‘Keder nedir?’ diye sorup yola koyulmuştuk, yolumuz da tıpkı dağların ardında unutulmuş bir mücevher şehre düşer gibi Fuzuli’nin (1494-1556) çok ünlü bir gazeline düşmüştü. Kaldığımız yerden -dördüncü beyitten- devam ediyoruz:
(…)
Gözlerüm yaşın görüp şûr itme nefret kim bu hem
Ol nemekdendür ki la’l-i şekker-efşânundadur
Mest-i hâb-ı nâz ol cem’ et dil-i sad-pâremi
Kim anun her pâresi bir nevk-i müjgânundadur
Bes ki hicrânundadur hâsiyyet-i kat’-ı hayât
Ol hayât ehline hayrânem ki hicrânundadur
Ey Fuzûlî şem’ veş mutlak açılmaz yanmadan
Tâblar kim sünbülinden rişte-i cânundadur
Gözlerimin yaşını tuzlu görüp nefret etme. Çünkü bu da senin şeker saçan ağzının tuzundandır.
(Gözyaşları tuzludur. Gözü yakar ve kızartır. Lal açık istiare ile dudak yerinde kullanılmıştır. Dudak da kırmızıdır. Divan şiirinde dudağın lale benzettiğini yukarıda açıklamıştık. Dudağın şeker saçması tatlı ve güzel konuşmasıdır. Gözyaşındaki tuzun sevgilinin ağzındaki tuzla aynı oluşu, insanın ağzının suyunun tuzlu olmasından dolayıdır. Tuz acı olmakla beraber yemeğe tat verir. Sevgilinin ağzının suyu da asığa zevk verir. Tuz ile şeker arasında tezat sanatı vardır.)
Naz uykusuna dal, gözlerini kapa ve kirpiklerini bir araya getir ki yüz parça olan gönlüm de derlenip toparlanabilsin. (Kirpiklerini birleştirdiğin gibi ben de yüz parçaya bölünen kalbimi birleştirmek için içimde istek bulunsun. Çünkü gönlümün her parçası, senin kirpiklerinin ucunda asılı.)
Madem ki ölüm denilen hâdisenin doyulmaz zevki, ancak senden ayrı düşmekle yaşanabilirmiş, o halde senden ayrı oldukları halde bu zevki tatmayan, yani hâlâ yaşayanlara ve onların aşklarına şaşırıyorum.
Ey Fuzûlî, fitil yanmadıkça mumdan nasıl ayrılmazsa; sevdiğin güzelin senin can ipliğine sarılıp bükülmüş olan saç kıvrımları da, sen mum gibi yanmadan can ipliğinden ayrılmaz hiç korkma. (Çünkü gönül de can da artık sevgiliden bir parçadır. Zülfü, can ağacının dallarına dolanmıştır. Can mum gibi yanıp erimeden, yani göğüs kafesini terk etmeden, korkma, o nazlı sevgili hep kalbinin içinde olacak. Et tırnak ayrılmazsa, sevgili de yârin gönlünü terk etmez. Kendisi gitse bile sevdâsı terk etmez…)
Mazmunlara (kalıplara) ve oluşturulan imgelere, tüm bu standart kalıp ve imgelerle üretilmiş hayal ve duygu zenginliğine bakar mısınız?
Müthiş…
Öyle muhteşem, öyle derin, öyle sıradışı bir edebiyat dönemi işte Divan Edebiyatı…
Tabii böyle bir ustanın ilmek ilmek işleyişiyle de estetiğin doruğuna ulaşıyor, deyim yerindeyse kendini aşıyor. Hem Divan Edebiyatı hem de genel anlamda, evrensel ölçüdeki edebiyat sanatı…
Şimdi…
Sakın ben günümüz Türkçesine aktarımıyla birlikte anlamsal çözümlemesini sizinle paylaştım diye şairin (Fuzuli’nin) mutlak biçimde ve sadece onları düşünüp şiirine o imajları yerleştirdiğini düşünmeyin! Asla!
Bu bir yaklaşım, -benzetmek gibi olmasın, hâşâ- tıpkı Kur’an tefsirlerindeki gibi, okuyanın kendi kültür, birikim ve yaşam deneyimleri ölçüsünde açabildiği parantezler bunlar.
Şimdi lütfen benim açtığım bütün parantezleri silin ve şiiri kendi kültürünüzün, birikiminizin ve yaşam deneyimlerinizin merceğinden geçirerek baştan sona bir de siz yorumlayın.
Bir sonraki edebiyat dersine kadar kendinize iyi bakın ve dış etkenler sizi neye zorlarsa zorlasın siz sakın duygusuz ve şiirsiz kalmayın!
(…)
Gözlerüm yaşın görüp şûr itme nefret kim bu hem
Ol nemekdendür ki la’l-i şekker-efşânundadur
Mest-i hâb-ı nâz ol cem’ et dil-i sad-pâremi
Kim anun her pâresi bir nevk-i müjgânundadur
Bes ki hicrânundadur hâsiyyet-i kat’-ı hayât
Ol hayât ehline hayrânem ki hicrânundadur
Ey Fuzûlî şem’ veş mutlak açılmaz yanmadan
Tâblar kim sünbülinden rişte-i cânundadur
- Dördüncü beyitin günümüz Türkçesine aktarımı ve anlamsal çözümlemesi:
Gözlerimin yaşını tuzlu görüp nefret etme. Çünkü bu da senin şeker saçan ağzının tuzundandır.
(Gözyaşları tuzludur. Gözü yakar ve kızartır. Lal açık istiare ile dudak yerinde kullanılmıştır. Dudak da kırmızıdır. Divan şiirinde dudağın lale benzettiğini yukarıda açıklamıştık. Dudağın şeker saçması tatlı ve güzel konuşmasıdır. Gözyaşındaki tuzun sevgilinin ağzındaki tuzla aynı oluşu, insanın ağzının suyunun tuzlu olmasından dolayıdır. Tuz acı olmakla beraber yemeğe tat verir. Sevgilinin ağzının suyu da asığa zevk verir. Tuz ile şeker arasında tezat sanatı vardır.)
- Beşinci beyitin günümüz Türkçesine aktarımı ve anlamsal çözümlemesi:
Naz uykusuna dal, gözlerini kapa ve kirpiklerini bir araya getir ki yüz parça olan gönlüm de derlenip toparlanabilsin. (Kirpiklerini birleştirdiğin gibi ben de yüz parçaya bölünen kalbimi birleştirmek için içimde istek bulunsun. Çünkü gönlümün her parçası, senin kirpiklerinin ucunda asılı.)
- Altıncı beyitin günümüz Türkçesine aktarımı ve anlamsal çözümlemesi:
Madem ki ölüm denilen hâdisenin doyulmaz zevki, ancak senden ayrı düşmekle yaşanabilirmiş, o halde senden ayrı oldukları halde bu zevki tatmayan, yani hâlâ yaşayanlara ve onların aşklarına şaşırıyorum.
- Yedinci ve son beyitin günümüz Türkçesine aktarımı ve anlamsal çözümlemesi:
Ey Fuzûlî, fitil yanmadıkça mumdan nasıl ayrılmazsa; sevdiğin güzelin senin can ipliğine sarılıp bükülmüş olan saç kıvrımları da, sen mum gibi yanmadan can ipliğinden ayrılmaz hiç korkma. (Çünkü gönül de can da artık sevgiliden bir parçadır. Zülfü, can ağacının dallarına dolanmıştır. Can mum gibi yanıp erimeden, yani göğüs kafesini terk etmeden, korkma, o nazlı sevgili hep kalbinin içinde olacak. Et tırnak ayrılmazsa, sevgili de yârin gönlünü terk etmez. Kendisi gitse bile sevdâsı terk etmez…)
Mazmunlara (kalıplara) ve oluşturulan imgelere, tüm bu standart kalıp ve imgelerle üretilmiş hayal ve duygu zenginliğine bakar mısınız?
Müthiş…
Öyle muhteşem, öyle derin, öyle sıradışı bir edebiyat dönemi işte Divan Edebiyatı…
Tabii böyle bir ustanın ilmek ilmek işleyişiyle de estetiğin doruğuna ulaşıyor, deyim yerindeyse kendini aşıyor. Hem Divan Edebiyatı hem de genel anlamda, evrensel ölçüdeki edebiyat sanatı…
Şimdi…
Sakın ben günümüz Türkçesine aktarımıyla birlikte anlamsal çözümlemesini sizinle paylaştım diye şairin (Fuzuli’nin) mutlak biçimde ve sadece onları düşünüp şiirine o imajları yerleştirdiğini düşünmeyin! Asla!
Bu bir yaklaşım, -benzetmek gibi olmasın, hâşâ- tıpkı Kur’an tefsirlerindeki gibi, okuyanın kendi kültür, birikim ve yaşam deneyimleri ölçüsünde açabildiği parantezler bunlar.
Şimdi lütfen benim açtığım bütün parantezleri silin ve şiiri kendi kültürünüzün, birikiminizin ve yaşam deneyimlerinizin merceğinden geçirerek baştan sona bir de siz yorumlayın.
Bir sonraki edebiyat dersine kadar kendinize iyi bakın ve dış etkenler sizi neye zorlarsa zorlasın siz sakın duygusuz ve şiirsiz kalmayın!