(Devamı...)
Siyasi görüşü ve tezleri bir yana, yazar olarak söylemini, olaylara ve insanlara dokunuşunu benim şahsen çok beğendiğim bir yazardır Yılmaz Özdil. Onun Malumatfuruş’a aksetmiş ‘köşe yazarı’ değerlendirmesinde ise kronoloji ve hiyerarşi, gazeteciliğe ilişkin kalite değerlendirmesi bağlamında biraz daha öne çıkıyor:
“Gazete denilen kavram, sizin gazeteci sandığınız egosu patlak üç beş köşe yazarından ibaret değildir. Muhabirinden matbaa işçisine, santralinden arşivine, ulaştırmasından dağıtımına, binlerce isimsiz kahramandan, binlerce aileden oluşur. Üç bin kişiyi kurtarmak için, bazen mecburen üç kişiden vazgeçilebilir. Kişisel sıkıntıları abartmamak gerekir. Gidersin, başka yerde yazarsın olur biter.”*
(Yılmaz Özdil, 1965)
Ve bir başka duayen, bizi Ertuğrul Özkök’ün bıraktığı köşe başına döndürüyor. Hayda, sil baştan:
“Başta televizyon ve arkasından da internet olmak üzere iletişim araçları, bilgiyi de haberi de sesten daha hızlı biçimde dünyaya açtı. Günümüzde okurlar gazete yazarları kadar hızla bilgiye ulaşabilmekte artık. Yalancının mumu yatsıya kadar dayanamıyor… Kısacası işimiz giderek zorlaşıyor.”*
(Mehmet Barlas, 1942)
Münakaşanın tam da bu noktasında merceği çok uzaklara, İngiliz The Guardian’dan gazeteci Hugo Young’a tutuyor Malumatfuruş:
“Fakat köşe yazarlarına sunulan mevki ve prestijle gazetecilere sunulanlar arasında giderek artan bir eşitsizlik olduğu kanısındayım. Habercilik, gazeteciliğin temelidir, köşe yazarlarının işiyse meddü-cezirlerden arta kalan toprağı kaldırmaya benzer: disiplinsiz, güvenilmez ve belki de en genel anlamıyla düşünürsek, gereksiz bir iştir bu.”
“Ne var ki son yıllarda, kendilerini siyasi partiler veya iddialarla ilişkilendirmekten memnun olan siyaset yazarlarının sayısı giderek artıyor. Bunu son derece endişe verici buluyorum. Daha fazla ciddiyet olması gerektiğini düşünüyorum. Gazetecilik yapmak niye yetmesin ki?”*
(Hugo Young, 1938-2003 )
Bu eşitsizlik -ya da açık değer sapması, yozlaşma- konusunda New York Times’ın efsane editörü Stephen Kinzer’in de söyleyecek sözü var. Yanlış anlaşılmasın ama; Kinzer, Amerikan toplumundan ve günümüz Amerikan gazetelerinden bahsediyor:
“Muhabir olmanın bu ülkede hiçbir kıymeti yok! Bir köşe sahibi oluncaya kadar bir hiçsin sen! Siyasîler başka ülkelerdeki gibi beyanat vermiyor. Bir basın toplantısı yapıp, kamuoyuna açıklamada bulunmuyor. Onun yerine sevdikleri bir veya iki köşe yazarını çağırıyor. Hatta ofislerine evlerine getirtiyor. Verecekleri mesajları onlara oracıkta veriyor. Okurlar da bu yönteme alışıyor. (…) Okurlar köşe yazarları ile birlikte gazete değiştiriyor. Bu tehlikeli bir durum. Çünkü o zaman haberi açıklandığı gibi değil köşe yazarının renkli gözlüklerin ardından alıyorsun. Ya da haberi alan, ama habere kendi damgasını da vuran biri aracılığıyla”*
(Stephen Kinzer, 1951)
Kinzer’in saptamaları size hangi ülkeyi çağrıştırdı?
Sorun ‘global’ olabilir mi? Küresel kültür diyelim Türkçesiyle...
Medyamızın yükselen değerlerinden ve aynı zamanda bana göre geleceğin ‘ağır top’ adaylarından biri, Malumatfuruş’un Moderasyonuyla gerçekleşen bu hayali tartışmaya yeni bir boyut ekliyor:
“Adam köşe yazısına Magna Carta muamelesi yapıyor. Var öyle arkadaşlar. Allah ıslah etsin! Köşe yazarı diye meslek mi olur? Kartvizitinde köşe yazarı yazan adam var. Yaptığının sadece fikirlerini paylaşmak olduğunu bileceksin. ‘Dünyayı değiştiriyorum, başbakana ayar veriyorum’ tribine girersen psikiyatri kliniğine başvur.”*
(Candaş Tolga Işık, 1978)
Ve sevgili Ahmet Hakan, biraz da yılgınlıkla dokunuyor zülfü yâre:
“Bu memlekette köşe yazarlığı yapılmaz! Size bir şey söyleyeyim mi? Sırtını bir kesime yaslayıp her gün fotokopi gibi aynı yazıları yazmadıktan sonra… Bu memleketin en zor, en riskli, en yorucu, en berbat mesleğidir köşe yazarlığı...”*
(Ahmet Hakan, 1967)
Trajediye bakın ki Ahmet Hakan’ın ‘yapılmaz’ dediği iş, kendi sektöründeki esas emek odağına zarar veriyor ve bu tesiri de sıradan bir makam değil, tarafsız hukukun çok saygın bir organı tespit ediyor:
“Yüksek maaşlı köşe yazarlığı, araştırmacı muhabir gazeteciliğini engelliyor”*
(Avrupa İnsan Hakları Komiserliği)
Ve...
Kapanışı bu sektörde etkin sivil toplumun zirvesinden bir beyanla yapalım. Cemiyet’in Başkanı tartışmaya nokta koymuyor da bizi tahlilin en başına döndürecek biçimde adeta sorunun üzerine bir kez daha büyüteç tutuyor:
“Bunları biz 2-3 sene öncesine kadar hiç tanımıyorduk. Ne vakit gazeteci köşe yazarı oldular? Yazdıkları çok ağır şeyler...”*
(Turgay Olcayto, 1937; Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı 2013-2022, sürüyor)
*: Alıntılar için referans:
https://www.malumatfurus.org/kose-yazarligi-hakkinda/
**: Yazarımız Savaşkan İlmak’ın Ayarsız dergisi Kasım-2022 sayısındaki yazısından alıntılanmıştır.
Siyasi görüşü ve tezleri bir yana, yazar olarak söylemini, olaylara ve insanlara dokunuşunu benim şahsen çok beğendiğim bir yazardır Yılmaz Özdil. Onun Malumatfuruş’a aksetmiş ‘köşe yazarı’ değerlendirmesinde ise kronoloji ve hiyerarşi, gazeteciliğe ilişkin kalite değerlendirmesi bağlamında biraz daha öne çıkıyor:
“Gazete denilen kavram, sizin gazeteci sandığınız egosu patlak üç beş köşe yazarından ibaret değildir. Muhabirinden matbaa işçisine, santralinden arşivine, ulaştırmasından dağıtımına, binlerce isimsiz kahramandan, binlerce aileden oluşur. Üç bin kişiyi kurtarmak için, bazen mecburen üç kişiden vazgeçilebilir. Kişisel sıkıntıları abartmamak gerekir. Gidersin, başka yerde yazarsın olur biter.”*
(Yılmaz Özdil, 1965)
Ve bir başka duayen, bizi Ertuğrul Özkök’ün bıraktığı köşe başına döndürüyor. Hayda, sil baştan:
“Başta televizyon ve arkasından da internet olmak üzere iletişim araçları, bilgiyi de haberi de sesten daha hızlı biçimde dünyaya açtı. Günümüzde okurlar gazete yazarları kadar hızla bilgiye ulaşabilmekte artık. Yalancının mumu yatsıya kadar dayanamıyor… Kısacası işimiz giderek zorlaşıyor.”*
(Mehmet Barlas, 1942)
Münakaşanın tam da bu noktasında merceği çok uzaklara, İngiliz The Guardian’dan gazeteci Hugo Young’a tutuyor Malumatfuruş:
“Fakat köşe yazarlarına sunulan mevki ve prestijle gazetecilere sunulanlar arasında giderek artan bir eşitsizlik olduğu kanısındayım. Habercilik, gazeteciliğin temelidir, köşe yazarlarının işiyse meddü-cezirlerden arta kalan toprağı kaldırmaya benzer: disiplinsiz, güvenilmez ve belki de en genel anlamıyla düşünürsek, gereksiz bir iştir bu.”
“Ne var ki son yıllarda, kendilerini siyasi partiler veya iddialarla ilişkilendirmekten memnun olan siyaset yazarlarının sayısı giderek artıyor. Bunu son derece endişe verici buluyorum. Daha fazla ciddiyet olması gerektiğini düşünüyorum. Gazetecilik yapmak niye yetmesin ki?”*
(Hugo Young, 1938-2003 )
Bu eşitsizlik -ya da açık değer sapması, yozlaşma- konusunda New York Times’ın efsane editörü Stephen Kinzer’in de söyleyecek sözü var. Yanlış anlaşılmasın ama; Kinzer, Amerikan toplumundan ve günümüz Amerikan gazetelerinden bahsediyor:
“Muhabir olmanın bu ülkede hiçbir kıymeti yok! Bir köşe sahibi oluncaya kadar bir hiçsin sen! Siyasîler başka ülkelerdeki gibi beyanat vermiyor. Bir basın toplantısı yapıp, kamuoyuna açıklamada bulunmuyor. Onun yerine sevdikleri bir veya iki köşe yazarını çağırıyor. Hatta ofislerine evlerine getirtiyor. Verecekleri mesajları onlara oracıkta veriyor. Okurlar da bu yönteme alışıyor. (…) Okurlar köşe yazarları ile birlikte gazete değiştiriyor. Bu tehlikeli bir durum. Çünkü o zaman haberi açıklandığı gibi değil köşe yazarının renkli gözlüklerin ardından alıyorsun. Ya da haberi alan, ama habere kendi damgasını da vuran biri aracılığıyla”*
(Stephen Kinzer, 1951)
Kinzer’in saptamaları size hangi ülkeyi çağrıştırdı?
Sorun ‘global’ olabilir mi? Küresel kültür diyelim Türkçesiyle...
Medyamızın yükselen değerlerinden ve aynı zamanda bana göre geleceğin ‘ağır top’ adaylarından biri, Malumatfuruş’un Moderasyonuyla gerçekleşen bu hayali tartışmaya yeni bir boyut ekliyor:
“Adam köşe yazısına Magna Carta muamelesi yapıyor. Var öyle arkadaşlar. Allah ıslah etsin! Köşe yazarı diye meslek mi olur? Kartvizitinde köşe yazarı yazan adam var. Yaptığının sadece fikirlerini paylaşmak olduğunu bileceksin. ‘Dünyayı değiştiriyorum, başbakana ayar veriyorum’ tribine girersen psikiyatri kliniğine başvur.”*
(Candaş Tolga Işık, 1978)
Ve sevgili Ahmet Hakan, biraz da yılgınlıkla dokunuyor zülfü yâre:
“Bu memlekette köşe yazarlığı yapılmaz! Size bir şey söyleyeyim mi? Sırtını bir kesime yaslayıp her gün fotokopi gibi aynı yazıları yazmadıktan sonra… Bu memleketin en zor, en riskli, en yorucu, en berbat mesleğidir köşe yazarlığı...”*
(Ahmet Hakan, 1967)
Trajediye bakın ki Ahmet Hakan’ın ‘yapılmaz’ dediği iş, kendi sektöründeki esas emek odağına zarar veriyor ve bu tesiri de sıradan bir makam değil, tarafsız hukukun çok saygın bir organı tespit ediyor:
“Yüksek maaşlı köşe yazarlığı, araştırmacı muhabir gazeteciliğini engelliyor”*
(Avrupa İnsan Hakları Komiserliği)
Ve...
Kapanışı bu sektörde etkin sivil toplumun zirvesinden bir beyanla yapalım. Cemiyet’in Başkanı tartışmaya nokta koymuyor da bizi tahlilin en başına döndürecek biçimde adeta sorunun üzerine bir kez daha büyüteç tutuyor:
“Bunları biz 2-3 sene öncesine kadar hiç tanımıyorduk. Ne vakit gazeteci köşe yazarı oldular? Yazdıkları çok ağır şeyler...”*
(Turgay Olcayto, 1937; Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı 2013-2022, sürüyor)
*: Alıntılar için referans:
https://www.malumatfurus.org/kose-yazarligi-hakkinda/
**: Yazarımız Savaşkan İlmak’ın Ayarsız dergisi Kasım-2022 sayısındaki yazısından alıntılanmıştır.