“Andolsun ki, Kur’an’da insan için her örneği verdik. Bununla birlikte, insan her şeyden çok tartışmaya düşkündür.“ (Kehf 54)
Ayeti kerimenin “…vekâne-l-insânu ekśera şey-in cedelâ/…insan her şeyden çok tartışmaya düşkündür!” bölümü üzerinde bir değerlendirme yapmaya çalışacağız. Şu yargıyı ileri sürebiliriz: İnsanlık tarihi, bir tartışma ve kavga tarihidir. Bu durum insanın yaratılışının bir yansımasıdır da denilebilir.
İnsan nefis sahibi bir varlık olarak yaratılmıştır. İnatçılık, gurur, kibir, üstünlük taslama, bile bile bir gerçeği inkâr, nefsin belirgin özellikleridir. Allah’ın emir ve yasaklarına karşı olduğu gibi, aile, iş-güç ve sosyal ortamlarda, görüş ileri sürmek, ileri sürülen görüşlere itiraz etmek, nefsin fıtratıdır, denilebilir.
Özellikle nefsi emmare mertebesinde insan, gün gelir bir zalimi bile, göz göre göre savunur yahut bir haine arka çıkar ya da ideolojik sebeplerle, mesela partili olmak gerekçesiyle veya cemaat, tarikat, kulüp mensubiyetiyle hareket ederek, yandaşlık yapar, doğruya doğru, eğriye eğri diyemez bir tutum takınır.
Farklı din mensupları arasında da benzer tartışmalar vuku bulur: Örneğin Hıristiyanlar ve Yahudiler, Kuran’ı kabul etmezler ve Hz. Muhammed (sav)’i son peygamber olarak tanımazlar; oysa Kuran onlara kitap ehli der! Hz. Muhammed (sav), Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya kardeşim diye hitap eder. Hz. Muhammed (sav), gelen ayetleri tebliğ ettiğinde, gerek eski dinlerin mensubu kimseler, gerek puta tapanlar, Efendimizle tartışmaktan geri durmadı. O muhalif iz, kıyamet gününe kadar sürüp gidecektir.
İnsan ve cin şeytanlar bilerek, isteyerek, insanları Hak Din’e karşı kışkırtır. Özellikle cihat, miras, kısas, çok eşlilik gibi, kimi ayetleri anlamak istemeyip dillerine dolayarak, Müslümanların aklında ve yüreğinde şüpheler uyandırmaya çalışır. Tarih boyunca Allah hakkında, Allah’ın ayetleri; emir ve yasakları hakkında, mücadele sürüp geldi.
Bazen de Müslümanlar olarak bizler farklı görüş sahipleriyle tartışmaktan, üslupsuz sözler etmekten geri durmayız! Oysa Nahl suresi yüz yirmi beşinci ayette şu uyarı yapılmıştır: “(Resûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir.”
Peygamberlerin tebliğ yöntemi müjde ve uyarmaktır; inkârcılar ise “hakkı, bâtıla dayanarak, ortadan kaldırmak için bâtıl bir yolla mücadele ederler. Onlar, ayetleri ve uyarıldıkları şeyleri alaya alırlar.”
Hac suresi ayetlerinde-, insanın çoğu tartışmasının, hele Allah hakkındaki tartışmalarının, bir bilgiye, peygamber gibi bir rehbere ve Kuran gibi ilahi bir kitaba dayanmadığı belirtilerek, kişinin muhalif ve çatışmacı tutumunun, inatçılığından, kibirliliğinden neşet ettiği vurgulanır, bu tutum ve davranışın, şeytanın tuttuğu bir yol olarak gösterilir.
Gözü veren göze ışık, mideyi veren mideye gıda da vermiştir. İnsana akıl ve nefs veren Allah, aklı ve nefsi tatmin edecek Kuran indirmiş ve peygamber göndermiştir. Buna rağmen insan Kuran’a ve peygambere uymak yerine, şüpheciliğe sarılır, nefsine uymayı tercih eder ve tartışmadan tartışmaya savrulur durur. İnsanın bu azması yanına kâr kalmaz; azgın milletlerin başına gelen onun da başına gelir; ya bu dünyada ya da ahrette!
Sonuç: Hakkı ret, hakka muhalefet, hakka karşı şüphecilik, Allah’ın rahmet dairesi olan Kuran ve Peygamber rehberliğinden kişiyi uzaklaştırır. Nefsini ve başkalarını Allah yolundan uzaklaştıran kimse hidayeti nefsinden uzaklaştırmış olur. Güneşe gözünü kapatan aleme karşı kör kesilir ve artık gerçeği göremez. Nerede bir sataşma, bir tartışma, bir çatışma varsa orada nefsi emmare hüküm sürüyor demektir. Oysa kişinin selameti, nefsi emmaresini, hiç olmazsa nefsin ikinci mertebesi olan nefsi levvame mertebesine, çıkartmasındadır. Yoksa hep başkasını kınayan ve kendi nefsini hiç kınamayan insan gittikçe hidayete uzaklaştığını bilmelidir.
Ayeti kerimenin “…vekâne-l-insânu ekśera şey-in cedelâ/…insan her şeyden çok tartışmaya düşkündür!” bölümü üzerinde bir değerlendirme yapmaya çalışacağız. Şu yargıyı ileri sürebiliriz: İnsanlık tarihi, bir tartışma ve kavga tarihidir. Bu durum insanın yaratılışının bir yansımasıdır da denilebilir.
İnsan nefis sahibi bir varlık olarak yaratılmıştır. İnatçılık, gurur, kibir, üstünlük taslama, bile bile bir gerçeği inkâr, nefsin belirgin özellikleridir. Allah’ın emir ve yasaklarına karşı olduğu gibi, aile, iş-güç ve sosyal ortamlarda, görüş ileri sürmek, ileri sürülen görüşlere itiraz etmek, nefsin fıtratıdır, denilebilir.
Özellikle nefsi emmare mertebesinde insan, gün gelir bir zalimi bile, göz göre göre savunur yahut bir haine arka çıkar ya da ideolojik sebeplerle, mesela partili olmak gerekçesiyle veya cemaat, tarikat, kulüp mensubiyetiyle hareket ederek, yandaşlık yapar, doğruya doğru, eğriye eğri diyemez bir tutum takınır.
Farklı din mensupları arasında da benzer tartışmalar vuku bulur: Örneğin Hıristiyanlar ve Yahudiler, Kuran’ı kabul etmezler ve Hz. Muhammed (sav)’i son peygamber olarak tanımazlar; oysa Kuran onlara kitap ehli der! Hz. Muhammed (sav), Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya kardeşim diye hitap eder. Hz. Muhammed (sav), gelen ayetleri tebliğ ettiğinde, gerek eski dinlerin mensubu kimseler, gerek puta tapanlar, Efendimizle tartışmaktan geri durmadı. O muhalif iz, kıyamet gününe kadar sürüp gidecektir.
İnsan ve cin şeytanlar bilerek, isteyerek, insanları Hak Din’e karşı kışkırtır. Özellikle cihat, miras, kısas, çok eşlilik gibi, kimi ayetleri anlamak istemeyip dillerine dolayarak, Müslümanların aklında ve yüreğinde şüpheler uyandırmaya çalışır. Tarih boyunca Allah hakkında, Allah’ın ayetleri; emir ve yasakları hakkında, mücadele sürüp geldi.
Bazen de Müslümanlar olarak bizler farklı görüş sahipleriyle tartışmaktan, üslupsuz sözler etmekten geri durmayız! Oysa Nahl suresi yüz yirmi beşinci ayette şu uyarı yapılmıştır: “(Resûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir.”
Peygamberlerin tebliğ yöntemi müjde ve uyarmaktır; inkârcılar ise “hakkı, bâtıla dayanarak, ortadan kaldırmak için bâtıl bir yolla mücadele ederler. Onlar, ayetleri ve uyarıldıkları şeyleri alaya alırlar.”
Hac suresi ayetlerinde-, insanın çoğu tartışmasının, hele Allah hakkındaki tartışmalarının, bir bilgiye, peygamber gibi bir rehbere ve Kuran gibi ilahi bir kitaba dayanmadığı belirtilerek, kişinin muhalif ve çatışmacı tutumunun, inatçılığından, kibirliliğinden neşet ettiği vurgulanır, bu tutum ve davranışın, şeytanın tuttuğu bir yol olarak gösterilir.
Gözü veren göze ışık, mideyi veren mideye gıda da vermiştir. İnsana akıl ve nefs veren Allah, aklı ve nefsi tatmin edecek Kuran indirmiş ve peygamber göndermiştir. Buna rağmen insan Kuran’a ve peygambere uymak yerine, şüpheciliğe sarılır, nefsine uymayı tercih eder ve tartışmadan tartışmaya savrulur durur. İnsanın bu azması yanına kâr kalmaz; azgın milletlerin başına gelen onun da başına gelir; ya bu dünyada ya da ahrette!
Sonuç: Hakkı ret, hakka muhalefet, hakka karşı şüphecilik, Allah’ın rahmet dairesi olan Kuran ve Peygamber rehberliğinden kişiyi uzaklaştırır. Nefsini ve başkalarını Allah yolundan uzaklaştıran kimse hidayeti nefsinden uzaklaştırmış olur. Güneşe gözünü kapatan aleme karşı kör kesilir ve artık gerçeği göremez. Nerede bir sataşma, bir tartışma, bir çatışma varsa orada nefsi emmare hüküm sürüyor demektir. Oysa kişinin selameti, nefsi emmaresini, hiç olmazsa nefsin ikinci mertebesi olan nefsi levvame mertebesine, çıkartmasındadır. Yoksa hep başkasını kınayan ve kendi nefsini hiç kınamayan insan gittikçe hidayete uzaklaştığını bilmelidir.