Ramazan ayının başlaması, Recep ayından itibaren iple çekilirdi. Şaban ayına girildiği ay; heyecanlı bekleyiş başlar, nihayet ilk teravih namazının kılınmasıyla yürekler huşu ile dolardı. Üç ayların ilk ikisinin manevi havası Ramazan’a eser insanlar da bundan faydalanmak için hazır beklerlerdi. Yaşı erenler; ilk oruca hazırlanır, orucun faydaları onlara anlatılırdı. Oruca dayanamayanlara ise yarım gün oruç tutturulur, daha sonra tam gün tutmaları için cesaretlendirilirdi. Büyükler; oruç tutan küçükleri sırtlarına alır, mahalle mahalle dolaştırırlardı iftara kadar… Uğranılan yerlerde, iftarlıklar alınır küçüğün yaptığı davranış ödüllendirilirdi. Mahalle seyahati bitince de birçok iftarlıklarla geri dönülür, akşam vakti beklenirdi. İftarlıkların güzelliklerine kapılan bazı küçükler, dayanamayıp onlardan tatınca orucu da erken açmış olurlardı.
Büyüklerde, Ramazan hali ise bambaşka olurdu. Ramazan ayında en fazla yorulan analarımız olsa da en mutlu olanlar da hep onlar olurdu. Ramazan ayından önce bir çeşit yemek yapmakta zorlanan analarımız, Ramazanda birkaç çeşit yemek birden çıkarıverirdi sofraya… Bugün, “Ne pişireceğim?”,diye dert yanan analarımız Ramazan’da bundan hiç söz etmez olurlardı. Rahmet ve bereket Ramazan’da daha çok hissedilir, sofralarımıza bin bir nimet konardı. Çocuklar; sabahtan itibaren şabahane ve dabakhaneden dığğıllarla su taşır, büyükler ise Tebrizkapı ve Yoncalık’da kadayıf kuyruğunda beklerdi. Mübarek kadayıf; Ramazan’da daha fazla değer kazanır, sofralarımızın olmazsa olmazı olurdu. Sofrada mutlaka bulunur iftar vaktine hazır edilirdi. Çoğu zaman vakit kadayıf kuyruğunda geçerdi. Erken sıraya girenler şanslı olur; diğerleri ise ateş etrafında dönen hamuru, seyre devam ederdi. Mübarek; mis gibi kokar, orucumuzun bozulacağı korkusuna kaptırırdı bizi… Pişen hamurlar; tel tel olur, gazete kâğıdına serilir paketlenerek kucaklara verilirdi. Kadayıfın sıcaklığı ellerimize vurur, yumuşaklığı nefislerimizi kabartırdı. Oruç olmasam da şundan bir tutam alsam, diye içerlenir eve varınca da hemen ustasına nimeti teslim ederdik.
Hamarat ellere teslim olunca kadayıf yumuşar, şekilden şekile girerdi. En çok tercih edilen kadayıf tatlısı ise kadayıfın dolma şeklinde yapılanıydı. Sarılan kadayıftan tutam tutam alınır, içerisine fındık ve cevizden hangisi evde varsa konulurdu. İçerisine aldığı katıkla birlikte kadayıf güzelce sarılarak kapatılırdı. Sarılan kadayıf dolmaları; önce hazırlanan yumurta havuzunda yıkanır, temizlendikten sonra kızaran yağ havuzuna batırılırdı. Yumurtalama işinin ustaca yapılması gerekirdi; çünkü yağ havuzunda iyi yumurtalanmamış dolmanın dağılması an meselesi olurdu. Yağda kızartılan kadayıf dolması yolculuğuna bu sefer başka bir havuzda devam ederdi. Şerbet içinde de yüzen kadayıf dolması bütün ihtişamıyla tabaktaki yerini alır, iftar vaktini bizimle birlikte beklerdi. Bu tatlının hastası olanlar yanı başından ayrılmaz, ezanın okunmasıyla birlikte ilk ondan tadarak orucunu açardı. Çocukluğumuzda en çok sevdiğimiz şeylerden biri de kadayıfın çiğ halinden tatmaktı. Sabahtan itibaren annemize tembih eder, kadayıftan pişmeden önce biraz bize ayırmasını isterdik. Pişen kadayıftan önce pişmemiş olana yönelir, önce ondan tadardık. İftar sofrasında nefis yemeklerden sonra tatlımız kadayıf dolması gelir, ağızlarımız nefis bir, tatla şenlendirilirdi. Kadayıf dolması fazlaca yapılır, teravih namazından sonraki ziyafete de zemin hazırlanırdı. Analarımız bunun bilincinde olduklarından kenara köşeye birkaç tane bırakır, soranlara kadayıfın bittiğini söylerlerdi.
Teravih namazından sonra gelen büyük-küçük herkes, bir bardak çayın yanında kadayıf dolmasını beklerdi. Bazen misafirler de gelir, kadayıf dolması memnuniyetle onlara da ikram edilirdi. Koyu sohbet eşliğinde ısırılan her kadayıf dolması, ağızda hoş bir tat bırakırdı. Çayımız bitmeden kadayıf dolması biter, yenisi istenirdi. Velhasıl koyu sohbet kadayıf dolmasının bitmesiyle sona erer, yarın ki iftar menüsü düşünülmeye başlanırdı. İlk sayılan menüdeki tat ise yine kadayıf dolması olur, hanelerde gülüşmeler eksik olamazdı…
Büyüklerde, Ramazan hali ise bambaşka olurdu. Ramazan ayında en fazla yorulan analarımız olsa da en mutlu olanlar da hep onlar olurdu. Ramazan ayından önce bir çeşit yemek yapmakta zorlanan analarımız, Ramazanda birkaç çeşit yemek birden çıkarıverirdi sofraya… Bugün, “Ne pişireceğim?”,diye dert yanan analarımız Ramazan’da bundan hiç söz etmez olurlardı. Rahmet ve bereket Ramazan’da daha çok hissedilir, sofralarımıza bin bir nimet konardı. Çocuklar; sabahtan itibaren şabahane ve dabakhaneden dığğıllarla su taşır, büyükler ise Tebrizkapı ve Yoncalık’da kadayıf kuyruğunda beklerdi. Mübarek kadayıf; Ramazan’da daha fazla değer kazanır, sofralarımızın olmazsa olmazı olurdu. Sofrada mutlaka bulunur iftar vaktine hazır edilirdi. Çoğu zaman vakit kadayıf kuyruğunda geçerdi. Erken sıraya girenler şanslı olur; diğerleri ise ateş etrafında dönen hamuru, seyre devam ederdi. Mübarek; mis gibi kokar, orucumuzun bozulacağı korkusuna kaptırırdı bizi… Pişen hamurlar; tel tel olur, gazete kâğıdına serilir paketlenerek kucaklara verilirdi. Kadayıfın sıcaklığı ellerimize vurur, yumuşaklığı nefislerimizi kabartırdı. Oruç olmasam da şundan bir tutam alsam, diye içerlenir eve varınca da hemen ustasına nimeti teslim ederdik.
Hamarat ellere teslim olunca kadayıf yumuşar, şekilden şekile girerdi. En çok tercih edilen kadayıf tatlısı ise kadayıfın dolma şeklinde yapılanıydı. Sarılan kadayıftan tutam tutam alınır, içerisine fındık ve cevizden hangisi evde varsa konulurdu. İçerisine aldığı katıkla birlikte kadayıf güzelce sarılarak kapatılırdı. Sarılan kadayıf dolmaları; önce hazırlanan yumurta havuzunda yıkanır, temizlendikten sonra kızaran yağ havuzuna batırılırdı. Yumurtalama işinin ustaca yapılması gerekirdi; çünkü yağ havuzunda iyi yumurtalanmamış dolmanın dağılması an meselesi olurdu. Yağda kızartılan kadayıf dolması yolculuğuna bu sefer başka bir havuzda devam ederdi. Şerbet içinde de yüzen kadayıf dolması bütün ihtişamıyla tabaktaki yerini alır, iftar vaktini bizimle birlikte beklerdi. Bu tatlının hastası olanlar yanı başından ayrılmaz, ezanın okunmasıyla birlikte ilk ondan tadarak orucunu açardı. Çocukluğumuzda en çok sevdiğimiz şeylerden biri de kadayıfın çiğ halinden tatmaktı. Sabahtan itibaren annemize tembih eder, kadayıftan pişmeden önce biraz bize ayırmasını isterdik. Pişen kadayıftan önce pişmemiş olana yönelir, önce ondan tadardık. İftar sofrasında nefis yemeklerden sonra tatlımız kadayıf dolması gelir, ağızlarımız nefis bir, tatla şenlendirilirdi. Kadayıf dolması fazlaca yapılır, teravih namazından sonraki ziyafete de zemin hazırlanırdı. Analarımız bunun bilincinde olduklarından kenara köşeye birkaç tane bırakır, soranlara kadayıfın bittiğini söylerlerdi.
Teravih namazından sonra gelen büyük-küçük herkes, bir bardak çayın yanında kadayıf dolmasını beklerdi. Bazen misafirler de gelir, kadayıf dolması memnuniyetle onlara da ikram edilirdi. Koyu sohbet eşliğinde ısırılan her kadayıf dolması, ağızda hoş bir tat bırakırdı. Çayımız bitmeden kadayıf dolması biter, yenisi istenirdi. Velhasıl koyu sohbet kadayıf dolmasının bitmesiyle sona erer, yarın ki iftar menüsü düşünülmeye başlanırdı. İlk sayılan menüdeki tat ise yine kadayıf dolması olur, hanelerde gülüşmeler eksik olamazdı…