
Milli Eğitim Bakanlığı önümüzdeki dönemden itibaren beşinci sınıflarda yabancı dil eğitimine ağırlık verileceğini duyurdu. Şu anda okul öncesi sınıflarda bile yabancı dil okutulmaktadır. Bundan sonra sistematik bir şekilde ilköğretimde yabancı dil öğretimine ağırlık verileceği görülmektedir.
Bizim millet olarak yabancı dil ile olan sorunumuz yıllar öncesine dayanmaktadır. Bugün modern manada Dil bilgisi Çeviri Yönetimi olarak bilinen ve dil bilgisi kurallarının öğretiminin ağırlık kazandığı bu sisteme Selçuklu ve Osmanlı medreselerinde büyük bir önem verilmekteydi. Çeviride anlam kaybının olmaması için en azami gayretin gösterildiği bu anlayışta, yanlış çevrilecek ya da anlam kaybına uğrayacak bir ayetin veya hadisin öbür dünyada bile vebalinin olduğu düşünülmekteydi.
Bu bakış açısında yabancı dil öğretiminde iletişimin ana kaynağı olan konuşma, yazma ve dinleme boyutları ikinci plana itilmekte, sadece yazılanın doğru bir şekilde anlaşılmasına büyük bir çaba harcanmakta, bu vesile ile dil bilgisi kuralları ile kelime ezberine ağırlık verilmekteydi. Bu şekilde öğrenilen bir dil, günlük yaşamda bireylerin hiçbir işine yaramadığı gibi, böyle bir eğitim de büyük bir zaman kaybına neden olmaktaydı. Bu anlayış bugün milli eğitimin tüm okullarında geçerliliğini hâlâ korumaktadır.
LYS sınavları da bu anlayış üzerinde işlediği ve bu durum üniversitelerde de YDS mantığında devam ettiği için yabancı dil eğitiminde istenilen seviyeyi yakalamak oldukça uzak bir ihtimal olarak görülmektedir.
Bizim yabancı dil öğretmede başarısızlığımız bir vesile ile o dili kısmen öğrenenlerin kendilerini ayrıcalıklı sanmalarına neden olmaktadır. Toplum genelinde hissedilen bu durum, aileleri çocuklarının daha küçük yaşta İngilizce öğrenmeye başlarlar ise bu sorunu kökünden halledecekleri düşüncesine sevk etmektedir.
Bu ezikliğin yansıması olarak İstanbul’da bir anaokulu “anne karnında İngilizceyi öğretiyoruz” diye reklam afişleri asarak güya yabancı dil öğretimindeki başarısını cahilce sergilerken millet olarak düştüğümüz acı durumu ortaya koymaktadır.
Türkçe ağzımda annemin ak sütüdür diyen Yahya Kemal bu durumu görseydi acaba neler hissederdi?
Avrupa’da herkes ikinci bir dil bilmekte fakat hiç kimse ikinci bir dil biliyor diye kendi dil ve kültürü ile eziklik duymamaktadır. Bizde ikinci bir dili bildiğini sanan kişiler, bir anda o dilini bildikleri milletin hizmetçisiymiş gibi o dilin kültürünü savunmaya, o dili öven eylem ve söylemlere yönelmektedirler.
Kurtuluş Savaşında Osmanlı bürokrasisinin ve aydınının birçoğu Fransızca bilmekte ve Batıya aşırı hayranlık duymaktaydılar. Bu yüzden onların çoğu ilk başlarda Kurtuluş Savaşını desteklemek yerine, Amerikan veya İngiliz (dolayısı ile batının) mandası altına girmeyi kabul etmişlerdi. Daha önceleri Arapça öğrenenlerin Araplar karşısında eziklik yaşamaları gibi Batıyı tanıyanların da onun karşısında ezilmeleri eğitim sisteminin insanlarımızın zihnini nasıl öldürdüğünü göstermektedir. Milli duruşu olmayan bir eğitimin bu millete hiçbir faydasının olmayacağını artık çok iyi anlamamız gerekiyor.
İlkokullarda öğrencilerimize İngilizcenin ağırlık kazanacağı bir eğitim vermeye hazırlanırken daha dikkatli olmamız gerektiğini anlamalıyız. Daha küçük yaştan itibaren kendi kültürel kodlarının farkına varmayan, başta öğretmenin ve çevresinin etkisinde kalarak yabancı dilde iki kelime bildiği için özenti içine giren ve zihnini dilimizin ve kültürümüzün hafifliği ile donatan gençlere ileri yaşlarda milli bilinci kazandırmada çok zorluk çekeceğimiz de unutulmasın.
Türkçe sevgisini ve tadını vermeden onların zihnini yabancı dil ile bozmanın bedelini maalesef çok daha ağır bir şekilde ödemek zorunda kalabiliriz.
Bizim millet olarak yabancı dil ile olan sorunumuz yıllar öncesine dayanmaktadır. Bugün modern manada Dil bilgisi Çeviri Yönetimi olarak bilinen ve dil bilgisi kurallarının öğretiminin ağırlık kazandığı bu sisteme Selçuklu ve Osmanlı medreselerinde büyük bir önem verilmekteydi. Çeviride anlam kaybının olmaması için en azami gayretin gösterildiği bu anlayışta, yanlış çevrilecek ya da anlam kaybına uğrayacak bir ayetin veya hadisin öbür dünyada bile vebalinin olduğu düşünülmekteydi.
Bu bakış açısında yabancı dil öğretiminde iletişimin ana kaynağı olan konuşma, yazma ve dinleme boyutları ikinci plana itilmekte, sadece yazılanın doğru bir şekilde anlaşılmasına büyük bir çaba harcanmakta, bu vesile ile dil bilgisi kuralları ile kelime ezberine ağırlık verilmekteydi. Bu şekilde öğrenilen bir dil, günlük yaşamda bireylerin hiçbir işine yaramadığı gibi, böyle bir eğitim de büyük bir zaman kaybına neden olmaktaydı. Bu anlayış bugün milli eğitimin tüm okullarında geçerliliğini hâlâ korumaktadır.
LYS sınavları da bu anlayış üzerinde işlediği ve bu durum üniversitelerde de YDS mantığında devam ettiği için yabancı dil eğitiminde istenilen seviyeyi yakalamak oldukça uzak bir ihtimal olarak görülmektedir.
Bizim yabancı dil öğretmede başarısızlığımız bir vesile ile o dili kısmen öğrenenlerin kendilerini ayrıcalıklı sanmalarına neden olmaktadır. Toplum genelinde hissedilen bu durum, aileleri çocuklarının daha küçük yaşta İngilizce öğrenmeye başlarlar ise bu sorunu kökünden halledecekleri düşüncesine sevk etmektedir.
Bu ezikliğin yansıması olarak İstanbul’da bir anaokulu “anne karnında İngilizceyi öğretiyoruz” diye reklam afişleri asarak güya yabancı dil öğretimindeki başarısını cahilce sergilerken millet olarak düştüğümüz acı durumu ortaya koymaktadır.
Türkçe ağzımda annemin ak sütüdür diyen Yahya Kemal bu durumu görseydi acaba neler hissederdi?
Avrupa’da herkes ikinci bir dil bilmekte fakat hiç kimse ikinci bir dil biliyor diye kendi dil ve kültürü ile eziklik duymamaktadır. Bizde ikinci bir dili bildiğini sanan kişiler, bir anda o dilini bildikleri milletin hizmetçisiymiş gibi o dilin kültürünü savunmaya, o dili öven eylem ve söylemlere yönelmektedirler.
Kurtuluş Savaşında Osmanlı bürokrasisinin ve aydınının birçoğu Fransızca bilmekte ve Batıya aşırı hayranlık duymaktaydılar. Bu yüzden onların çoğu ilk başlarda Kurtuluş Savaşını desteklemek yerine, Amerikan veya İngiliz (dolayısı ile batının) mandası altına girmeyi kabul etmişlerdi. Daha önceleri Arapça öğrenenlerin Araplar karşısında eziklik yaşamaları gibi Batıyı tanıyanların da onun karşısında ezilmeleri eğitim sisteminin insanlarımızın zihnini nasıl öldürdüğünü göstermektedir. Milli duruşu olmayan bir eğitimin bu millete hiçbir faydasının olmayacağını artık çok iyi anlamamız gerekiyor.
İlkokullarda öğrencilerimize İngilizcenin ağırlık kazanacağı bir eğitim vermeye hazırlanırken daha dikkatli olmamız gerektiğini anlamalıyız. Daha küçük yaştan itibaren kendi kültürel kodlarının farkına varmayan, başta öğretmenin ve çevresinin etkisinde kalarak yabancı dilde iki kelime bildiği için özenti içine giren ve zihnini dilimizin ve kültürümüzün hafifliği ile donatan gençlere ileri yaşlarda milli bilinci kazandırmada çok zorluk çekeceğimiz de unutulmasın.
Türkçe sevgisini ve tadını vermeden onların zihnini yabancı dil ile bozmanın bedelini maalesef çok daha ağır bir şekilde ödemek zorunda kalabiliriz.