“Oyaladı o çokluk kuruntusu sizleri;/ Ta… ziyaret edişinize kadar kabirleri.”
Tekasür Suresi/ 1 - 2
Homeros’un İlyada’sı antik çağdan günümüze bir edebiyat şaheseri olarak dimdik ayakta duruyor.
Moliere olmasa Hastalık Hastası yazılamayacak, dünya hasis insanların bütün yüzlerini bu kadar derin bir anlatımla asla okuyamayacaktı.
Vincent Willem Van Gogh tuvale fırçayı sürmemiş olsaydı, insanlık muhteşem bir görsel şölenden mahrum kalacaktı.
William H.III Gates olmasaydı kime dünya en zenginleştirdiği adam olarak bakıp gururlanacaktı.
Listeyi uzatmak mümkün. Neresinden tutsanız “EN” vasfını önüne yazabileceğiniz pek çok sıralama yapabilirsiniz.
En reziller, en ahlaksızlar, en sefiller, en yalancılar, en kendini bilmezler, en hadsizler, en hayâ düşmanları… uzar liste uzatabildiğiniz kadar ve emin olun ne kadar utanç verici olsa da, en kepaze listelerin bile en başındakiler gurur duyarlar en önde anılır olmalarından.
Çünkü kibir bütün yıkıcılığıyla her an başında beklemektedir insanlığın.
Ve yıkamadığınızda sizin adınızla anılan şeyleri şükür ırmağında, kirlenir ruhlarınız.
Her şeyi kendinden bilme hastalığınız yok, çünkü siz “en”ler sıralamasına girmiyorsunuz sanıyorsanız, gülerler halinize.
Sorarlar o zaman size; “oturduğunuz ev kira mı?”
“Hayır, benim! Geçen sene kafayı kullanıp çok kâr ettim, bastırdım parayı aldım.”
Aklınıza geliyor değil mi; bastırıp aldıklarınız, aklınızı kullanıp başardıklarınız, hiçbir şeye ihtiyaç duymadan sahip olduklarınız.
Aklınıza geliyor değil mi; her şey aleyhinizdeyken bütün engelleri hiç yardım almadan yıktığınız.
Aklınıza geliyor değil mi; safsatalar üzerine kurduğunuz hayatınız.
Aklınıza geliyor değil mi; tutku adını verdiğiniz baş belanız.
Peki, kendi başınıza başarmanın sarhoşu olarak yaşadığınız dünyada hiç aklınıza geliyor mu; düşünen aklınız, duyan kulaklarınız, gören gözleriniz, tutan elleriniz.
Sahi hiç aklınıza geliyor mu, dakikada kaç kere nefes alıp verdiğiniz?
Tek başınıza başardıklarınız arasında; sizi yaşama bağlayan nefesi ciğerlerinize götürmek de var mı?
Görmek için hangi mucizevî buluşu muhteşem aklınızla ortaya çıkardınız? Görmek için gözlerinizi çevirmekten başka eyleminiz var mı?
Lezzetiyle öğündüğünüz en güzel yemeklerinizin gerçekten şaheser olduklarını kanıtlamak için, burnunuza ve dilinize hangi orijinal ayarları yüklediniz?
Siz, kendi başınıza kaç saniye hayatta kalabilirsiniz?
Yaşamayı bile kendi başınıza başaramadıktan sonra, nasıl oluyor da sizin yarattıklarınız yaşamı zenginleştirebiliyor?
Siz, kendinizi kim sanıyorsunuz?
Keşke payelerin en yücesini üzerinize alıp, kendinizi “kul” sanabilseniz.
Sahibinden habersiz nefes bile alamayan, kendi başına ismini bile okuyamayan, en leziz yemeklerin ayrımına bir başına varamayan, azametli sahibinin varlığıyla öğünen yüce bir “kul” sayabilseydiniz kendinizi keşke.
Açıklayamadığınız hiçbir şey kalmazdı.
Hayatta hiç bir şey sizi zıvanadan çıkartmazdı.
Devamlı olmasa da zorunlu mezarlık ziyaretleriniz olmuştur hiç kuşkusuz.
Gitmişsinizdir serin servilerin kucağında yatan, sessizlik âleminin sabırlı sakinlerinin yanına.
Dostlarınız, eşleriniz, ana babalarınız vardır aralarında. Hiç kuşkusuz bugün hepsi değilse bile bir kısmı sevdiklerinizin, toprağı dost bellemiştir sizin yerinize.
Gitmek zorunlu hale geldiğinde gidilir arkada kalanların hatırına bakılmadan. Mecbursan, gözyaşları barikat kuramaz gidişine.
Gidersin, yol uzundur. Ancak bir menzil olur kabristanlar sana.
O menzilde gelmiş ve geçmiş bütün “en”ler yatar.
Aklıyla öğünenler, gücüne güvenenler, zevklerine inananlar yatar.
Bütün hayatlarını takasür zevzekliğine kurban edenler yatar.
Van Gogh’da orada yatar, Molliere’de. En güçlüsünden en zenginine, en seçkininden en reziline bildiğin bilmediğin kim varsa ya orada yatar ya da orada yatabilmek için nefes sayar.
Bütün bunlara rağmen, her şeyin sahibi olduğun konusunda ısrarlı mısın?
Hâlâ teşekkür etmek istemiyor, hâlâ oksijeni hidrojenden ayırmanın ne kadar mühim olduğunu anlatarak kendinden bahsetmeye devam etmeyi mi düşünüyorsun?
Peki, ya oksijen olmasaydı, hidrojen yaratılmasaydı ve ikisi birbirine karışmayı beceremeseydi, ne olacaktı o zaman halin?
Rabbim, oyaladı o çokluk kuruntusu bizleri, affet.
Anlayamadık, Ta… ziyaret edişimize kadar kabirlerimizi, merhamet et.
Senin bildiklerini bilmemiz mümkün değil, senin bildirdiklerini bile bilemedik, mağfiret et.
Ancak imanımızla, görmeden kesin bir bilişle inanıyoruz, senin bildirdiğin o ateşli çemberi görebileceğimize, görmememiz için bize yardım et.
Sonra and olsun, o ateş çemberini sen gösterdiğinde çaresiz göreceğimizden kuşkumuz yok, bizi muhafaza et.
Ve biliyoruz o gün nimetlerden muhakkak sorulacağımızı, cevap verebilmemiz için bize yardım et.
Tekasür Suresi/ 1 - 2
Homeros’un İlyada’sı antik çağdan günümüze bir edebiyat şaheseri olarak dimdik ayakta duruyor.
Moliere olmasa Hastalık Hastası yazılamayacak, dünya hasis insanların bütün yüzlerini bu kadar derin bir anlatımla asla okuyamayacaktı.
Vincent Willem Van Gogh tuvale fırçayı sürmemiş olsaydı, insanlık muhteşem bir görsel şölenden mahrum kalacaktı.
William H.III Gates olmasaydı kime dünya en zenginleştirdiği adam olarak bakıp gururlanacaktı.
Listeyi uzatmak mümkün. Neresinden tutsanız “EN” vasfını önüne yazabileceğiniz pek çok sıralama yapabilirsiniz.
En reziller, en ahlaksızlar, en sefiller, en yalancılar, en kendini bilmezler, en hadsizler, en hayâ düşmanları… uzar liste uzatabildiğiniz kadar ve emin olun ne kadar utanç verici olsa da, en kepaze listelerin bile en başındakiler gurur duyarlar en önde anılır olmalarından.
Çünkü kibir bütün yıkıcılığıyla her an başında beklemektedir insanlığın.
Ve yıkamadığınızda sizin adınızla anılan şeyleri şükür ırmağında, kirlenir ruhlarınız.
Her şeyi kendinden bilme hastalığınız yok, çünkü siz “en”ler sıralamasına girmiyorsunuz sanıyorsanız, gülerler halinize.
Sorarlar o zaman size; “oturduğunuz ev kira mı?”
“Hayır, benim! Geçen sene kafayı kullanıp çok kâr ettim, bastırdım parayı aldım.”
Aklınıza geliyor değil mi; bastırıp aldıklarınız, aklınızı kullanıp başardıklarınız, hiçbir şeye ihtiyaç duymadan sahip olduklarınız.
Aklınıza geliyor değil mi; her şey aleyhinizdeyken bütün engelleri hiç yardım almadan yıktığınız.
Aklınıza geliyor değil mi; safsatalar üzerine kurduğunuz hayatınız.
Aklınıza geliyor değil mi; tutku adını verdiğiniz baş belanız.
Peki, kendi başınıza başarmanın sarhoşu olarak yaşadığınız dünyada hiç aklınıza geliyor mu; düşünen aklınız, duyan kulaklarınız, gören gözleriniz, tutan elleriniz.
Sahi hiç aklınıza geliyor mu, dakikada kaç kere nefes alıp verdiğiniz?
Tek başınıza başardıklarınız arasında; sizi yaşama bağlayan nefesi ciğerlerinize götürmek de var mı?
Görmek için hangi mucizevî buluşu muhteşem aklınızla ortaya çıkardınız? Görmek için gözlerinizi çevirmekten başka eyleminiz var mı?
Lezzetiyle öğündüğünüz en güzel yemeklerinizin gerçekten şaheser olduklarını kanıtlamak için, burnunuza ve dilinize hangi orijinal ayarları yüklediniz?
Siz, kendi başınıza kaç saniye hayatta kalabilirsiniz?
Yaşamayı bile kendi başınıza başaramadıktan sonra, nasıl oluyor da sizin yarattıklarınız yaşamı zenginleştirebiliyor?
Siz, kendinizi kim sanıyorsunuz?
Keşke payelerin en yücesini üzerinize alıp, kendinizi “kul” sanabilseniz.
Sahibinden habersiz nefes bile alamayan, kendi başına ismini bile okuyamayan, en leziz yemeklerin ayrımına bir başına varamayan, azametli sahibinin varlığıyla öğünen yüce bir “kul” sayabilseydiniz kendinizi keşke.
Açıklayamadığınız hiçbir şey kalmazdı.
Hayatta hiç bir şey sizi zıvanadan çıkartmazdı.
Devamlı olmasa da zorunlu mezarlık ziyaretleriniz olmuştur hiç kuşkusuz.
Gitmişsinizdir serin servilerin kucağında yatan, sessizlik âleminin sabırlı sakinlerinin yanına.
Dostlarınız, eşleriniz, ana babalarınız vardır aralarında. Hiç kuşkusuz bugün hepsi değilse bile bir kısmı sevdiklerinizin, toprağı dost bellemiştir sizin yerinize.
Gitmek zorunlu hale geldiğinde gidilir arkada kalanların hatırına bakılmadan. Mecbursan, gözyaşları barikat kuramaz gidişine.
Gidersin, yol uzundur. Ancak bir menzil olur kabristanlar sana.
O menzilde gelmiş ve geçmiş bütün “en”ler yatar.
Aklıyla öğünenler, gücüne güvenenler, zevklerine inananlar yatar.
Bütün hayatlarını takasür zevzekliğine kurban edenler yatar.
Van Gogh’da orada yatar, Molliere’de. En güçlüsünden en zenginine, en seçkininden en reziline bildiğin bilmediğin kim varsa ya orada yatar ya da orada yatabilmek için nefes sayar.
Bütün bunlara rağmen, her şeyin sahibi olduğun konusunda ısrarlı mısın?
Hâlâ teşekkür etmek istemiyor, hâlâ oksijeni hidrojenden ayırmanın ne kadar mühim olduğunu anlatarak kendinden bahsetmeye devam etmeyi mi düşünüyorsun?
Peki, ya oksijen olmasaydı, hidrojen yaratılmasaydı ve ikisi birbirine karışmayı beceremeseydi, ne olacaktı o zaman halin?
Rabbim, oyaladı o çokluk kuruntusu bizleri, affet.
Anlayamadık, Ta… ziyaret edişimize kadar kabirlerimizi, merhamet et.
Senin bildiklerini bilmemiz mümkün değil, senin bildirdiklerini bile bilemedik, mağfiret et.
Ancak imanımızla, görmeden kesin bir bilişle inanıyoruz, senin bildirdiğin o ateşli çemberi görebileceğimize, görmememiz için bize yardım et.
Sonra and olsun, o ateş çemberini sen gösterdiğinde çaresiz göreceğimizden kuşkumuz yok, bizi muhafaza et.
Ve biliyoruz o gün nimetlerden muhakkak sorulacağımızı, cevap verebilmemiz için bize yardım et.