
“De ki: Eğer Allah dileseydi, onu size okumazdım ve onu size bildirmezdi. Ben ondan önce sizin içinizde bir ömür sürdüm. Siz yine de akıl erdirmeyecek misiniz?” (Yûnus 16)
Hz. Muhammed (sav) Mekke’de 570-571’de doğdu, 632’de vefat etti. Kabri Medine’dedir. Hz. Muhammed (sav) Allah’ın son peygamberidir ve tüm insanlığın kurtuluşu için görevlendirilmiştir. Kendisine kırk yaşından itibaren, Kuran’ı meydana getiren ayetler, vahyedilmiştir ve bu görevi vefatına kadar, yani yirmi bir yıl, sürmüştür.
Allah’ın son Peygamberi Hz. Muhammed’in (sav), bir sıfatı da, El-Emin’dir. El Emin; kendisine her konuda emniyet edilen, yalan söylemeyen, dürüst kişi demektir. Bu sıfatı ona içinde yaşadığı Arap toplumu layık görmüştür. Peygamberimizin hayatı Mekke ve Medine’de geçmiştir. Babası Abdullah doğumundan önce annesi Amine de Efendimiz altı yaşındayken, vefat etmiştir. Allah’ın son peygamberi Hz. Muhammed’in yetiştirilmesini altı yaşına kadar sütannesi, iki yıl da dedesi Abdülmuttalib üzerine almış, sekiz yaşından sonra vasisi Amcası Ebu Talib olmuştur. Efendimiz, amcasının himayesinde, aile işlerinin yanı sıra ticaretle de uğraşmıştır. Yirmi beş yaşındayken kırk yaşında zengin ve dul bir hanım olan Hz.Hatice ile evlenmiş ve çocukları da Hz. Hatice’den dünyaya gelmiştir.
Allah’ın son Peygamberi Hz. Muhammed (sav) Mekkeliydi; fakat onların putçu inanç ve kültür değerlerine fıtraten uzaktı. Mekke ve civarındaki Hıristiyan ve Yahudi inanışındaki toplulukların inanç değerlerine karşı da aynı şekilde mesafeli durmuştur. Peygamberlik vazifesinden önce Mekke’de, Nur Dağı’ndaki Hıra Mağarasına çekilerek içinde bulunduğu toplum düzeni üzerine düşünürdü. Allah, kırk yaşında kendisine, yine bu dağda iken, son peygamberi olduğunu Cebrail vasıtasıyla bildirdi ve ilk ayetleri indirdi.
Allah’ın son Peygamberi Hz. Muhammed (sav), Allah’ın son dinini, kırk yaşından sonra, çoğunluğu putlara tapan ve bir aşiretler topluluğu olan Hicaz Arapları ile aynı bölgedeki, Tevrat, Zebur ve İncil etrafında kümelenmiş, Hıristiyan ve Yahudi kitlesine tebliğ etti. Peygamberlik görevi sırasında, gerek kafirlerden gerekse müşriklerden, eza cefa gördü; pek çok meşakkatle karşılaştı. Fakat Allah’ın izniyle, bunların hepsini aştı ve İslam güneşi, Arap yarımadasında doğup tüm dünyaya ışıklarını yaydı. Bugün de insanlığın tutunacağı yegane kurtuluş kulpu İslam ve Kuran’dır.
Allah’ın son Peygamberi Hz. Muhammed’den önce, Mekke-Medine bölgesi Arapları put dinciliği ve şirke bulaşmış bir sosyolojiye sahipti. Soy sop ve maddi imkanlarla övünürlerdi. Şiir sanatı gelişmişti. Tarihi ve kültürel, kimi ögeleri içeren öykü anlatıcılığı da insanların motivasyonunu sağlayan araçlardandı.
Allah’ın son Peygamberi Hz. Muhammed (sav), ilk vahyi Hıra dağında alıp heyecanla evine dönmüş ve bir süre yatağında kalarak kendine gelmeye çalışmıştır. Daha sonra eşi Hz. Hatice’ye durumu ve üzerindeki ürküntüyü izah etmiştir. Hz. Hatice ise ona şöyle demiştir: “Allah’a yemin ederim ki, Yüce Allah, hiçbir zaman seni utandırmaz. Çünkü sen, akrabanı gözetirsin. İşini görmekten aciz kimselerin işlerini yüklenirsin, fakire yardım eder, misafiri ağırlarsın.” Mekke ahalisi tarafından emin bir insan olarak bilinen Hz. Muhammed (sav); aynı zamanda, akrabasını gözeten, güçsüzlerin işini gören, muhtaçlara yardım eden, misafirperver bir Zât’tır. Bu, merhametli Resul, her peygamber gibi, kavminin düşmanlığına maruz kaldı. Nice eziyetler gördü. Deli, mecnun, cinlerin ve şeytanların yoldan çıkardığı kimse vb. sıfatlarla o yüce insanı karalamaya ve görevini yapmasına mani olmaya çalıştılar. Fakat Allahü Teâlâ, “…Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin…” buyurarak, Efendimizin yüksek kadrini ve kıymetini ortaya koydu.
Kuran ayetleri indikçe sadece putperestler değil, Yahudi ve Hristiyanlar da, ayetlerden rahatsızlık duymaya başladılar. Çünkü ayetler, onları ve inançlarını eleştiriyor ve kendilerini İslam dinini kabule çağırıyordu. Nasibi olanlar Allah’ın davetine kulak verip Müslümanlığı din olarak seçiyorlardı. Allah’ın davetini, ticari, siyasi ve kültürel kimi çıkarlarına aykırı görenler ise, şiddetli düşmanlık gösterip savaşlar dâhil, her türlü araçla, İslami gelişmeleri durdurmak için mücadele ediyorlardı. Bu mücadeleyi yürütürken en önemli hedefleri Hz. Muhammed’di. Vahyi, şüphe ile karşılayan bu kesimler, ayetleri, Hz. Muhammed’in kendisinin, haşa, uydurduğunu ileri sürüyorlardı. Bu maksatla Efendimizi ziyaret ederek, ayetleri kendi çıkarlarına göre, yerleşik düzeni tehdit etmeyecek biçimde, yeniden düzenlemesini ve gerçekten peygamberse, kendilerine mucizeler göstermesini de istiyorlardı. Efendimiz ise, kendisine ne vahyediliyorsa sadece onu tebliğ ettiğini, kendisinden bir şey söylemediğini, mucize göstermenin de Allah’ın dilmesi ve takdiriyle olduğunu anlatıyordu.
İşte ele aldığımız ayet ve Yûnus suresinin önceki ayetleri, bu iddiaların temelsizliğini ortaya koymaktadır. Ayette, Efendimizin, kendi aralarında kırk yıl yaşadığına dikkat çekilerek, bunun üzerinde düşünmeleri istenmektedir. Kırk yıl boyunca duygu, düşünce, tutum ve davranış olarak, peygamberlik yahut şairlik gibi bir eğilim içinde olmayan bir Zât, kırk yaşından sonra niçin böyle bir iddiayla ortaya çıksın? Oysa her insanın sahip olduğu yetenek daha çocukken ortaya çıkmaktadır ve her insan toplum içinde yer edinmek, dikkat çekmek, itibar görmek, menfaat temin etmek, makam-mevki elde etmek vb. dünyevi imkanlar için, kendini göstermek ister. Fakat Hz. Muhammed (sav), kırk yaşına kadar, ne sözle ne de fiile bu tür bir talepte bulunmamıştır. Peygamberimizin yetimliğini, çocukluğunu, gençliğini, eğitim seviyesini ve eğitiminin mahiyetini, evliliğini ve evlilikten sonra yaptığı işleri bilen insanlar olarak, Mekkeliler, Muhammed (sav)’in bu durumuna şahit tutulmakta ve çelişkileri kendilerine gösterilmektedir. ‘Tebliğ edilen ayetleri, nasıl Hz. Muhammed yazdı/yazıyor, uyduruyor, kendinden söylüyor, diyebiliyorsunuz?’, ikazıyla inançsızlar, mantıklı olmaya davet edilmektedirler.
Sonuç: Kırk yaşına kadar istikamet üzere bir hayat yaşadığı dostu düşmanı tarafından ikrar edilen Allah’ın son Peygamberi Hz. Muhammed (sav); Allah’ın son dinini kırk yaşından sonra tebliğ etmiştir; İslam’ı yaşamış ve yaşamıştır. Kitleler Muhammedül eminin tebliğine, adeta sular, seller gibi koşmuşlardır. Bu, büyük ve evrensel inkılabın sahibi Allah’tır. Hz. Muhammed (sav), bu inkılabın tebliğcisi ve evrensel önderidir.
Hz. Muhammed (sav) Mekke’de 570-571’de doğdu, 632’de vefat etti. Kabri Medine’dedir. Hz. Muhammed (sav) Allah’ın son peygamberidir ve tüm insanlığın kurtuluşu için görevlendirilmiştir. Kendisine kırk yaşından itibaren, Kuran’ı meydana getiren ayetler, vahyedilmiştir ve bu görevi vefatına kadar, yani yirmi bir yıl, sürmüştür.
Allah’ın son Peygamberi Hz. Muhammed’in (sav), bir sıfatı da, El-Emin’dir. El Emin; kendisine her konuda emniyet edilen, yalan söylemeyen, dürüst kişi demektir. Bu sıfatı ona içinde yaşadığı Arap toplumu layık görmüştür. Peygamberimizin hayatı Mekke ve Medine’de geçmiştir. Babası Abdullah doğumundan önce annesi Amine de Efendimiz altı yaşındayken, vefat etmiştir. Allah’ın son peygamberi Hz. Muhammed’in yetiştirilmesini altı yaşına kadar sütannesi, iki yıl da dedesi Abdülmuttalib üzerine almış, sekiz yaşından sonra vasisi Amcası Ebu Talib olmuştur. Efendimiz, amcasının himayesinde, aile işlerinin yanı sıra ticaretle de uğraşmıştır. Yirmi beş yaşındayken kırk yaşında zengin ve dul bir hanım olan Hz.Hatice ile evlenmiş ve çocukları da Hz. Hatice’den dünyaya gelmiştir.
Allah’ın son Peygamberi Hz. Muhammed (sav) Mekkeliydi; fakat onların putçu inanç ve kültür değerlerine fıtraten uzaktı. Mekke ve civarındaki Hıristiyan ve Yahudi inanışındaki toplulukların inanç değerlerine karşı da aynı şekilde mesafeli durmuştur. Peygamberlik vazifesinden önce Mekke’de, Nur Dağı’ndaki Hıra Mağarasına çekilerek içinde bulunduğu toplum düzeni üzerine düşünürdü. Allah, kırk yaşında kendisine, yine bu dağda iken, son peygamberi olduğunu Cebrail vasıtasıyla bildirdi ve ilk ayetleri indirdi.
Allah’ın son Peygamberi Hz. Muhammed (sav), Allah’ın son dinini, kırk yaşından sonra, çoğunluğu putlara tapan ve bir aşiretler topluluğu olan Hicaz Arapları ile aynı bölgedeki, Tevrat, Zebur ve İncil etrafında kümelenmiş, Hıristiyan ve Yahudi kitlesine tebliğ etti. Peygamberlik görevi sırasında, gerek kafirlerden gerekse müşriklerden, eza cefa gördü; pek çok meşakkatle karşılaştı. Fakat Allah’ın izniyle, bunların hepsini aştı ve İslam güneşi, Arap yarımadasında doğup tüm dünyaya ışıklarını yaydı. Bugün de insanlığın tutunacağı yegane kurtuluş kulpu İslam ve Kuran’dır.
Allah’ın son Peygamberi Hz. Muhammed’den önce, Mekke-Medine bölgesi Arapları put dinciliği ve şirke bulaşmış bir sosyolojiye sahipti. Soy sop ve maddi imkanlarla övünürlerdi. Şiir sanatı gelişmişti. Tarihi ve kültürel, kimi ögeleri içeren öykü anlatıcılığı da insanların motivasyonunu sağlayan araçlardandı.
Allah’ın son Peygamberi Hz. Muhammed (sav), ilk vahyi Hıra dağında alıp heyecanla evine dönmüş ve bir süre yatağında kalarak kendine gelmeye çalışmıştır. Daha sonra eşi Hz. Hatice’ye durumu ve üzerindeki ürküntüyü izah etmiştir. Hz. Hatice ise ona şöyle demiştir: “Allah’a yemin ederim ki, Yüce Allah, hiçbir zaman seni utandırmaz. Çünkü sen, akrabanı gözetirsin. İşini görmekten aciz kimselerin işlerini yüklenirsin, fakire yardım eder, misafiri ağırlarsın.” Mekke ahalisi tarafından emin bir insan olarak bilinen Hz. Muhammed (sav); aynı zamanda, akrabasını gözeten, güçsüzlerin işini gören, muhtaçlara yardım eden, misafirperver bir Zât’tır. Bu, merhametli Resul, her peygamber gibi, kavminin düşmanlığına maruz kaldı. Nice eziyetler gördü. Deli, mecnun, cinlerin ve şeytanların yoldan çıkardığı kimse vb. sıfatlarla o yüce insanı karalamaya ve görevini yapmasına mani olmaya çalıştılar. Fakat Allahü Teâlâ, “…Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin…” buyurarak, Efendimizin yüksek kadrini ve kıymetini ortaya koydu.
Kuran ayetleri indikçe sadece putperestler değil, Yahudi ve Hristiyanlar da, ayetlerden rahatsızlık duymaya başladılar. Çünkü ayetler, onları ve inançlarını eleştiriyor ve kendilerini İslam dinini kabule çağırıyordu. Nasibi olanlar Allah’ın davetine kulak verip Müslümanlığı din olarak seçiyorlardı. Allah’ın davetini, ticari, siyasi ve kültürel kimi çıkarlarına aykırı görenler ise, şiddetli düşmanlık gösterip savaşlar dâhil, her türlü araçla, İslami gelişmeleri durdurmak için mücadele ediyorlardı. Bu mücadeleyi yürütürken en önemli hedefleri Hz. Muhammed’di. Vahyi, şüphe ile karşılayan bu kesimler, ayetleri, Hz. Muhammed’in kendisinin, haşa, uydurduğunu ileri sürüyorlardı. Bu maksatla Efendimizi ziyaret ederek, ayetleri kendi çıkarlarına göre, yerleşik düzeni tehdit etmeyecek biçimde, yeniden düzenlemesini ve gerçekten peygamberse, kendilerine mucizeler göstermesini de istiyorlardı. Efendimiz ise, kendisine ne vahyediliyorsa sadece onu tebliğ ettiğini, kendisinden bir şey söylemediğini, mucize göstermenin de Allah’ın dilmesi ve takdiriyle olduğunu anlatıyordu.
İşte ele aldığımız ayet ve Yûnus suresinin önceki ayetleri, bu iddiaların temelsizliğini ortaya koymaktadır. Ayette, Efendimizin, kendi aralarında kırk yıl yaşadığına dikkat çekilerek, bunun üzerinde düşünmeleri istenmektedir. Kırk yıl boyunca duygu, düşünce, tutum ve davranış olarak, peygamberlik yahut şairlik gibi bir eğilim içinde olmayan bir Zât, kırk yaşından sonra niçin böyle bir iddiayla ortaya çıksın? Oysa her insanın sahip olduğu yetenek daha çocukken ortaya çıkmaktadır ve her insan toplum içinde yer edinmek, dikkat çekmek, itibar görmek, menfaat temin etmek, makam-mevki elde etmek vb. dünyevi imkanlar için, kendini göstermek ister. Fakat Hz. Muhammed (sav), kırk yaşına kadar, ne sözle ne de fiile bu tür bir talepte bulunmamıştır. Peygamberimizin yetimliğini, çocukluğunu, gençliğini, eğitim seviyesini ve eğitiminin mahiyetini, evliliğini ve evlilikten sonra yaptığı işleri bilen insanlar olarak, Mekkeliler, Muhammed (sav)’in bu durumuna şahit tutulmakta ve çelişkileri kendilerine gösterilmektedir. ‘Tebliğ edilen ayetleri, nasıl Hz. Muhammed yazdı/yazıyor, uyduruyor, kendinden söylüyor, diyebiliyorsunuz?’, ikazıyla inançsızlar, mantıklı olmaya davet edilmektedirler.
Sonuç: Kırk yaşına kadar istikamet üzere bir hayat yaşadığı dostu düşmanı tarafından ikrar edilen Allah’ın son Peygamberi Hz. Muhammed (sav); Allah’ın son dinini kırk yaşından sonra tebliğ etmiştir; İslam’ı yaşamış ve yaşamıştır. Kitleler Muhammedül eminin tebliğine, adeta sular, seller gibi koşmuşlardır. Bu, büyük ve evrensel inkılabın sahibi Allah’tır. Hz. Muhammed (sav), bu inkılabın tebliğcisi ve evrensel önderidir.