Haftalardır deprem ile ilgili yazılarıma devam ediyorum ve elimden geldiğinde yazmaya devam edeceğim. Zira biz hukukçulara bu aşamada gerçekten çok iş düşüyor. Bunun bilinci ile hareket etmek, toplumu bilinçlendirmek ve elimizi taşın altına koymak zorundayız. Depremden etkilenen illerimiz ve etkilenen milyon üzeri insanımız var, ve bu insanlarımızın asıl şimdi biz hukukçulara ihtiyacı var. Bu haftaki yazımda genel olarak deprem durumunda idarenin sorumluluğuna değineceğim. Türk hukuk sistemimizde idarenin sorumluluk türlerine baktığımızda karşımıza idarenin iki tür sorumluluğu çıkmaktadır. Bunlar idarenin kusur sorumluluğu ve idarenin kusursuz sorumluluğudur.. Aslında normlar hiyerarşisinin en tepesinde yer alan anayasamız, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan sorumluluğunu kusursuz sorumluluk olarak değerlendirmekte ve kusuru bir şart olarak aramadan, doğan zararlardan sorumlu tutmaktadır. Kusur sorumluluğu ve kusursuz sorumluluk arasında önemli olan doğan zararla idarenin davranışları arasında bir nedensellik bağının olup olmamasıdır. Hukuk doktrini açısından depremin bir mücbir sebep olduğu noktasında tartışma bulunmamaktadır. Peki mücbir sebep olarak nitelendirilen deprem idarenin sorumluluğunu kaldıracak mıdır? Mücbir sebep aslında özü itirabiyle öngörülemeyen şeyler için kullanılan bir kavramdır. Bu yüzyılda ve bilim ve teknoloji bu kadar gelişmişken depremi öngörülemeyen mücbir sebep olarak nitelendirmek ne kadar doğru olacaktır. Bu nedenle oluşan zararla idarenin davranışı arasında oluşan nedensellik bağı ortadan kalkar gibi bir sonuca ulaşamayız. İdarenin genel olarak yerine getirmekle yükümlü olduğu bir imar mevzuatı varken, bu mevzuata uygun olarak yerine getirilmeyen davranışlarından ötürü bir hizmet kusuru oluşacaktır. Ve bu hizmet kusuru yukarıda yaptığım tasnif içerisinde idarenin kusur sorumluluğu içerisinde yer almaktadır. İdarenin eylemleri bakımından idarenin yerine getirmesi gereken bir hizmetin hiç işlememesi, geç veya eksik işlemesi de idarenin hizmet kusurunu oluşturur ve bunun tazmin edilmesi gerekir. Aslında tam bu noktada, idarenin harekete geçmesi noktasında, idarenin harekete geçmeyip eylemsiz kalması da yine kusurun varlığı için yeterli bir sebep oluşturmaktadır. Yüksek yargı kararlarını incelediğimizde, depremin mücbir sebep olduğu kabul edilse de depremin meydana geldiği yer ve şartlara göre ayrı ayrı değerlendirmelerde bulunulduğunu görmekteyiz. İdarenin kusursuz sorumluluğu gerek yargı kararlarında gerek se doktrinde “Risk (Tehlike) İlkesi”, “Sosyal Risk” ve “Kamu Külfetleri Karşısında Eşitlik İlkesi” temellerine dayandırılmaktadır. İdare hukukumuzda idarenin sorumluluğunu duruma göre azaltırken duruma göre ise ortadan kaldırabilecek haller ise, beklenmeyen hal, zarar görenin kusuru, 3. kişinin kusuru ve mücbir sebeplerdir. Bu hafta ve önümdeki hafta mücbir sebep olarak depremin idarenin sorumluluğunu kaldırıp kaldırmayacağını detaylıca anlatacağım. Mücbir sebep aslında idarenin hem kusur sorumluluğunu hem de kusursuz sorumluluğunu ortadan kaldırmaktadır. Ancak yazımın başında da belirttiğim üzere bilim ve teknoloji bu kadar ilerlemişken ve her olay bakımından ayrı gerek hukuki gerekse de teknik bir değerlendirme yapmaksızın basmakalıp bir ifade ile idarenin sorumluluğu ortadan kalkmıştır diyemeyiz. (devam edecek)
Av. Arb. Selçuk YILDIZ
Av. Arb. Selçuk YILDIZ