Jeofizik mühendisliği okurken tiyatro sahnelerine geçiş yapan öğretim görevlisi ve yönetmen Hakan Alkan, hikayesini Pusula’ya anlattı. Meslek hayatında 26 yılı geride bıraktığını belirten Alkan, “Ben bu mesleğin her yerinde varım” diyerek oyunculuğun zor taraflarına da değindi.
13 yıldan sonra Devlet Tiyatroları’nın sezon açılış oyunu yönetmek için Erzurum’a gelen Hakan Alkan, “Bu kente karşı bir ahde vefa borcum vardı umarım ödeyebilirim” dedi. Atatürk Üniversitesi’nin Türkiye’ye çok başarılı oyuncular ve sanat adamları kazandırdığını söyleyen Alkan, bu kentin öğrencilere sağladığı avantajlardan bahsetti.
Halime DURMUŞ / ERZURUM
“Ben de oyunculuğun eğitimini almaya karşıydım o zamanlar. Yani akademik eğitim oyuncuyu bir kalıba sokar, kurallar koyar, özgür düşünceyi engeller diye düşünüyordum… Atatürk Üniversitesi Türkiye’de çok başarılı oyuncular, çok başarılı sanat adamları, tiyatro dünyasına, sinema dünyasına, kamera arkasına, önüne, yazarlığına, sahne tasarımına çok önemli insanlar yetiştirdi ve bu tayfanın içerisinde olmaktan inanılmaz gurur duyuyorum. Bir kısmına vesile olduğum için de ayrıca da çok göğsüm kabarmış vaziyetteyim…” bu cümleler kimin diye düşünmeye başladınız hemen değil mi? Fazla meraklandırmadan açıklıyorum, Ordu Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Tiyatro Bölümü Öğretim Görevlisi Hakan Alkan. Kendisini Erzurum Devlet Tiyatroları’nın açılış oyunu olan ‘Deli Bayramı’nın provalarında yakaladım. Oyunun yönetmenliği yapmak için geldi Erzurum’a. Onunla buram buram Erzurum kokan sanat dolu, tiyatro dolu bir sohbet gerçekleştirdik. 7 yıldan sonra gelmiş Erzurum’a “Bu kente karşı bir ahde vefa borcum vardı umarım ödeyebilirim” diyor ve ekliyor “1997 yılında Devlet Tiyatroları kurulduğu zaman ben 2. sınıftaydım ve onun prömiyer akşamına boyası yetişsin diye süpürgeliklerdeki boyaları silen birisiydim. Öğrenci olarak bizim için çok önemli bir şeydi. O elim kazadan sonra buranın açılış oyununun teklif edilmesini şartsız kabul ettim.”
Tiyatro sanatı, insanı insana insanla anlatan bir sanat. O da zaten “Ben bu mesleğin her yerinde varım” diyor. O halde tiyatroyu her yönüyle merak edenlere gelsin bu röportaj.
Önce sizi biraz tanıyabilir miyiz? Hakan Alkan bize kendini nasıl anlatır?
1974 Trabzon-Of doğumluyum. İlk üniversitemi Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde jeofizik mühendisliği bölümünde okudum. Ama yarıda bıraktım. O dönemde tiyatro sanatı hayatıma girmeye başlamıştı. 1996-2000 arasında da Erzurum Atatürk Üniversitesi Oyunculuk Bölümü’nde okudum. 2000 yılı itibariyle de okuldaki hocalarımın istekleri doğrultusunda akademisyen olarak Atatürk Üniversitesi’nde çalışmaya başladım. Yüksek lisansımı da burada tamamladım. 2009 yılına kadar burada çalıştım. 2009’da Ordu’ya geçtim Ordu Üniversitesi’nin tiyatro bölümünün kurucu hocası olarak görev aldım ve orada bir tiyatro bölümünün kurulmasına vesile oldum. Evliyim ve dünyanın en tatlı çocuğuna sahibim (her çocuk tatlıdır bu arada) bir kızım var. 26 yıldır aktif olarak bu mesleği yapıyorum. Bu mesleğin her yerinde varım. Eğitmenliğinde, oyunculuğunda, rejisörlüğünde, sinemasında, reklamında, dublajında bir oyuncunun var olabileceği her yerde kendimi var etmeye çalışıyorum. Bu meslek bunu gerektiriyor. Doğru insanların doğru işleri yapması için oyuncuların daha çok işlere saldırması gerektiğini düşünüyorum. Ama aktif ve resmen yaptığım işimin adı, öğretim görevlisiyim Ordu Üniversitesi Müzik Ve Sahne Sanatları Fakültesi Tiyatro Bölümü’nde asıl resmen ekmeğimi kazandığım mesleğim budur. Onun dışında da böyle projelerini uygun bulduğum oyunlarda görev alıyorum. Uygun bulduğum sineme filmlerinde görev alıyorum, şimdiye kadar 5 filmde görev aldım.
Jeofizikten oyunculuğa geçiş nasıl oldu?
Ya ben jeofizik mühendisliğini istemiyordum. Şimdi bizim dönemlere ben fakirlik dönemleri diyeceğim. Şimdi babam öğretmen, anne ebe şimdiki gibi ekonomik durumlar o kadar yüksek değil. O zaman ablam matematikten devam ediyordu, benim de onun defter ve kitabıyla devam edeyim diye beni de matematikten devam ettirdiler. Ben avukat olmak istiyordum. Avukat ya da gazeteci olmak istiyordum. Oradan devam edince jeofizik mühendisliğini kazandım. E istemiyordum da orayı niye yazdığımı da bilmiyordum. Birinci sınıf, ikinci sınıf derken bir anda içimde tiyatro hevesi depreşmeye başladı ve Trabzon Devlet Tiyatroları’ndaki sanatçı abilerim bunun eğitimini almam gerektiğini söylediler bana. Ben de oyunculuğun eğitimini almaya karşıydım o zamanlar. Yani akademik eğitim oyuncuyu bir kalıba sokar, kurallar koyar, özgür düşünceyi engeller diye düşünüyordum. Onlar da sen bu işe bu kadar gönül verdin ve eğildiysen bunun eğitimini almalısın dediler ve hadi deneyelim diye yola koyulduk iyi ki de yapmışım iyi ki o abiler bize yön vermiş. Özellikle Trabzon Devlet Tiyatroları’ndaki sanatçıların sınava beni hazırlaması konusunda çok şanslıyım.
Eğitimli oyuncuya karşıydım dediniz, oyunculuk okuduktan sonra değişti mi düşünceniz?
Ooo hem de nasıl, alt üst etti. Yani alaylı oyuncuları sonuna kadar destekliyorum, varlıklarını devam ettirmeleri gerektiğini düşünüyorum. Ama tabi akademik eğitim oyunculuk mesleğinin disiplini, mesleğin var edilmesi ve yapılması adına çok önemli bir şeydir. Akademik eğitim size donanım sağlar, akademik eğitim size bilimsel düşünme yeteneğini sağlar, sanatsal bakış açısı sağlar, yani bazı şeyleri içten geldiği gibi canım böyle istiyor ben böyle yaparım diye değil daha bilimsel metotlarda ve çalışma alanlarında buluşmanızı sağlar o yüzden çok kıymetlidir. Bizim dönemimizde çok azdı, şimdi 26 tane oyunculuk eğitimi veren okul var. Hem devlet hem vakıf üniversitesi olarak. Çoğu yerde bunların yanlış olduğu tartışılır ama ben destekliyorum. Ben Türkiye’nin en doğusunda eğitim aldım iyi ki de burada eğitim aldım. Biz burada eğitim alırken bizim etrafımızda televizyon dünyası, kastingler, diziler yoktu biz sadece tiyatro yapmak istiyorduk. İstanbul’da çıkan bir kitap burada kutsal bir kitap gibi değerlendiriliyordu. Kitabı aldığımız zaman elden ele gidiyordu, çok değerliydi ve hepimiz tiyatro yapmak istiyorduk. O tayfanın hepsi şu an çok iyi yerlerdeler. Atatürk Üniversitesi Türkiye’de çok başarılı oyuncular, çok başarılı sanat adamları, tiyatro dünyasına, sinema dünyasına, kamera arkasına, önüne, yazarlığına, sahne tasarımına çok önemli insanlar yetiştirdi ve bu tayfanın içerisinde olmaktan inanılmaz gurur duyuyorum. Bir kısmına vesile olduğum için de ayrıca da çok göğsüm kabarmış vaziyetteyim.
Şu an ki nesil için ne düşünüyorsunuz? Erzurum’da yetişen öğrencileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şimdi net olarak bir şey söyleyeyim sahne çerçevesi herkese eşittir. Televizyon dünyası herkese eşittir, sinema dünyası herkese eşittir. Yani biz dizilerde, televizyon filmlerinde oynarken kaşımızın gözümüzün güzelliğiyle oynamadık. Var olan bir iş yapma gücümüz, bir yeteneğimiz vardı, işe pozitif yaklaşan bir tavrımız vardı, bu takdir edildi ve biz buralara gittik. İstanbul’da okumadık. Buralardan yetişip giden çok önemeli işler yapan arkadaşlarımız var. Ben mesela Erzurum Devlet Tiyatroları’ndaki oyuna başlarken aynı zamanda gene Atatürk Üniversitesi Sahne Tasarımı Bölümü’nden mezun bir öğrencimin sinema filminde çalıştım. Bir film yazdım hocam gelir misin dedi, koşarak gittim. Yani kişi istiyorsa yapar, buranın avantajı çok daha büyük size belki çok fazla sosyal yaşam sunmuyor alabilir bu kent. İşinize daha çok eğilmek, şöhret duygusunu biraz daha geride tutup işin aslını ve özünü biraz daha kavrama şansını veriyor. Bir akademisyen olarak şunu söyleyebilirim ki şu anda ki kuşağın en büyük düşmanı cep telefonu ve tabletler. Kitap okuma, diyalektik kurma gözlem yapma olayımız yok, sokakta insan yürüyor dokunmuyoruz, birine aşık olduğumuz zaman yanına gidip onun gözünün içine bakıp söylemiyoruz telefondan yazarak söylüyoruz ya da aldığımız hediyenin remini çekip gönderiyoruz. Bizim dönemimizde çok heyecan verici bir şeydi, hediye aldığımızda karşıdakinin ona baktığı an. Eskiden dükkan dükkan gezerdik birine hediye almak için bedensel yorgunluğumuz olurdu. Şimdi internetin başında ne hediye alsak nokta com’dan diye seçiyoruz. Yani bu tembellik dönemi bütün Türkiye’de var şu an.
Akademisyen olmasaydınız ne yapardınız?
Gene oyunculuk yapardım mutlaka . Özellikle tiyatro için ama dizi ya da televizyon dünyasını da seviyorum. O alanda da var olmam gerektiği için yapıyorum çünkü o alanı da bilmeliyim ki öğrencilerime anlatabileyim. Ben bu deneysel yöntemi savunuyorum akademisyenlikte bir öğrenciye anlatacağım şeyi önce kendim deniyorum sonra uyguluyorum, doğruysa metodlar iyi bir sonuç veriyorsa öğrencime de uygulama çalışması yapıyorum.
7 yıl sonra hangi rüzgar attı size tekrar Erzurum’a?
Levent Bey’in önerisi ile geldim. Bir de konu Erzurum olunca, beni Erzurum’da bu oyunu yapacak olmak heyecanlandırdı. Çünkü 1997 yılında Devlet Tiyatroları kurulduğu zaman ben 2. sınıftaydım ve onun prömiyer akşamına boyası yetişsin diye süpürgeliklerdeki boyaları silen birisiydim. Öğrenci olarak bizim için çok önemli bir şeydi. O elim kazadan sonra buranın açılış oyununun teklif edilmesini şartsız kabul ettim. Hangi oyun olsaydı ben kabul ederdim. Erzurum Devlet Tiyatroları deyince hiç bir şey sormadım. Kendi meslektaşlarım, dönem arkadaşlarım, bu kurumda çalışan hemen hemen herkes benim çok eski arkadaşım onlarla beraber olmak beni çok mutlu etti. Yine kadroda kendi mezun ettiğim öğrencilerim olunca, bütün şartlar önüme gelince tartışmadan evet dedim. Bu kente karşı bir ahde vefa borcum vardı umarım ödeyebilirim.
Deli bayramını ilk kez mi yönetiyorsunuz?
Evet, bu metni ilk kez çalışıyorum. Bu metin Turgut Özakman’ın yazdığı yıllar önce Devekuşu Kabare tarafından oynandı, ‘Deliler’ diye oynandı. O zamanlar Türkiye’de kabare kültürünün çok gelişkin olduğu bir dönemdi. Biz bu metnin ham, orijinal halini oynuyoruz. O dönemler için çok büyük anlatım dili ve yöntemi olan bir teksti. Bu oyunla ilk defa buluştum.
Erzurum’un tiyatroya bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslında Erzurum inanılmaz değişti ve gelişti. İlk yıllarda burada yerel tiyatrolar çok aktif durumdaydı. Daha sonra Devlet Tiyatroları’nın gelmesiyle beraber medeni anlamda salon tiyatrosunun, koltuk düzeninin, ışık sisteminin, yönetmenin, tasarımcının, ses sistemcisinin ayrı olduğu, orkestranın ayrı olduğu, kostümcünün ayrı olduğu, terzinin ayrı olduğu yani buradan bir ekmek kazanıldığı görüldü. Yani tiyatro mesleğinden para kazanılır olduğu görüldü, tiyatronun bir hobi değil, bir meslek olduğu görüldü ver buna sahip çıkıldı. Erzurum’a Devlet Tiyatroları’nın gelmesiyle beraber çevre değişti. Burada tiyatro festivali yapıldı, burada böyle bir ihtimal yoktu. Şimdi Erzurum Devlet Tiyatroları doluluk oranları en yüksek tiyatrolardan bir tanesi. Hala devam eden sanat merkezleri, Medya Sanat Merkezi, Gençlik Sanat Merkezi var. Ha bu kentin şöyle bir özelliği var birileri beş koşarken burası bir koşuyor olabilir. Ama gene de koşuyordur, durmuyordur. Ama elinde olan imkanlara da sonuna kadar sahip çıkmıştır, sonuna salonları durdurmuştur. Aslında içindeyken görmüyoruz ama dışarıdan bariz fark ediliyor.
Repertuar nasıl seçilir?
Repertuar zor iş. Repertuar seçerken çok oyun okumak lazım, seyretmek lazım. Oda tiyatroları bir anlayış sistematiğidir, aynı fikirde düşünen adamların bir araya geldiği yerlerdir, bağımsızdır, hürdür. Şimdi zaten çok seyirci gelsin derdine düşersek komedi yaparız e bu da bir süre sonra seviyesizleşiyor. Belden aşağı düşerse yandığımız andır.
Yönetmen ne iş yapar?
Bir metin var o metni canlı gören insan yönetmedir. Sizin sokakta betimlediğiniz iki kişinin konuştuğu diyaloğu yönetmen görüyordur ve ondan bir dünya yaratır ve onun anlatılır ya da anlatılmaz olduğuna, seyircinin önüne çıkıp çıkmayacağına karar verir. Sonra gördüğü bu dünyayı hayata geçirelim der ekibine ve herkes onun hayal gücüne ve yapma noktasına yardımcı olur. Artık 21. yüzyıl tiyatrosu biraz rejisörlerin dünyası olmaya başladı. Bu noktada yönetmene çok büyük sorunluluk düşüyor. Entelektüel bilginiz çok fazla olacak, dünyayı çok fazla görecekseniz, gözleminizi çok iyi yapacaksınız, hayata dokunacaksınız, okuyacaksınız, izleyeceksiniz, tartışacaksınız, bilim bileceksiniz, sanat bileceksiniz ve bütün bu bildiklerinizi de en iyi şekilde anlatmakla yükümlüsünüz, kime oyuncunuza. İlk işiniz oyuncunuzu ikna edeceksiniz. Biz nasıl ki sahnede oynarken anlattığımız şeye seyircimizi ikna ediyorsak yönetmen de önce oyuncusunu ikna edecek. Sadece oyuncu değil sesçisinden kostümcüsüne kadar daha sonra bu ikna olmuş kadroyla bir ürünü ortaya çıkaracaksınız. O yüzden çok zor bir şey. Mesela bu oyun 11 kişilik; oyuncuların nerde konuşacağını, ışığın nerden geleceğini, dekorun nerden gideceğini, sesin ne kadar çıkacağını ayarlayan büyük bir kumanda masasının tek yöneticisi.
Kendinizi oyuncu olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mesleki açıdan baktığımda çok daha iyi akademisyenim diye düşünüyorum. Bu oyuncuk sonu gelmeyen bir şey, oyunculukta sürekli yenilenmek gerekiyor. Bazen sahnedeki oyuncular yapamadığı zaman çok acı çekiyorum, neyi anlatamadım, neyini eksik bıraktım. Çünkü o adamın karın ağrılarını biliyorum. Oyunculuk çok zor bir dünya. Şimdi bazı oyuncular sahne üzerine çıkıp sadece replik söylüyor, olmaz yaşayacak. Ben seni oynayacaksam eğer senin gibi konuşacağım, senin gibi bakacağım, gözlerimi bile senin gibi kırpacağım. Yapmazsam seyirci inanmıyor.
Tiyatro ile ilgili bir hayaliniz var mı?
Birkaç arkadaşla atölye sahne, yani performans sahne kurduk. Performans tiyatro düşüncesini daha da büyütmek istiyorum. Bu dönem içerisinde yurt dışına gideceğim orada bir proje çalışacağım. Çok hayalim var, zaten hayal etmezsem yapamıyorum. Hayallerimi hiç bitirmiyorum. Ama şu an Ordu ve Samsun olmak üzere ‘Karma Sahne’ diye bir ekibimiz var onu büyütmek istiyorum. Ha birde bu karma sahne burada Bedia Sanat Merkezi’ni gördükten sonra ortaya çıkan ‘İşte benim yapmak istediğim şey buydu adını koyamıyordum’ dedim, benim arkadaşlarım yaptı. Ben de bunu istiyordum, 40 kişilik bir salonum olsun kendi ekibimle beraber oynayayım, kendi dünyamla yorumlayayım. Burada yaptılar bende koşarak buradan gittim, bizde yaptık Erzurum’un önderliği ile yaptık. Şu an da Karadeniz’in tek performans tiyatrosuyuz.
Erzurum’un en çok neyini seviyorsunuz?
Çağ kebabı çok seviyorum, su böreğini çok seviyorum. Özellikle burada arkadaşlarım var anne su böreği istiyorum fabrikasyon değil. Göğermiş peynir yemekten telef olduk burada, provalarda ha bire su içiyoruz. Erzincan Kapı’ya gidiyoruz, lavaşımızı alıyoruz çok güzel oluyor seviyorum yani. Şimdi mesela Erzurum halkının da bunu yapmasını istiyorum sadece evde değil sokağa çıksınlar istiyorum. Gidiyoruz oraya birkaç arkadaş baylı bayanlı bal, kaymak, peynir o kadar güzel oluyor ki çok da keyif alıyoruz.
Siz nasıl bir izleyicisiniz?
Ben tiyatroya gittiğim zaman oyuncu ekipleri biraz geriliyor. Oysa ben çok sıradan bir izleyiciyim. Sahnede bir an, bir duygu varsa ve beni ağlatıyorsa ağlarım. Hiç çekinmiyorum. Duygularımın hareket etmesini istiyorum. Kahkaha atmam gerekiyorsa ağzımı aça aça atıyorum, keyfini çıkarıyorum. Bunun kibarlığı yok, kuralları var yanındakini rahatsız etmeyeceksin. Oyunu seyrederken cep telefonunuzla oyuncunun konsantrasyonunu bozmayacaksınız, buna hayvanlık diyoruz biz ya da ben diyorum. Bunu yapamayacaksın kardeşim. Dünyanın en güzel iki saatini geçirebilirsin. Bir de sahneden görseniz o cep telefonuna bakanları o kadar komikler ki canavar gibi görünüyorlar. Yüze bir ışık vuruyor şöyle gizli gizli bakıyor. Canavarlaşıyorsunuz ey insanoğlu diyorum. Ya bırak bir iki saat izle bizi, bak ne kadar rahat edeceksin. Bir de ben gişeciyim olabildiğince tiyatrocu arkadaşım olmasına rağmen. Giderim, biletimi alırım, oyunu seyrederim. Çünkü meslektaşlarım adına bir kooperatif mantığı olduğunu düşünüyorum.
En zor karakter hangisidir?
En zor karakter gözlemini yapıp hazırlanmadığınız karakterdir oyuncu olarak.bireysel tembelliğimizi sahneye yansıtmadıktan sonra çözülmeyecek rol yok.
Keyif aldığınız bir tür var mı?
Dışa vurumcu oyunları çok seviyorum. Yani daha çok bedenin kullanıldığı, duygunun ve fikrin sözden uzaklaştırılmış anlatım tekniğinin kullanıldığı oyunları, görsel şovun yüksek olduğu oyunları seviyorum. Görünenin arkasındaki görüntüyü ortaya koyan oyunlar var bu serüveni çok seviyorum.
Bu oyunda bir değişiklik yapıldı mı?
Bu oyunda ben çok uzun zaman sonra ilk kez tekst üzerinden oyun koydum. Kabare müzikale yakın müzikli oyun, dans, parodi anlatım tekniğini çok uzun zaman sonra burada yaptım. Yani, ne varsa metinde onu anlatmayı tercih ettim.
Niye sadece tekst üzerinden gittiniz peki, özel bir amacı var mıydı?
Kabareyi çok özlemiştim. Devekuşu Kabare’den sonra Türkiye’de kabare çok fazla yapılmadı, o deneyimi yaşamak istedim. Bir de bu deneyimin bu kentte yaşanmasını, görülmesini istedim. Durum, söz ve olay komünlerinin anlatıldığı ayrı ayrı sahneler oldu. Güzel de oldu. İşin satışına çok kaçmadan özündeki gerçeği anlatmak istedik bu oyunda.
Bir de size tiyatronun bu kadar için de biri olarak şunu sormak isterim. Tiyatronun vermek istediği mesaj sabit midir, herkes kendi çıkarımını mı yapar?
Ben bu sanat işine kural koymaya karşıyım. Seyirci oyundan neyi almak istiyorsa onu alsın. Benim elbette vermek istediğim bir mesajım olabilir ama seyirci o mesajın çok daha dışında bir şey alabilir bu yüzden de ona ‘Ya sen anladın yaa’ diyemeyiz. Ben tiyatronun bu didaktik tarafını renkli anlatmayı seven bir adamım. Oyunlardan çıkan insanların düşünsel manada beyinlerinde bir iz kalmasını seviyorum ama bunu didaktik olarak değil, oynayarak dramatize ederek gösteririm.
Tiyatronun eleştirilmesine nasıl bakıyorsunuz? Eskiden bunu sadece eleştirmenler yapardı, son dönemlerde herkes eleştirir hale geldi?
Eleştiriye açığız, sonuna kadar. Aslında daha doğru tabirle kritiğe açığız. Beğenmeyebilirsiniz, sıkıldınız çıkabilirsiniz ama hakaret edilmesin. Bizim seyirci konusunda da bir birikime ihtiyacımız var. Bir kere oyunu eleştirmek için orijinal teksti bir okumak lazım. Önce metni okuyalım sonra sahnedeki ile karşılaştıralım ona göre yorumlayalım. Oyun için zaten ön bilgiler verilir. Resimler konur o resimlerde öyle rastgele seçilmez oyunun kritik bölümlerinden seçilir. Ha bir de hadi gidelim ne varsa bu akşam onu seyredelim vardır, o da güzeldir. Sanatın özgür düşünce noktasına değinir.
Son olarak Erzurum izleyicisine ne söylemek istersiniz?
Ben Erzurum izleyicisini çok iyi tanıyorum. Ben onların içinde büyüdüm. Ben onlarla 13 yıl tiyatro yaptım. 1996’dan 2009 yılına kadar buradaydım. Büyük hüzün yaşatan Yangın olayından sonra Erzurum Devlet Tiyatrosuları’na 2 kat daha fazla sahip çıkacaklarına eminim.
13 yıldan sonra Devlet Tiyatroları’nın sezon açılış oyunu yönetmek için Erzurum’a gelen Hakan Alkan, “Bu kente karşı bir ahde vefa borcum vardı umarım ödeyebilirim” dedi. Atatürk Üniversitesi’nin Türkiye’ye çok başarılı oyuncular ve sanat adamları kazandırdığını söyleyen Alkan, bu kentin öğrencilere sağladığı avantajlardan bahsetti.
Halime DURMUŞ / ERZURUM
“Ben de oyunculuğun eğitimini almaya karşıydım o zamanlar. Yani akademik eğitim oyuncuyu bir kalıba sokar, kurallar koyar, özgür düşünceyi engeller diye düşünüyordum… Atatürk Üniversitesi Türkiye’de çok başarılı oyuncular, çok başarılı sanat adamları, tiyatro dünyasına, sinema dünyasına, kamera arkasına, önüne, yazarlığına, sahne tasarımına çok önemli insanlar yetiştirdi ve bu tayfanın içerisinde olmaktan inanılmaz gurur duyuyorum. Bir kısmına vesile olduğum için de ayrıca da çok göğsüm kabarmış vaziyetteyim…” bu cümleler kimin diye düşünmeye başladınız hemen değil mi? Fazla meraklandırmadan açıklıyorum, Ordu Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Tiyatro Bölümü Öğretim Görevlisi Hakan Alkan. Kendisini Erzurum Devlet Tiyatroları’nın açılış oyunu olan ‘Deli Bayramı’nın provalarında yakaladım. Oyunun yönetmenliği yapmak için geldi Erzurum’a. Onunla buram buram Erzurum kokan sanat dolu, tiyatro dolu bir sohbet gerçekleştirdik. 7 yıldan sonra gelmiş Erzurum’a “Bu kente karşı bir ahde vefa borcum vardı umarım ödeyebilirim” diyor ve ekliyor “1997 yılında Devlet Tiyatroları kurulduğu zaman ben 2. sınıftaydım ve onun prömiyer akşamına boyası yetişsin diye süpürgeliklerdeki boyaları silen birisiydim. Öğrenci olarak bizim için çok önemli bir şeydi. O elim kazadan sonra buranın açılış oyununun teklif edilmesini şartsız kabul ettim.”
Tiyatro sanatı, insanı insana insanla anlatan bir sanat. O da zaten “Ben bu mesleğin her yerinde varım” diyor. O halde tiyatroyu her yönüyle merak edenlere gelsin bu röportaj.
Önce sizi biraz tanıyabilir miyiz? Hakan Alkan bize kendini nasıl anlatır?
1974 Trabzon-Of doğumluyum. İlk üniversitemi Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde jeofizik mühendisliği bölümünde okudum. Ama yarıda bıraktım. O dönemde tiyatro sanatı hayatıma girmeye başlamıştı. 1996-2000 arasında da Erzurum Atatürk Üniversitesi Oyunculuk Bölümü’nde okudum. 2000 yılı itibariyle de okuldaki hocalarımın istekleri doğrultusunda akademisyen olarak Atatürk Üniversitesi’nde çalışmaya başladım. Yüksek lisansımı da burada tamamladım. 2009 yılına kadar burada çalıştım. 2009’da Ordu’ya geçtim Ordu Üniversitesi’nin tiyatro bölümünün kurucu hocası olarak görev aldım ve orada bir tiyatro bölümünün kurulmasına vesile oldum. Evliyim ve dünyanın en tatlı çocuğuna sahibim (her çocuk tatlıdır bu arada) bir kızım var. 26 yıldır aktif olarak bu mesleği yapıyorum. Bu mesleğin her yerinde varım. Eğitmenliğinde, oyunculuğunda, rejisörlüğünde, sinemasında, reklamında, dublajında bir oyuncunun var olabileceği her yerde kendimi var etmeye çalışıyorum. Bu meslek bunu gerektiriyor. Doğru insanların doğru işleri yapması için oyuncuların daha çok işlere saldırması gerektiğini düşünüyorum. Ama aktif ve resmen yaptığım işimin adı, öğretim görevlisiyim Ordu Üniversitesi Müzik Ve Sahne Sanatları Fakültesi Tiyatro Bölümü’nde asıl resmen ekmeğimi kazandığım mesleğim budur. Onun dışında da böyle projelerini uygun bulduğum oyunlarda görev alıyorum. Uygun bulduğum sineme filmlerinde görev alıyorum, şimdiye kadar 5 filmde görev aldım.
Jeofizikten oyunculuğa geçiş nasıl oldu?
Ya ben jeofizik mühendisliğini istemiyordum. Şimdi bizim dönemlere ben fakirlik dönemleri diyeceğim. Şimdi babam öğretmen, anne ebe şimdiki gibi ekonomik durumlar o kadar yüksek değil. O zaman ablam matematikten devam ediyordu, benim de onun defter ve kitabıyla devam edeyim diye beni de matematikten devam ettirdiler. Ben avukat olmak istiyordum. Avukat ya da gazeteci olmak istiyordum. Oradan devam edince jeofizik mühendisliğini kazandım. E istemiyordum da orayı niye yazdığımı da bilmiyordum. Birinci sınıf, ikinci sınıf derken bir anda içimde tiyatro hevesi depreşmeye başladı ve Trabzon Devlet Tiyatroları’ndaki sanatçı abilerim bunun eğitimini almam gerektiğini söylediler bana. Ben de oyunculuğun eğitimini almaya karşıydım o zamanlar. Yani akademik eğitim oyuncuyu bir kalıba sokar, kurallar koyar, özgür düşünceyi engeller diye düşünüyordum. Onlar da sen bu işe bu kadar gönül verdin ve eğildiysen bunun eğitimini almalısın dediler ve hadi deneyelim diye yola koyulduk iyi ki de yapmışım iyi ki o abiler bize yön vermiş. Özellikle Trabzon Devlet Tiyatroları’ndaki sanatçıların sınava beni hazırlaması konusunda çok şanslıyım.
Eğitimli oyuncuya karşıydım dediniz, oyunculuk okuduktan sonra değişti mi düşünceniz?
Ooo hem de nasıl, alt üst etti. Yani alaylı oyuncuları sonuna kadar destekliyorum, varlıklarını devam ettirmeleri gerektiğini düşünüyorum. Ama tabi akademik eğitim oyunculuk mesleğinin disiplini, mesleğin var edilmesi ve yapılması adına çok önemli bir şeydir. Akademik eğitim size donanım sağlar, akademik eğitim size bilimsel düşünme yeteneğini sağlar, sanatsal bakış açısı sağlar, yani bazı şeyleri içten geldiği gibi canım böyle istiyor ben böyle yaparım diye değil daha bilimsel metotlarda ve çalışma alanlarında buluşmanızı sağlar o yüzden çok kıymetlidir. Bizim dönemimizde çok azdı, şimdi 26 tane oyunculuk eğitimi veren okul var. Hem devlet hem vakıf üniversitesi olarak. Çoğu yerde bunların yanlış olduğu tartışılır ama ben destekliyorum. Ben Türkiye’nin en doğusunda eğitim aldım iyi ki de burada eğitim aldım. Biz burada eğitim alırken bizim etrafımızda televizyon dünyası, kastingler, diziler yoktu biz sadece tiyatro yapmak istiyorduk. İstanbul’da çıkan bir kitap burada kutsal bir kitap gibi değerlendiriliyordu. Kitabı aldığımız zaman elden ele gidiyordu, çok değerliydi ve hepimiz tiyatro yapmak istiyorduk. O tayfanın hepsi şu an çok iyi yerlerdeler. Atatürk Üniversitesi Türkiye’de çok başarılı oyuncular, çok başarılı sanat adamları, tiyatro dünyasına, sinema dünyasına, kamera arkasına, önüne, yazarlığına, sahne tasarımına çok önemli insanlar yetiştirdi ve bu tayfanın içerisinde olmaktan inanılmaz gurur duyuyorum. Bir kısmına vesile olduğum için de ayrıca da çok göğsüm kabarmış vaziyetteyim.
Şu an ki nesil için ne düşünüyorsunuz? Erzurum’da yetişen öğrencileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şimdi net olarak bir şey söyleyeyim sahne çerçevesi herkese eşittir. Televizyon dünyası herkese eşittir, sinema dünyası herkese eşittir. Yani biz dizilerde, televizyon filmlerinde oynarken kaşımızın gözümüzün güzelliğiyle oynamadık. Var olan bir iş yapma gücümüz, bir yeteneğimiz vardı, işe pozitif yaklaşan bir tavrımız vardı, bu takdir edildi ve biz buralara gittik. İstanbul’da okumadık. Buralardan yetişip giden çok önemeli işler yapan arkadaşlarımız var. Ben mesela Erzurum Devlet Tiyatroları’ndaki oyuna başlarken aynı zamanda gene Atatürk Üniversitesi Sahne Tasarımı Bölümü’nden mezun bir öğrencimin sinema filminde çalıştım. Bir film yazdım hocam gelir misin dedi, koşarak gittim. Yani kişi istiyorsa yapar, buranın avantajı çok daha büyük size belki çok fazla sosyal yaşam sunmuyor alabilir bu kent. İşinize daha çok eğilmek, şöhret duygusunu biraz daha geride tutup işin aslını ve özünü biraz daha kavrama şansını veriyor. Bir akademisyen olarak şunu söyleyebilirim ki şu anda ki kuşağın en büyük düşmanı cep telefonu ve tabletler. Kitap okuma, diyalektik kurma gözlem yapma olayımız yok, sokakta insan yürüyor dokunmuyoruz, birine aşık olduğumuz zaman yanına gidip onun gözünün içine bakıp söylemiyoruz telefondan yazarak söylüyoruz ya da aldığımız hediyenin remini çekip gönderiyoruz. Bizim dönemimizde çok heyecan verici bir şeydi, hediye aldığımızda karşıdakinin ona baktığı an. Eskiden dükkan dükkan gezerdik birine hediye almak için bedensel yorgunluğumuz olurdu. Şimdi internetin başında ne hediye alsak nokta com’dan diye seçiyoruz. Yani bu tembellik dönemi bütün Türkiye’de var şu an.
Akademisyen olmasaydınız ne yapardınız?
Gene oyunculuk yapardım mutlaka . Özellikle tiyatro için ama dizi ya da televizyon dünyasını da seviyorum. O alanda da var olmam gerektiği için yapıyorum çünkü o alanı da bilmeliyim ki öğrencilerime anlatabileyim. Ben bu deneysel yöntemi savunuyorum akademisyenlikte bir öğrenciye anlatacağım şeyi önce kendim deniyorum sonra uyguluyorum, doğruysa metodlar iyi bir sonuç veriyorsa öğrencime de uygulama çalışması yapıyorum.
7 yıl sonra hangi rüzgar attı size tekrar Erzurum’a?
Levent Bey’in önerisi ile geldim. Bir de konu Erzurum olunca, beni Erzurum’da bu oyunu yapacak olmak heyecanlandırdı. Çünkü 1997 yılında Devlet Tiyatroları kurulduğu zaman ben 2. sınıftaydım ve onun prömiyer akşamına boyası yetişsin diye süpürgeliklerdeki boyaları silen birisiydim. Öğrenci olarak bizim için çok önemli bir şeydi. O elim kazadan sonra buranın açılış oyununun teklif edilmesini şartsız kabul ettim. Hangi oyun olsaydı ben kabul ederdim. Erzurum Devlet Tiyatroları deyince hiç bir şey sormadım. Kendi meslektaşlarım, dönem arkadaşlarım, bu kurumda çalışan hemen hemen herkes benim çok eski arkadaşım onlarla beraber olmak beni çok mutlu etti. Yine kadroda kendi mezun ettiğim öğrencilerim olunca, bütün şartlar önüme gelince tartışmadan evet dedim. Bu kente karşı bir ahde vefa borcum vardı umarım ödeyebilirim.
Deli bayramını ilk kez mi yönetiyorsunuz?
Evet, bu metni ilk kez çalışıyorum. Bu metin Turgut Özakman’ın yazdığı yıllar önce Devekuşu Kabare tarafından oynandı, ‘Deliler’ diye oynandı. O zamanlar Türkiye’de kabare kültürünün çok gelişkin olduğu bir dönemdi. Biz bu metnin ham, orijinal halini oynuyoruz. O dönemler için çok büyük anlatım dili ve yöntemi olan bir teksti. Bu oyunla ilk defa buluştum.
Erzurum’un tiyatroya bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslında Erzurum inanılmaz değişti ve gelişti. İlk yıllarda burada yerel tiyatrolar çok aktif durumdaydı. Daha sonra Devlet Tiyatroları’nın gelmesiyle beraber medeni anlamda salon tiyatrosunun, koltuk düzeninin, ışık sisteminin, yönetmenin, tasarımcının, ses sistemcisinin ayrı olduğu, orkestranın ayrı olduğu, kostümcünün ayrı olduğu, terzinin ayrı olduğu yani buradan bir ekmek kazanıldığı görüldü. Yani tiyatro mesleğinden para kazanılır olduğu görüldü, tiyatronun bir hobi değil, bir meslek olduğu görüldü ver buna sahip çıkıldı. Erzurum’a Devlet Tiyatroları’nın gelmesiyle beraber çevre değişti. Burada tiyatro festivali yapıldı, burada böyle bir ihtimal yoktu. Şimdi Erzurum Devlet Tiyatroları doluluk oranları en yüksek tiyatrolardan bir tanesi. Hala devam eden sanat merkezleri, Medya Sanat Merkezi, Gençlik Sanat Merkezi var. Ha bu kentin şöyle bir özelliği var birileri beş koşarken burası bir koşuyor olabilir. Ama gene de koşuyordur, durmuyordur. Ama elinde olan imkanlara da sonuna kadar sahip çıkmıştır, sonuna salonları durdurmuştur. Aslında içindeyken görmüyoruz ama dışarıdan bariz fark ediliyor.
Repertuar nasıl seçilir?
Repertuar zor iş. Repertuar seçerken çok oyun okumak lazım, seyretmek lazım. Oda tiyatroları bir anlayış sistematiğidir, aynı fikirde düşünen adamların bir araya geldiği yerlerdir, bağımsızdır, hürdür. Şimdi zaten çok seyirci gelsin derdine düşersek komedi yaparız e bu da bir süre sonra seviyesizleşiyor. Belden aşağı düşerse yandığımız andır.
Yönetmen ne iş yapar?
Bir metin var o metni canlı gören insan yönetmedir. Sizin sokakta betimlediğiniz iki kişinin konuştuğu diyaloğu yönetmen görüyordur ve ondan bir dünya yaratır ve onun anlatılır ya da anlatılmaz olduğuna, seyircinin önüne çıkıp çıkmayacağına karar verir. Sonra gördüğü bu dünyayı hayata geçirelim der ekibine ve herkes onun hayal gücüne ve yapma noktasına yardımcı olur. Artık 21. yüzyıl tiyatrosu biraz rejisörlerin dünyası olmaya başladı. Bu noktada yönetmene çok büyük sorunluluk düşüyor. Entelektüel bilginiz çok fazla olacak, dünyayı çok fazla görecekseniz, gözleminizi çok iyi yapacaksınız, hayata dokunacaksınız, okuyacaksınız, izleyeceksiniz, tartışacaksınız, bilim bileceksiniz, sanat bileceksiniz ve bütün bu bildiklerinizi de en iyi şekilde anlatmakla yükümlüsünüz, kime oyuncunuza. İlk işiniz oyuncunuzu ikna edeceksiniz. Biz nasıl ki sahnede oynarken anlattığımız şeye seyircimizi ikna ediyorsak yönetmen de önce oyuncusunu ikna edecek. Sadece oyuncu değil sesçisinden kostümcüsüne kadar daha sonra bu ikna olmuş kadroyla bir ürünü ortaya çıkaracaksınız. O yüzden çok zor bir şey. Mesela bu oyun 11 kişilik; oyuncuların nerde konuşacağını, ışığın nerden geleceğini, dekorun nerden gideceğini, sesin ne kadar çıkacağını ayarlayan büyük bir kumanda masasının tek yöneticisi.
Kendinizi oyuncu olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mesleki açıdan baktığımda çok daha iyi akademisyenim diye düşünüyorum. Bu oyuncuk sonu gelmeyen bir şey, oyunculukta sürekli yenilenmek gerekiyor. Bazen sahnedeki oyuncular yapamadığı zaman çok acı çekiyorum, neyi anlatamadım, neyini eksik bıraktım. Çünkü o adamın karın ağrılarını biliyorum. Oyunculuk çok zor bir dünya. Şimdi bazı oyuncular sahne üzerine çıkıp sadece replik söylüyor, olmaz yaşayacak. Ben seni oynayacaksam eğer senin gibi konuşacağım, senin gibi bakacağım, gözlerimi bile senin gibi kırpacağım. Yapmazsam seyirci inanmıyor.
Tiyatro ile ilgili bir hayaliniz var mı?
Birkaç arkadaşla atölye sahne, yani performans sahne kurduk. Performans tiyatro düşüncesini daha da büyütmek istiyorum. Bu dönem içerisinde yurt dışına gideceğim orada bir proje çalışacağım. Çok hayalim var, zaten hayal etmezsem yapamıyorum. Hayallerimi hiç bitirmiyorum. Ama şu an Ordu ve Samsun olmak üzere ‘Karma Sahne’ diye bir ekibimiz var onu büyütmek istiyorum. Ha birde bu karma sahne burada Bedia Sanat Merkezi’ni gördükten sonra ortaya çıkan ‘İşte benim yapmak istediğim şey buydu adını koyamıyordum’ dedim, benim arkadaşlarım yaptı. Ben de bunu istiyordum, 40 kişilik bir salonum olsun kendi ekibimle beraber oynayayım, kendi dünyamla yorumlayayım. Burada yaptılar bende koşarak buradan gittim, bizde yaptık Erzurum’un önderliği ile yaptık. Şu an da Karadeniz’in tek performans tiyatrosuyuz.
Erzurum’un en çok neyini seviyorsunuz?
Çağ kebabı çok seviyorum, su böreğini çok seviyorum. Özellikle burada arkadaşlarım var anne su böreği istiyorum fabrikasyon değil. Göğermiş peynir yemekten telef olduk burada, provalarda ha bire su içiyoruz. Erzincan Kapı’ya gidiyoruz, lavaşımızı alıyoruz çok güzel oluyor seviyorum yani. Şimdi mesela Erzurum halkının da bunu yapmasını istiyorum sadece evde değil sokağa çıksınlar istiyorum. Gidiyoruz oraya birkaç arkadaş baylı bayanlı bal, kaymak, peynir o kadar güzel oluyor ki çok da keyif alıyoruz.
Siz nasıl bir izleyicisiniz?
Ben tiyatroya gittiğim zaman oyuncu ekipleri biraz geriliyor. Oysa ben çok sıradan bir izleyiciyim. Sahnede bir an, bir duygu varsa ve beni ağlatıyorsa ağlarım. Hiç çekinmiyorum. Duygularımın hareket etmesini istiyorum. Kahkaha atmam gerekiyorsa ağzımı aça aça atıyorum, keyfini çıkarıyorum. Bunun kibarlığı yok, kuralları var yanındakini rahatsız etmeyeceksin. Oyunu seyrederken cep telefonunuzla oyuncunun konsantrasyonunu bozmayacaksınız, buna hayvanlık diyoruz biz ya da ben diyorum. Bunu yapamayacaksın kardeşim. Dünyanın en güzel iki saatini geçirebilirsin. Bir de sahneden görseniz o cep telefonuna bakanları o kadar komikler ki canavar gibi görünüyorlar. Yüze bir ışık vuruyor şöyle gizli gizli bakıyor. Canavarlaşıyorsunuz ey insanoğlu diyorum. Ya bırak bir iki saat izle bizi, bak ne kadar rahat edeceksin. Bir de ben gişeciyim olabildiğince tiyatrocu arkadaşım olmasına rağmen. Giderim, biletimi alırım, oyunu seyrederim. Çünkü meslektaşlarım adına bir kooperatif mantığı olduğunu düşünüyorum.
En zor karakter hangisidir?
En zor karakter gözlemini yapıp hazırlanmadığınız karakterdir oyuncu olarak.bireysel tembelliğimizi sahneye yansıtmadıktan sonra çözülmeyecek rol yok.
Keyif aldığınız bir tür var mı?
Dışa vurumcu oyunları çok seviyorum. Yani daha çok bedenin kullanıldığı, duygunun ve fikrin sözden uzaklaştırılmış anlatım tekniğinin kullanıldığı oyunları, görsel şovun yüksek olduğu oyunları seviyorum. Görünenin arkasındaki görüntüyü ortaya koyan oyunlar var bu serüveni çok seviyorum.
Bu oyunda bir değişiklik yapıldı mı?
Bu oyunda ben çok uzun zaman sonra ilk kez tekst üzerinden oyun koydum. Kabare müzikale yakın müzikli oyun, dans, parodi anlatım tekniğini çok uzun zaman sonra burada yaptım. Yani, ne varsa metinde onu anlatmayı tercih ettim.
Niye sadece tekst üzerinden gittiniz peki, özel bir amacı var mıydı?
Kabareyi çok özlemiştim. Devekuşu Kabare’den sonra Türkiye’de kabare çok fazla yapılmadı, o deneyimi yaşamak istedim. Bir de bu deneyimin bu kentte yaşanmasını, görülmesini istedim. Durum, söz ve olay komünlerinin anlatıldığı ayrı ayrı sahneler oldu. Güzel de oldu. İşin satışına çok kaçmadan özündeki gerçeği anlatmak istedik bu oyunda.
Bir de size tiyatronun bu kadar için de biri olarak şunu sormak isterim. Tiyatronun vermek istediği mesaj sabit midir, herkes kendi çıkarımını mı yapar?
Ben bu sanat işine kural koymaya karşıyım. Seyirci oyundan neyi almak istiyorsa onu alsın. Benim elbette vermek istediğim bir mesajım olabilir ama seyirci o mesajın çok daha dışında bir şey alabilir bu yüzden de ona ‘Ya sen anladın yaa’ diyemeyiz. Ben tiyatronun bu didaktik tarafını renkli anlatmayı seven bir adamım. Oyunlardan çıkan insanların düşünsel manada beyinlerinde bir iz kalmasını seviyorum ama bunu didaktik olarak değil, oynayarak dramatize ederek gösteririm.
Tiyatronun eleştirilmesine nasıl bakıyorsunuz? Eskiden bunu sadece eleştirmenler yapardı, son dönemlerde herkes eleştirir hale geldi?
Eleştiriye açığız, sonuna kadar. Aslında daha doğru tabirle kritiğe açığız. Beğenmeyebilirsiniz, sıkıldınız çıkabilirsiniz ama hakaret edilmesin. Bizim seyirci konusunda da bir birikime ihtiyacımız var. Bir kere oyunu eleştirmek için orijinal teksti bir okumak lazım. Önce metni okuyalım sonra sahnedeki ile karşılaştıralım ona göre yorumlayalım. Oyun için zaten ön bilgiler verilir. Resimler konur o resimlerde öyle rastgele seçilmez oyunun kritik bölümlerinden seçilir. Ha bir de hadi gidelim ne varsa bu akşam onu seyredelim vardır, o da güzeldir. Sanatın özgür düşünce noktasına değinir.
Son olarak Erzurum izleyicisine ne söylemek istersiniz?
Ben Erzurum izleyicisini çok iyi tanıyorum. Ben onların içinde büyüdüm. Ben onlarla 13 yıl tiyatro yaptım. 1996’dan 2009 yılına kadar buradaydım. Büyük hüzün yaşatan Yangın olayından sonra Erzurum Devlet Tiyatrosuları’na 2 kat daha fazla sahip çıkacaklarına eminim.