Ekim ayının sonu, kasımla birlikte kış kendini iyiden iyice gösterir, kapı ve bacalar karla dolardı. Çoğu zaman o kış aylarında dışarıda sahipsiz birkaç kedi ve köpekten başka kimsecikler olmazdı. Biz çocuklar o aylarda okul yoksa veya tatil olmuşsa, birde evdeysek kendimizi nasıl zor tutardık. Hava soğukmuş, etrafta kar varmış, çatılardan buz sarkmış kimin umurundaydı. Bir an önce kendimizi kapıda bulmak isterdik. Yanan sobanın yanında durmak bize hiçte cazip gelmezdi. Camdan dışarı sokağa bakar, sokakta arkadaşlarımızdan dışarı çıkan var mı diye merak ederdik. Ne çok dua ederdik bir an önce az da olsa güneş çıksın. Biliyorduk ki güneş çıkarsa dışarı çıkmak için annemizi kandırmak kolay olurdu. Bazen saatlerce beklerdik, ne güneş görünür nede annelerimizin yüzünde bir yumuşama olurdu. Hasta olursunuz, başımıza iş çıkarmayın! Tatil günleri de o zamanlar hep aynıydı. Bu durumlarda okulun tatil olmasını da bizim için önem arz etmezdi. Evlerin bazılarında pencerelerin üzerini örten naylonlar olurdu. O evin çocukları için bir başka engel olur, böylelikle sokak görülmezdi. Onlar için duyabilirlerse sokaktan eve kadar gelen çocuk sesleri veya kapıya gelen can dostlar olurdu dışarıda birilerinin olduğunun işareti. O kapının vurulmasını ne kadar özlemle beklerdik. Ya kapımızı çalan olmazsa, ya unutulduk ise, ya dışarıdaki çocuk seslerini duyamazsak işte en çok korktuğumuz anlar onlardı. Varsın dışarı soğuk olsun, varsın rüzgâr, tipi, boran çıksın, varsın boyumuz kadar kar olsun biz her şeye razıydık, yeter ki kapı açılsın, dışarıya çıkma izin çıksın…
Sokak bizim özgürlük alanımızdı. Dostluğu, kardeşliği, paylaşmayı, yardımlaşmayı, ben değil, biz olmayı öğrendiğimiz en önemli yerlerdi sokağımız, dolayısıyla mahallemiz. Bazen dedemiz, bazen babamız ama çoğunlukla izin belgesini annemizden alır, kelebekler gibi kendimizi birden sokakta bulurduk. Daha dün ayrıldığımız arkadaşlarımızı gördüğümüzde yıllar öncesinden onları görmemiş gibi olurduk. Birbirimize sımsıkı sarılır, hasret giderirdik. Evden geçen saatler bize asır gelirdi. Hasretimizi giderir hemen oyunlarımıza koşardık. Oyunlar bizim hayallerimizdi. Karlara bata çıka koşardık. Ayaklarımızda ne var, üstümüze ne giymiştik hiç ama hiç bizim için önemi yoktu. Ellerimiz üşüyormuş, önemi yok ki, zira yanımda benimle aynı hayalleri paylaşan mahalle arkadaşım, sokaktaki sırdaşım var, gerisi boş. Varsın birazda üşümüş olayım ne önemi var. Benim kalbim ısınmış. O yüzden o dönem hava eksi kaç olursa olsun hiçbir çocuk bence üşümemiştir. Biz üşümeyi sonradan öğrendik. Bizler yalnız değildik, hep birdik, beraberdik ve aynı yolun onurlu yolcularıydık. Beraber üşür, beraber ısınır, beraber düşer, beraber kalkardık. Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz içindik. Sokakta buluşur hemen ne yapacağımıza karar verirdik. Kimimiz kardan adam yapar, kimimiz kartopu savaşını başlatırdı. Yaşı bizden daha büyük olanların elinde kürekler olurdu. Zira evin önünde kar birikmiştir ve onun hızlıca kürenmesi lazımdır. Tahta kürekler depolardan çıkarılır, hızlıca evin önünde ki kar atılmaya çalışılırdı. Arada bir ellerimiz buharla ısıtılmaya çalışılırdı. Pantolona karlar bulaşır anında buz tutardı. Kar yağışı devam ediyorsa tam temizlenme bitmeden kapının önü yine karla dolardı. Tam bir şenlik olurdu o anlarda. Zira konu komşuda dışarıya çıkar evinin önünü açmaya çalışırdı. Kürekleri olmayanlara, yaşlılarımıza, çocuğu olmayan evlere yardıma koşar önce onların evlerinin önünü temizlerdik. Bunları bir zorlama olmadan, canı gönülden isteyerek yapardık. Onunla mutlu olan çocuklardık. Kendimizi önemli hissederdik ve mutlu olurduk. Bunların hepsi kendiliğinden olurdu yani psikoloğa ve bir rehbere ihtiyaç duymazdık. Rehberlerimiz zaten o hayatın içindeydiler ve bize davranışlarıyla, yaşantılarıyla örnek oluyorlardı. Bize sadece onların izinden gitmeyi başarabilmek kalıyordu. Bu gün hasret kaldığımız veya başaramadığımız şey aslında bu ayrıntıda gizlidir. Bunu fark edebiliyor muyuz? Meçhul? İdrak etmiş olsaydık herhalde bugün yaşanılan sorunların hiç biri yaşanmazdı.
Bugünün çocuklarından işte bu güzelim hasretleri, teknoloji ve bu teknolojinin esiri olan insanları aldılar veyahut aldık, sonrada suçu onlara yükledik. Onların suçu neydi ki! Bence tek suçları vardı ki o da onların sucu olarak görülmemeli bu çağda dünyaya gelmiş olmalarıydı. Herhalde bizde onlar gibi bu çağın insanı olsaydık benzer yollardan geçerdik.
Sokak bizim özgürlük alanımızdı. Dostluğu, kardeşliği, paylaşmayı, yardımlaşmayı, ben değil, biz olmayı öğrendiğimiz en önemli yerlerdi sokağımız, dolayısıyla mahallemiz. Bazen dedemiz, bazen babamız ama çoğunlukla izin belgesini annemizden alır, kelebekler gibi kendimizi birden sokakta bulurduk. Daha dün ayrıldığımız arkadaşlarımızı gördüğümüzde yıllar öncesinden onları görmemiş gibi olurduk. Birbirimize sımsıkı sarılır, hasret giderirdik. Evden geçen saatler bize asır gelirdi. Hasretimizi giderir hemen oyunlarımıza koşardık. Oyunlar bizim hayallerimizdi. Karlara bata çıka koşardık. Ayaklarımızda ne var, üstümüze ne giymiştik hiç ama hiç bizim için önemi yoktu. Ellerimiz üşüyormuş, önemi yok ki, zira yanımda benimle aynı hayalleri paylaşan mahalle arkadaşım, sokaktaki sırdaşım var, gerisi boş. Varsın birazda üşümüş olayım ne önemi var. Benim kalbim ısınmış. O yüzden o dönem hava eksi kaç olursa olsun hiçbir çocuk bence üşümemiştir. Biz üşümeyi sonradan öğrendik. Bizler yalnız değildik, hep birdik, beraberdik ve aynı yolun onurlu yolcularıydık. Beraber üşür, beraber ısınır, beraber düşer, beraber kalkardık. Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz içindik. Sokakta buluşur hemen ne yapacağımıza karar verirdik. Kimimiz kardan adam yapar, kimimiz kartopu savaşını başlatırdı. Yaşı bizden daha büyük olanların elinde kürekler olurdu. Zira evin önünde kar birikmiştir ve onun hızlıca kürenmesi lazımdır. Tahta kürekler depolardan çıkarılır, hızlıca evin önünde ki kar atılmaya çalışılırdı. Arada bir ellerimiz buharla ısıtılmaya çalışılırdı. Pantolona karlar bulaşır anında buz tutardı. Kar yağışı devam ediyorsa tam temizlenme bitmeden kapının önü yine karla dolardı. Tam bir şenlik olurdu o anlarda. Zira konu komşuda dışarıya çıkar evinin önünü açmaya çalışırdı. Kürekleri olmayanlara, yaşlılarımıza, çocuğu olmayan evlere yardıma koşar önce onların evlerinin önünü temizlerdik. Bunları bir zorlama olmadan, canı gönülden isteyerek yapardık. Onunla mutlu olan çocuklardık. Kendimizi önemli hissederdik ve mutlu olurduk. Bunların hepsi kendiliğinden olurdu yani psikoloğa ve bir rehbere ihtiyaç duymazdık. Rehberlerimiz zaten o hayatın içindeydiler ve bize davranışlarıyla, yaşantılarıyla örnek oluyorlardı. Bize sadece onların izinden gitmeyi başarabilmek kalıyordu. Bu gün hasret kaldığımız veya başaramadığımız şey aslında bu ayrıntıda gizlidir. Bunu fark edebiliyor muyuz? Meçhul? İdrak etmiş olsaydık herhalde bugün yaşanılan sorunların hiç biri yaşanmazdı.
Bugünün çocuklarından işte bu güzelim hasretleri, teknoloji ve bu teknolojinin esiri olan insanları aldılar veyahut aldık, sonrada suçu onlara yükledik. Onların suçu neydi ki! Bence tek suçları vardı ki o da onların sucu olarak görülmemeli bu çağda dünyaya gelmiş olmalarıydı. Herhalde bizde onlar gibi bu çağın insanı olsaydık benzer yollardan geçerdik.