
Rusya’daki Bolşevik İhtilali nedeni ile iki yüz bine yakın Rus İstanbul’a iltica etmiş, İstanbul’un bazı bölgeleri Rus kadınlarının aracılığı ile fuhuş merkezine dönüşmüştü. O dönemde halk denize girmeyi Ruslardan öğrenmiş, Rusların giymiş olduğu kürkler zenginliğin, hanımefendiliğin alameti sayılmış, sonradan görme zenginler, kürk giyme yarışını başlamıştı.
Rus kadınlarının yaymış olduğu fuhşiyat İstanbul’u esir almış, Yakup Kadri’nin Sodom ve Gomore adlı romanında anlattığı gibi, İstanbul’daki rezalet Bizans dönemini aratır olmuştu.
Tefecilik, karaborsacılık çığ gibi büyümüş, yeni türedi zenginler şehrin her tarafına yayılmıştı. Mithat Cemal Kuntay’ın dediği gibi ülkemiz, Umumi Harpte kazanıp sırıtanlarla, kazanamayıp somurtanlar ülkesine dönüşmüştü.
Yine o dönemde cepheden kaçan pala bıyıklı, eli kamalı sahte delikanlılar, İstanbul Beyoğlu’nda karı kız peşine düşmüş, sarhoş naraları atarak yiğitlik taslamışlardı. Bütün bu soysuzluk ve hainliklere rağmen, memleketini seven, Türk milletine esaret vurulamayacağına inanan insanlar, İstanbul ve İzmir’in işgalini protesto etmek amacı ile yetmiş altı değişik noktada yüz elli dokuzdan fazla miting düzenlemiş, Ankara’da Millî Mücadele’yi başlatanlara cephane, asker sevkiyatını organize etmiş, memleketin zorlu zamanlarındaki bu durumunda damarlarındaki asil kanın gereği gibi hareket etmişlerdir.
Elbette ki insanların düşüncelerini söyleme, istedikleri yere istedikleri kadar bağış yapma hakları vardır. Bu kişilere saygı göstermek gerekmektedir. Fakat hükümetin “Biz bize yeteriz Türkiye’m” sloganı ile başlatmış olduğu kampanyayı baltalamak isteyen insanların sayısını ve Türk insanının gururunu kırıcı paylaşımlarını gördükçe eski huyumuzun devam ettiğine şahit olmaktayız.
Hâlbuki memleketimize siyaset girmeden önce insanımız daha merhametli, daha güven vericiydi. Osmanlı’yı XVI. Yüzyılın sonlarına doğru ziyaret eden Lewenklaw (Tournefort Seyahatnamesi’nde belirtmiştir.) Türkiye’de ne dilenci, ne de para isteyen kimsenin olmadığını, çünkü onların gereksinimlerinin karşılandığını, varlıklı kimselerin hapishanelere giderek borç nedeniyle hapse düşenleri kurtardığını, çekingen yoksullara titizlikle yardım edildiğini, yangınlar yüzünden perişan olan birçok ailenin yardımlarla ev sahibi olduklarını, Vebalı hastalar komşularının kesesinden ve tekkelerin kaynaklarından yardım aldıklarını dile getirmektedir.
Ülkemizin içinde bulunduğu dönem eski günleri tekrar daha güzel bir şekilde diriltme zamanıdır. Herkes sorumluluk sahibi olmak, bu beladan en az hasarla çıkmak için üzerine düşen görevi yapmak zorundadır.