“Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah’ın ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslâm’ı din edinmeyen kimselerle, küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın.” (Tevbe 29)
Âyette geçen “cizye” kavramı üzerinde durmak istiyoruz. Cizye kavramının sözlük manası şu şekildedir: “Vergi. Haraç. Müslümanların fethettikleri yerlerde, Müslüman olmayanlardan alınan ve devlet teminatı altında bulunmanın karşılığı olan vergi.” İslam fıkhında; baş vergisi için cizye, toprak vergisi için de haraç öngörülmüştür.
Hz. Peygamber yukarıdaki cizye ayetinin inmesiyle birlikte, aynı yıl Eyle, Ezruh, Cerba ve Dümetülcendel; ertesi yıl Necran, Yemen, Bahreyn, Makna, Teyma ve Hecer halklarıyla yaptığı barış antlaşmalarına cizye vermeleri yükümlülüğünü koymuştur. Bunlardan; Eyle, Ezruh, Dümetülcendel ve Necranlılar Hristiyan; Teyma ve Makna halkları Yahudi; Bahreyn, Hecer ve Yemen ahalisi de kısmen bu iki din mensubu, kısmen de Mecusilerden oluşmaktaydı. Daha sonra gelen İslam devletleri de İslam dünyasındaki ehl-i kitap ve ötekilere bu uygulamayı devam ettirmişlerdir. (Cizye kavramının detay ve uygulamalarıyla ilgili İslam Ansiklopedisi’nin ilgili maddesine bakılabilir.)
Bu gün yeryüzünde gerçek manada bağımsız, bağlantısız, Allah’ın emrine göre, tam bir hürriyet içinde yaşayan bir İslam memleketinden söz etmemiz pek mümkün gözükmemektedir. İslam’ın son kalesi Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra, İslam milletleri, yaşadıkları coğrafyalarda ancak kendilerini yenenlerin şartlarına tabi bir şekilde varlıklarını muhafaza edebilmektedir. İslam fıkhı bakımından durum tersine dönmüş gibidir; günümüz Müslümanları, galiplerin “zimmeti” altındadır ve galiplerin sözde korumalarına karşılık, onlara “cizye” vermekle mes’uldür.
Günümüzün cizyesi; galibin, mağluba yüklediği maddi ve manevi bir ceza olarak ondan çeşitli ‘kılıflar’ altında aldığı bir haraçtır. Birinci ve İkinci Dünya Savaşının ardından galip ülkeler, İslam topraklarını birer kolonizasyon toprağı haline getirmiştir. Mağlup İslam milletleri üzerinde tam bir egemenlik kurarak, o ülkelerin maddi ve manevi kaynaklarını kendi yararına kullanmaya başlamışlardır. Bugün İslam topraklarından çıkan petrol, doğal gaz gibi yer altı ve diğer yer üstü zenginliklerin işletilmesi galiplerin elindedir. Mağlupların, galipler tarafından atanmış yöneticilerinin bir nevi gasp yoluyla elde ettikleri zenginlikleri bile, galip ülkelerin bankalarında korunmaya mahkûm bırakılmıştır. Yani zengin Müslümanın parası dahi galibin mahkûmu bir paradır!
Sonuç: Netice itibariyle kudretli zayıfa tahakküm eder, haliyle cizyeyi de zayıf kudretliye öder. İslam’ın altın çağlarında İslam topraklarındaki gayr-i müslimler, İslam devletine, teminat altında olmalarına karşılık, cizye vergisi ödeyip himaye edilmişlerdir. Mütareke talep eden ülke cizye ödeyen bir toplum karakteri kazanır ki, İslam dünyası mütarekeler yaparak, nakısalı bir milli varlık elde etmişlerdir. Ne var ki, İslam dünyası, artık çok uzun yıllardır cizye alan değil, cizye vergisi ödeyen bir topluluktan ibarettir. Bilim, teknoloji ve medeniyet değerleri üretemeyen İslam dünyasının daha uzun süre cizye toplumu olma özelliğini koruyacağı aşikârdır.
Âyette geçen “cizye” kavramı üzerinde durmak istiyoruz. Cizye kavramının sözlük manası şu şekildedir: “Vergi. Haraç. Müslümanların fethettikleri yerlerde, Müslüman olmayanlardan alınan ve devlet teminatı altında bulunmanın karşılığı olan vergi.” İslam fıkhında; baş vergisi için cizye, toprak vergisi için de haraç öngörülmüştür.
Hz. Peygamber yukarıdaki cizye ayetinin inmesiyle birlikte, aynı yıl Eyle, Ezruh, Cerba ve Dümetülcendel; ertesi yıl Necran, Yemen, Bahreyn, Makna, Teyma ve Hecer halklarıyla yaptığı barış antlaşmalarına cizye vermeleri yükümlülüğünü koymuştur. Bunlardan; Eyle, Ezruh, Dümetülcendel ve Necranlılar Hristiyan; Teyma ve Makna halkları Yahudi; Bahreyn, Hecer ve Yemen ahalisi de kısmen bu iki din mensubu, kısmen de Mecusilerden oluşmaktaydı. Daha sonra gelen İslam devletleri de İslam dünyasındaki ehl-i kitap ve ötekilere bu uygulamayı devam ettirmişlerdir. (Cizye kavramının detay ve uygulamalarıyla ilgili İslam Ansiklopedisi’nin ilgili maddesine bakılabilir.)
Bu gün yeryüzünde gerçek manada bağımsız, bağlantısız, Allah’ın emrine göre, tam bir hürriyet içinde yaşayan bir İslam memleketinden söz etmemiz pek mümkün gözükmemektedir. İslam’ın son kalesi Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra, İslam milletleri, yaşadıkları coğrafyalarda ancak kendilerini yenenlerin şartlarına tabi bir şekilde varlıklarını muhafaza edebilmektedir. İslam fıkhı bakımından durum tersine dönmüş gibidir; günümüz Müslümanları, galiplerin “zimmeti” altındadır ve galiplerin sözde korumalarına karşılık, onlara “cizye” vermekle mes’uldür.
Günümüzün cizyesi; galibin, mağluba yüklediği maddi ve manevi bir ceza olarak ondan çeşitli ‘kılıflar’ altında aldığı bir haraçtır. Birinci ve İkinci Dünya Savaşının ardından galip ülkeler, İslam topraklarını birer kolonizasyon toprağı haline getirmiştir. Mağlup İslam milletleri üzerinde tam bir egemenlik kurarak, o ülkelerin maddi ve manevi kaynaklarını kendi yararına kullanmaya başlamışlardır. Bugün İslam topraklarından çıkan petrol, doğal gaz gibi yer altı ve diğer yer üstü zenginliklerin işletilmesi galiplerin elindedir. Mağlupların, galipler tarafından atanmış yöneticilerinin bir nevi gasp yoluyla elde ettikleri zenginlikleri bile, galip ülkelerin bankalarında korunmaya mahkûm bırakılmıştır. Yani zengin Müslümanın parası dahi galibin mahkûmu bir paradır!
Sonuç: Netice itibariyle kudretli zayıfa tahakküm eder, haliyle cizyeyi de zayıf kudretliye öder. İslam’ın altın çağlarında İslam topraklarındaki gayr-i müslimler, İslam devletine, teminat altında olmalarına karşılık, cizye vergisi ödeyip himaye edilmişlerdir. Mütareke talep eden ülke cizye ödeyen bir toplum karakteri kazanır ki, İslam dünyası mütarekeler yaparak, nakısalı bir milli varlık elde etmişlerdir. Ne var ki, İslam dünyası, artık çok uzun yıllardır cizye alan değil, cizye vergisi ödeyen bir topluluktan ibarettir. Bilim, teknoloji ve medeniyet değerleri üretemeyen İslam dünyasının daha uzun süre cizye toplumu olma özelliğini koruyacağı aşikârdır.