Motorlu araçların hayatımıza girmediği, yolların parke taşlarla döşendiği zamanlar; ulaşım vasıtamızdı faytonlar. Faytoncular süslü püslü atlarıyla Gez Mahallesi, Dabakhane ve Hastaneler caddesindeki duraklarından yolcularını alır, seyrü seferlerine devam ederlerdi. Atlar süslü arabalar ise bakımlı olurdu. Şehir ahalisi ise her zaman faytona binmez, geç kaldığı ya da özel günlerde faytona binmeyi tercih ederdi. Hele akşam geç saatlerde faytona binilerek eve gidilmiş ise görgü kurallarına riayet edilirdi. Fayton ev yakınında bir yerde durdurulur, ücret ödenerek geri döndürülürdü. Öyle ev önüne kadar gideyim, konu komşuyu rahatsız edeyim, diyen olmazdı. Faytondan inen ayakkabılarını çıkarır, topukların ses yapması önlenerek haneye varılırdı. Hane kapısı bir tıkırdamada açılır, hane reisi içeriye alınırdı. Böylelikle hem konu komşu rahatsız edilmez hem de aile efradı çevreye dedikodu malzemesi olmazdı.
KEREM’İN ASLISI’NIN HAMAMI
Hani dillere destan, ilahi aşka götüren beşeri aşklar vardır ya Leyla ile Mecnun, Aslı ile Kerem, Ferhat ile Şirin gibi. Hiç aklınıza gelir miydi bilmem ama Aslı ile Kerem aşkının izlerini Erzurum’da bulmanız mümkündür. Mahallebaşı’na giderken eski bat pazarının kurulduğu yerin tam bitişiğinde Tahta Hamamıdır bu izleri bize ulaştıran. Rivayet odur ki Aslı, Tahta Hamamı’na temizlenmek ve yorgunluğunu atmak için gelir. Hamamda yıkanan Aslı’nın ayağı kayar ve yere düşerek kolunu kırar Kırılan kolun nasıl tedavi edildiği ve Aslı’nın nereye gittiği bilinmez; ama bu rivayet şehrin tarihteki yeri açısından önemli bir olaydır Aslı’ya talihsiz gelen Tahta Hamam insanların dışında hayvanat içinde önem arz eden bir yer olmuştur. Özellikle hastalanan atların mekânıdır hamam. Hastalığa yakalanan atlar hamama getirilir ve bir gece orada bırakılırmış. Sabah olunca bırakılan atların iyileştiğine inanılırdı. Eğer atlarda bir düzelme görülmez ise at öldürülürmüş.
RADYODA KAYBOLAN ADAM
Teknolojinin tam olarak hayatımıza girmediği dönemlerde radyolu evler parmakla gösterilirmiş. Televizyonun sayıyla, radyoların bin bir zahmetle elde dönemlerde şehrimizde yaşayan ninemizden biri radyo sahibi olur. Bunu, konu komşuya her fırsatta dile de getirmeyi ihmal etmezmiş hani. Oğlunun aldığı radyosunu evin en güzel yerine koyan nine, üzerine de örtüsünü çekmeyi ihmal etmezmiş. Oğlu çalışmaya gidince radyoyu açar gelinceye kadar dinlermiş. Malum, o zamanlar her an radyo yayını olmazdı.
Günlerden bir gün radyoda oğlunun sevdiği türkü çalınca ninem, hemen radyoyu kapatır. Radyoyu akşama kadarda açmaz. Akşam olunca oğluna dinleteceği türkü olduğunu söyleyerek radyoyu yerinden aldığı gibi getirir. Masanın yanına özenle koyar ve düğmeyi çevirir. Düğmeyi çevirmesine çevirir; ama bu adam nere gitti, diye de söylenir. Nine şaşkındır. Meğer ninem düğmeyi kapatınca türkü söyleyen adamın da sustuğu zannedermiş. Oğlu, annesinin bu hoş haline bakarak gülmekten kendini alamaz.
KAPILAR VE ZARAR
On dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru şehrin savunulması amacıyla yapılan tabyalara ilaveten, giriş ve çıkışların kontrolü içinde muhtelif yerlere kapılar yapılmıştır. Kars Kapı, İstanbul Kapı, Harput Kapı, Yeni Kapı Gürcü Kapı’lar açılarak giriş ve çıkışlar kontrol altına alınmıştır. Böylelikle bugünün gümrük görevini o zamanlar kapılar üstlenmiştir. Şehre girmek isteyen mutlaka kapılardan geçerdi. Şehre batı yönünden gelenler, genelde İstanbul Kapı’yı, doğudan gelenler ise Kars Kapı’yı kullanırdı. Giriş yapan her yolcudan ise giriş ücreti alınırdı. Zamanla da bu kapıların işletilmesi, ihale edilmiştir. İhalede en fazla parayı veren ise kapının işletilmesini alırdı. Hatta bir dönem kapıları işleten Üsam Bey kapılardan aldığı paradan zarar etmiş ve bu zararını Hacılar Hanı’ndaki dükkânlarını satarak gidermiştir.
İŞCİNİN CEVABI
Murat Paşa; yaptırdığı cami için devamlı olarak bilgi almakta, çoğu zaman da inşaatta vakit geçirmektedir. İşçilerle birlikte çalışan paşa bir ara dinlemek üzere köşesine çekilir. Çalışmaları izliyen Paşa’nın dikkatini işçilerden biri çeker. İşçi eline aldığı taşı yukarılara kadar götürmekte; fakat ustaya vermeden tekrar geri dönmektedir. İşçinin bu hali uzun süre devam edince Paşa olaya müdahale eder. İşçiyi yanına çağırır. Paşa, işçiye:
-Uzun bir zamandır seni takip ediyorum da taşı yerine bırakmadan geri dönüyorsun. Neden bunu yapıyorsun, diye sorar. İşçinin, Paşa’ya verdiği cevap neslimizin ortaya koyduğu değerleri göstermesi bakımından önemlidir:
-Paşam, sabah üzerime su dökmem gerekiyordu. Geç kaldığım için yapamadan işe geldim. Bu halimle eğer taşı oraya koyarsam kıyamete kadar taş bana lanet okur. Taş işini bırakırsam bu sefer de evde nafaka bekleyen çocuklarım aç kalır. Öğleye kadar böyle çalışıp yorulayım, alın terim aksın öğlede başımın çaresine bakarım, der. Bu cevap Murat Paşa’yı ziyadesiyle mutlu eder. Hemen cami inşaatını yarıda bıraktırıp hamam yapılması için emir verir.
KEREM’İN ASLISI’NIN HAMAMI
Hani dillere destan, ilahi aşka götüren beşeri aşklar vardır ya Leyla ile Mecnun, Aslı ile Kerem, Ferhat ile Şirin gibi. Hiç aklınıza gelir miydi bilmem ama Aslı ile Kerem aşkının izlerini Erzurum’da bulmanız mümkündür. Mahallebaşı’na giderken eski bat pazarının kurulduğu yerin tam bitişiğinde Tahta Hamamıdır bu izleri bize ulaştıran. Rivayet odur ki Aslı, Tahta Hamamı’na temizlenmek ve yorgunluğunu atmak için gelir. Hamamda yıkanan Aslı’nın ayağı kayar ve yere düşerek kolunu kırar Kırılan kolun nasıl tedavi edildiği ve Aslı’nın nereye gittiği bilinmez; ama bu rivayet şehrin tarihteki yeri açısından önemli bir olaydır Aslı’ya talihsiz gelen Tahta Hamam insanların dışında hayvanat içinde önem arz eden bir yer olmuştur. Özellikle hastalanan atların mekânıdır hamam. Hastalığa yakalanan atlar hamama getirilir ve bir gece orada bırakılırmış. Sabah olunca bırakılan atların iyileştiğine inanılırdı. Eğer atlarda bir düzelme görülmez ise at öldürülürmüş.
RADYODA KAYBOLAN ADAM
Teknolojinin tam olarak hayatımıza girmediği dönemlerde radyolu evler parmakla gösterilirmiş. Televizyonun sayıyla, radyoların bin bir zahmetle elde dönemlerde şehrimizde yaşayan ninemizden biri radyo sahibi olur. Bunu, konu komşuya her fırsatta dile de getirmeyi ihmal etmezmiş hani. Oğlunun aldığı radyosunu evin en güzel yerine koyan nine, üzerine de örtüsünü çekmeyi ihmal etmezmiş. Oğlu çalışmaya gidince radyoyu açar gelinceye kadar dinlermiş. Malum, o zamanlar her an radyo yayını olmazdı.
Günlerden bir gün radyoda oğlunun sevdiği türkü çalınca ninem, hemen radyoyu kapatır. Radyoyu akşama kadarda açmaz. Akşam olunca oğluna dinleteceği türkü olduğunu söyleyerek radyoyu yerinden aldığı gibi getirir. Masanın yanına özenle koyar ve düğmeyi çevirir. Düğmeyi çevirmesine çevirir; ama bu adam nere gitti, diye de söylenir. Nine şaşkındır. Meğer ninem düğmeyi kapatınca türkü söyleyen adamın da sustuğu zannedermiş. Oğlu, annesinin bu hoş haline bakarak gülmekten kendini alamaz.
KAPILAR VE ZARAR
On dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru şehrin savunulması amacıyla yapılan tabyalara ilaveten, giriş ve çıkışların kontrolü içinde muhtelif yerlere kapılar yapılmıştır. Kars Kapı, İstanbul Kapı, Harput Kapı, Yeni Kapı Gürcü Kapı’lar açılarak giriş ve çıkışlar kontrol altına alınmıştır. Böylelikle bugünün gümrük görevini o zamanlar kapılar üstlenmiştir. Şehre girmek isteyen mutlaka kapılardan geçerdi. Şehre batı yönünden gelenler, genelde İstanbul Kapı’yı, doğudan gelenler ise Kars Kapı’yı kullanırdı. Giriş yapan her yolcudan ise giriş ücreti alınırdı. Zamanla da bu kapıların işletilmesi, ihale edilmiştir. İhalede en fazla parayı veren ise kapının işletilmesini alırdı. Hatta bir dönem kapıları işleten Üsam Bey kapılardan aldığı paradan zarar etmiş ve bu zararını Hacılar Hanı’ndaki dükkânlarını satarak gidermiştir.
İŞCİNİN CEVABI
Murat Paşa; yaptırdığı cami için devamlı olarak bilgi almakta, çoğu zaman da inşaatta vakit geçirmektedir. İşçilerle birlikte çalışan paşa bir ara dinlemek üzere köşesine çekilir. Çalışmaları izliyen Paşa’nın dikkatini işçilerden biri çeker. İşçi eline aldığı taşı yukarılara kadar götürmekte; fakat ustaya vermeden tekrar geri dönmektedir. İşçinin bu hali uzun süre devam edince Paşa olaya müdahale eder. İşçiyi yanına çağırır. Paşa, işçiye:
-Uzun bir zamandır seni takip ediyorum da taşı yerine bırakmadan geri dönüyorsun. Neden bunu yapıyorsun, diye sorar. İşçinin, Paşa’ya verdiği cevap neslimizin ortaya koyduğu değerleri göstermesi bakımından önemlidir:
-Paşam, sabah üzerime su dökmem gerekiyordu. Geç kaldığım için yapamadan işe geldim. Bu halimle eğer taşı oraya koyarsam kıyamete kadar taş bana lanet okur. Taş işini bırakırsam bu sefer de evde nafaka bekleyen çocuklarım aç kalır. Öğleye kadar böyle çalışıp yorulayım, alın terim aksın öğlede başımın çaresine bakarım, der. Bu cevap Murat Paşa’yı ziyadesiyle mutlu eder. Hemen cami inşaatını yarıda bıraktırıp hamam yapılması için emir verir.