331.FİKİR’de ele aldığımız “Göklerde ve yeryüzünde ne varsa, sabah ve akşam, ister istemez, kendileri de, gölgeleri de Allah’a secde eder” (Ra’d 15) ayetindeki ‘göle’ kavramı üzerinde durmak istiyoruz. Ayette vurgulanan ‘gölge’ ifadesinde hem fiziki bir gerçeklik vardır, hem de mecaz/metafor, iç içe girmiş gözükmektedir. Kuran’da birçok gerçek mecazlar yoluyla anlatılmaktadır. Örneğin İbrahim suresinin ilk ayetinde, “Elif, Lâm, Râ. Bir kitaptır ki, bunu sana indirdik, insanları Rablerinin izniyle karanlıklardan nura, O Azîz, Hamîd’in yoluna çıkarasın” ifadesinde olduğu gibi, Allah’ı bilmemek, inkâr ve günah kişinin karanlığı olarak ifade edilmiştir. Kişideki bu karanlığı giderecek olan ise imandır ve kişideki iman aydınlanmasının mecazı da, ilahi ışık anlamında ki nur sözcüğüdür. Kişi Allah’ı bilmiyorsa, o, ilahi ışığa/nura erişememiş, ruhu ve kalbi karanlıkta kalmıştır. Ayette geçen gölge kelimesinin de, hakiki manası dışında, yukardaki ayette yer alan, karanlık ve nur, ifadelerinde olduğu gibi, metaforik bir anlamı olduğunu düşünebiliriz.
Fizik âlemde gölge: Gölge, ışığın ve bir cismin varlığına muhtaçtır. Gölge asıl değil, aslın ışık marifetiyle bir yansımasıdır. Her ışık kaynağı cisimler üzerinde gölgelere vücut verir. Cismin fiziki yapısı, eni boyu, girintisi çıkıntısı, ışıkla her buluşmada farklı gölgelere sebep olmaktadır. Hareket ve zamandaki değişimler cisimlerin gölgelerini de değiştirmektedir. En büyük ışık kaynağımız güneştir. Güneş ışıkları, üzerine düştüğü cisimlerin her yanını değil, belli noktalarını aydınlatır. Böylece güneş ışıklarının çarptığı her yüzey belli bir gölge meydana getirir. Ay, lamba, mum, vb. ışık kaynakları da gölgelerin ortaya çıkmasına sebep olur.
Gölge eşyanın özünü göstermez ve gölge mutlak manada siyah-beyazdır. Eşyanın kabaca şekli gölgede gözükse de detaylar, renkler ve boyutlar gölgede zahir olmaz. Gölgelerine bakarak varlıkları belki tanıyabiliriz; bu bir insan gölgesi, bu bir at gölgesi, bu bir aslan gölgesi diyebiliriz. Gölgenin yansıttığı biçimlerden gölgenin kimliği hakkında da bazı tespitlerde bulunmak mümkündür. Entarili bir gölgeye bu bir Arap’tır, fötr şapkalı bir gölgeye bu bir Avrupalıdır, öngörüsünde bulunmak gibi.
Karanlıkta gölge olmaz; mesela bir gölgesi varsa insan vardır denilebilir! Gölge, ironik bir şekilde, varlığımızın bir kanıtıdır! Tutulamaz, dokunulamaz, rengi, kokusu, tadı olmayan bir gölge; aynı zamanda tutulabilen, dokunulabilen, rengi, kokusu, tadı olan bir varlığa kanıtlık edebilmektedir. Gölgeler konuşmazlar; daima suskundurlar; ne şarkı söylerler, ne gülerler, ne gözyaşları vardır, ne yalanları, ne ihanetleri ne kahkahaları! Bir gölgenin yüzünü kimse görememiştir. Fakat yine de gölge hayatın varlığına en büyük kanıttır. Kimse gölgesine hükmedemez, ona söz geçiremez. Kendisi ayakta iken kimse gölgesine otur diye bir komut veremez.
Tüm varlık Allah’ın fiili olarak Yaratana tabidir. Sahibi secdede ise gölgesi de secdededir. Sahibi ayakta ise gölgesi de ayaktadır; sahibi yürüyorsa gölgesi de yürümektedir. İnsan ne yapıyorsa gölgesi de onu yapmaktadır. Gölgenin aslına tabi olması onun secdesidir. Eşya yahut insan, ne zaman gölgesiz olabilir? Eşya yok olduğunda insan ise öldüğünde gölgesi yok olur. O halde kim kendi gerçeğini görmek, gerçeğiyle yüzleşmek isterse gölgesinden kurtulmak zorundadır! Yani ölümü beklemelidir. Evet, trajik, fakat içinde hakikati taşıyor.
Tasavvufta gölge kavramıyla ilgilenmiştir: Ayette geçen “zill” ifadesi gölge demektir. Tasavvufi anlatımda “zıll” sözcüğüne “mümkinenin taayyünleri ile zahir olan izafi varlık” manası verilmiştir. Yani; bir şeyle onun gölgesi ayrı şeyler olmakla beraber, gölge varlığa bağlıdır; insansız, insan gölgesi olamaz! Varlığın da bir aslı yoktur, gerçekte tüm varlık göle gibidir, varlığın aslı Hakk Teâlâ’dır. İnsanın bedeni ruhsal hakikatin gölgesidir. Oysa insan ruhunun/hakikatinin gölgesi yoktur; ruh güneş gibidir; bedense ruhla gözüken bir gölgedir! (Kesret) Beden ruha aittir ama beden ruh değildir. Beden ruh olmayınca insan, ruhsal yolculukla, bedenin etkisinden kurtulup gölge varlığını azaltabilir. Gölgeleri aslına rücu ettirmek ise tevhittir. İçimizdeki nefsi/gölgelerin kaynağını terbiye etmek ve bu yolla insanın tekâmülü mümkündür. İnsan gölgesizliğe erdiğinde artık ruhsal bir varlık kabul edilir ki, büyük velilerin böyle bir makamı elde ettikleri ifade edilir.
Gölgeye psikolojide de anlam yüklenmiştir: Gölge insan varoluşunu da simgelemektedir. Bireyin gün ışığına çıkmamış duygu ve düşünceleri daha doğrusu insanın benliği, gölgesidir. Yoğun ışığa maruz kalmış bir insanın duyuları iptal olur: yoğun ışık bir nevi gözü kör eder; yoğun ışıkta varlık gözükmez olur. Fakat gölgeler çoğaldıkça zihin uyanır; insan o zaman varlığı böler, çarpar, çıkarır, toplar, dağıtır.
Gölge, bilinçdışı kişiliğin belli ölçüde bağımsızlığı olan bir örneğidir. Bilinçli benliğin sahiplenmediği duyguları, güdüleri o açığa çıkarır. Benlik denen iç gölge, en karanlıklarda en keskin halini alır ve insana var olduğunu hatırlatır. Şeytani vesveseler, gizli-saklı hisler, akıl yürütmeler, hayaller, vahşi yahut ahlaksız istekler, öfke, nefret, kavga, utanç vb. haller insanın gölgeleridir. O zaman sormak gerekir: İnsan mı gölgesini ‘iç ben’ takip eder, yoksa gölgesi mi ‘dış ben’ insanı takip eder?
Gölge ifadesine edebiyatta bigâne kalmamıştır. Olumlu olumsuz manada gölge sözcüğüyle çeşitli anlatımlar ve anlamlandırmalar yapılmıştır: Mesela etrafına gölge salmak, gölgesinde kalmak, gölge etmek, gölgelenmek, hükumetin, liderin, dostun-arkadaşın, ananın-babanın, konu-komşunun gölgesinin olması (korunma, sevilme); ya da gölgenin uzayıp kısalmasıyla yapılan büyüklük küçüklük karşılaştırmaları¸ Allah’ın yeryüzündeki gölgesi (iktidar) gölge etme başka ihsan istemem, gölgesinden hızlı silah çekmek, kendi gölgesinden korkmak, gölgede kalmak, ünü sahibini gölgede bırakan eserler, bir ağacın gölgesinde bir sürü yatar… vb.
Gölgeler, biçimsel bazı yapılar taşısa da neticede bir özleri yoktur; fakat gölge varlığı gösteren önemli bir ’varlık’tır! Yeryüzü günleri, bütün varlık bir gölge gibidir. Sadece geçici şeylerin gölgesi vardır; günleri günler kovalar; çiçekler açıp solar, doğanlar gözükür ve yok olurlar. Bir gölge gibi dolaşır her bir varlık, hele insan, nasıl da ihtiraslıdır, mal mülk biriktirmek için nasıl da çırpınır durur, oysa gölgenin gölgeye miras bıraktığını kim görmüştür! ‘Siz bana dönersiniz, malınızın varisi de benim!’ diyor Mevlâ. Varlık gölgesiyse varlığın hakikati de Allah’tır ve varlık her durumda Allah’ı gösterir; gölgeler Ona karşı itaatkârdır; varlık sürekli sacid durumundadır. Çünkü gölge aslına tabidir. Gölgeyi özleyen köle ruhlar dünyanın karanlığında kalmışlardır.
Sonuç: O halde dünyaya bakan yüzü itibariyle gölgeler gibi gelip geçen kısa ve boş ömürden insanın yanına kalacak olan iman ve amel-i salihten başkası olmayacaktır.
Fizik âlemde gölge: Gölge, ışığın ve bir cismin varlığına muhtaçtır. Gölge asıl değil, aslın ışık marifetiyle bir yansımasıdır. Her ışık kaynağı cisimler üzerinde gölgelere vücut verir. Cismin fiziki yapısı, eni boyu, girintisi çıkıntısı, ışıkla her buluşmada farklı gölgelere sebep olmaktadır. Hareket ve zamandaki değişimler cisimlerin gölgelerini de değiştirmektedir. En büyük ışık kaynağımız güneştir. Güneş ışıkları, üzerine düştüğü cisimlerin her yanını değil, belli noktalarını aydınlatır. Böylece güneş ışıklarının çarptığı her yüzey belli bir gölge meydana getirir. Ay, lamba, mum, vb. ışık kaynakları da gölgelerin ortaya çıkmasına sebep olur.
Gölge eşyanın özünü göstermez ve gölge mutlak manada siyah-beyazdır. Eşyanın kabaca şekli gölgede gözükse de detaylar, renkler ve boyutlar gölgede zahir olmaz. Gölgelerine bakarak varlıkları belki tanıyabiliriz; bu bir insan gölgesi, bu bir at gölgesi, bu bir aslan gölgesi diyebiliriz. Gölgenin yansıttığı biçimlerden gölgenin kimliği hakkında da bazı tespitlerde bulunmak mümkündür. Entarili bir gölgeye bu bir Arap’tır, fötr şapkalı bir gölgeye bu bir Avrupalıdır, öngörüsünde bulunmak gibi.
Karanlıkta gölge olmaz; mesela bir gölgesi varsa insan vardır denilebilir! Gölge, ironik bir şekilde, varlığımızın bir kanıtıdır! Tutulamaz, dokunulamaz, rengi, kokusu, tadı olmayan bir gölge; aynı zamanda tutulabilen, dokunulabilen, rengi, kokusu, tadı olan bir varlığa kanıtlık edebilmektedir. Gölgeler konuşmazlar; daima suskundurlar; ne şarkı söylerler, ne gülerler, ne gözyaşları vardır, ne yalanları, ne ihanetleri ne kahkahaları! Bir gölgenin yüzünü kimse görememiştir. Fakat yine de gölge hayatın varlığına en büyük kanıttır. Kimse gölgesine hükmedemez, ona söz geçiremez. Kendisi ayakta iken kimse gölgesine otur diye bir komut veremez.
Tüm varlık Allah’ın fiili olarak Yaratana tabidir. Sahibi secdede ise gölgesi de secdededir. Sahibi ayakta ise gölgesi de ayaktadır; sahibi yürüyorsa gölgesi de yürümektedir. İnsan ne yapıyorsa gölgesi de onu yapmaktadır. Gölgenin aslına tabi olması onun secdesidir. Eşya yahut insan, ne zaman gölgesiz olabilir? Eşya yok olduğunda insan ise öldüğünde gölgesi yok olur. O halde kim kendi gerçeğini görmek, gerçeğiyle yüzleşmek isterse gölgesinden kurtulmak zorundadır! Yani ölümü beklemelidir. Evet, trajik, fakat içinde hakikati taşıyor.
Tasavvufta gölge kavramıyla ilgilenmiştir: Ayette geçen “zill” ifadesi gölge demektir. Tasavvufi anlatımda “zıll” sözcüğüne “mümkinenin taayyünleri ile zahir olan izafi varlık” manası verilmiştir. Yani; bir şeyle onun gölgesi ayrı şeyler olmakla beraber, gölge varlığa bağlıdır; insansız, insan gölgesi olamaz! Varlığın da bir aslı yoktur, gerçekte tüm varlık göle gibidir, varlığın aslı Hakk Teâlâ’dır. İnsanın bedeni ruhsal hakikatin gölgesidir. Oysa insan ruhunun/hakikatinin gölgesi yoktur; ruh güneş gibidir; bedense ruhla gözüken bir gölgedir! (Kesret) Beden ruha aittir ama beden ruh değildir. Beden ruh olmayınca insan, ruhsal yolculukla, bedenin etkisinden kurtulup gölge varlığını azaltabilir. Gölgeleri aslına rücu ettirmek ise tevhittir. İçimizdeki nefsi/gölgelerin kaynağını terbiye etmek ve bu yolla insanın tekâmülü mümkündür. İnsan gölgesizliğe erdiğinde artık ruhsal bir varlık kabul edilir ki, büyük velilerin böyle bir makamı elde ettikleri ifade edilir.
Gölgeye psikolojide de anlam yüklenmiştir: Gölge insan varoluşunu da simgelemektedir. Bireyin gün ışığına çıkmamış duygu ve düşünceleri daha doğrusu insanın benliği, gölgesidir. Yoğun ışığa maruz kalmış bir insanın duyuları iptal olur: yoğun ışık bir nevi gözü kör eder; yoğun ışıkta varlık gözükmez olur. Fakat gölgeler çoğaldıkça zihin uyanır; insan o zaman varlığı böler, çarpar, çıkarır, toplar, dağıtır.
Gölge, bilinçdışı kişiliğin belli ölçüde bağımsızlığı olan bir örneğidir. Bilinçli benliğin sahiplenmediği duyguları, güdüleri o açığa çıkarır. Benlik denen iç gölge, en karanlıklarda en keskin halini alır ve insana var olduğunu hatırlatır. Şeytani vesveseler, gizli-saklı hisler, akıl yürütmeler, hayaller, vahşi yahut ahlaksız istekler, öfke, nefret, kavga, utanç vb. haller insanın gölgeleridir. O zaman sormak gerekir: İnsan mı gölgesini ‘iç ben’ takip eder, yoksa gölgesi mi ‘dış ben’ insanı takip eder?
Gölge ifadesine edebiyatta bigâne kalmamıştır. Olumlu olumsuz manada gölge sözcüğüyle çeşitli anlatımlar ve anlamlandırmalar yapılmıştır: Mesela etrafına gölge salmak, gölgesinde kalmak, gölge etmek, gölgelenmek, hükumetin, liderin, dostun-arkadaşın, ananın-babanın, konu-komşunun gölgesinin olması (korunma, sevilme); ya da gölgenin uzayıp kısalmasıyla yapılan büyüklük küçüklük karşılaştırmaları¸ Allah’ın yeryüzündeki gölgesi (iktidar) gölge etme başka ihsan istemem, gölgesinden hızlı silah çekmek, kendi gölgesinden korkmak, gölgede kalmak, ünü sahibini gölgede bırakan eserler, bir ağacın gölgesinde bir sürü yatar… vb.
Gölgeler, biçimsel bazı yapılar taşısa da neticede bir özleri yoktur; fakat gölge varlığı gösteren önemli bir ’varlık’tır! Yeryüzü günleri, bütün varlık bir gölge gibidir. Sadece geçici şeylerin gölgesi vardır; günleri günler kovalar; çiçekler açıp solar, doğanlar gözükür ve yok olurlar. Bir gölge gibi dolaşır her bir varlık, hele insan, nasıl da ihtiraslıdır, mal mülk biriktirmek için nasıl da çırpınır durur, oysa gölgenin gölgeye miras bıraktığını kim görmüştür! ‘Siz bana dönersiniz, malınızın varisi de benim!’ diyor Mevlâ. Varlık gölgesiyse varlığın hakikati de Allah’tır ve varlık her durumda Allah’ı gösterir; gölgeler Ona karşı itaatkârdır; varlık sürekli sacid durumundadır. Çünkü gölge aslına tabidir. Gölgeyi özleyen köle ruhlar dünyanın karanlığında kalmışlardır.
Sonuç: O halde dünyaya bakan yüzü itibariyle gölgeler gibi gelip geçen kısa ve boş ömürden insanın yanına kalacak olan iman ve amel-i salihten başkası olmayacaktır.