![Reklam](https://www.gazetepusula.net/images/reklam/yeni-5.jpg)
Erzurum Lisesi'nden emekli olan Türk Dili ve Edebiyat Öğretmeni Nazmi Yıldırım, Milli Şair Mehmet Akif Ersoy'un ölüm yıldönümü için bir yazı kaleme aldı. Yıldırım, "Akif vatanseverdi, o kadar vatanseverdi ki Tük milleti her gün onun mısralarını tekrarlayacak ve onunla millî kimliğini hatırlayacaktı" dedi.
İşte Yıldırım'ın yazısı...
İstiklâl Marşı’nın şairi Mehmet Akif Ersoy, Türk Edebiyatında bir ahlâk timsali, bir millî şair sıfatıyla kendini kabul ettirmiş, Türk Milletinin kükreyen sesi olmuştur.
Toplumcu Türk şiirinde milli bir çığır açmış olan Mehmet Akif, 1873 yılında İstanbul’da doğdu. İlk ve Orta öğreniminden sonra Siyasal Bilgiler Okulu’na girdi. Maddi sıkıntı nedeniyle bu okuldan ayrılmak zorunda kaldı. Parasız yatılı olarak Halkalı Baytar Yüksek Okulu’na yazıldı. Buradan birincilikle mezun oldu. Baytar müfettişi görevi ile Anadolu’yu gezen, tanıyan Akif, 1908 yılından sonra şiir yazmaya ve yayınlamaya başladı. Bir süre sonra baytarlığı bırakarak Edebiyat Fakültesi’ne öğretim üyesi oldu. 1911 yılında da Safahat eserinin ilk bölümünü yayınladı.
Balkan ve I. Dünya Savaşı günlerinde, ülkemizin dört koldan işgal edilmiş olduğu bir dönemde, sadece şiirleri ile değil; camilerde, salonlarda ve meydanlarda yaptığı heyecanlı konuşmaları, çeşitli gazete ve mecmualarda yazdığı etkili makaleleri ile milletimizi kurtuluş savaşına hazırlamış ve durup dinlenmeden halkı büyük bir şahlanışa davet etmiştir.
Akif vatanseverdi, o kadar vatanseverdi ki Tük milleti her gün onun mısralarını tekrarlayacak ve onunla millî kimliğini hatırlayacaktı. Ancak O, 1925 yılında gittiği Mısır’da ömrünün en değerli 11 yılını bu heyecandan uzak geçirdi.
Bir zamanlar;
“Canı, cananı tüm varımı alsın da Hûda.
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada Cüda.”
Dediği canından, cananından çok sevdiğini söylediği vatanından ayrı yaşadı.
1926 yılından itibaren 10 yıl Mısır Üniversitesi’nde Türkçe dersleri okuttu. Bu sırada Kur’an’ın tercümesini yaptı.
1936 yılında yurda dönerken gazetecilere verdiği beyanatta; “Vatanımı çok özledim. Mısır’da 11 yıl kaldım. Fakat bir an oldu ki 11 gün daha kalsaydım çıldırırdım” dediği bilinmektedir.
Siroz hastalığına yakalanan Akif 27 Aralık 1936 yılında Hakk’ın rahmetine kavuşur. Binlerce Türk gencinin omuzları üzerinde Edirnekapı Mezarlığı’na defnedilir.
Milletimize “Çanakkale” gibi bir destan, “İstiklal Marşı” gibi milli marş ve “Safahat” gibi edebî bir şaheser hediye eden Mehmet Akif’in,
“Ne mutlu bana Peygamber Efendimizin yaşında öleceğim” diyerek 63 yaşında öldüğü bilinmektedir.
Akif, Türk gençlerinin örnek alması gereken bir model insandır. Onun, millet ve İslâm mücadeleleri Türk gençlerine örnek olmalıdır. Türk-İslam sentezinde ifadesini bulan, millet ve İslâm ülküsünü şahsında bütünleştiren Akif, yüce bir ahlâk kahramanı, soylu bir karakter anıtıdır
“Emrolunduğu gibi doğru olunuz,” ayeti ile “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” Hadisi, sanki onun hayatının, kişiliğinin kısa bir özetidir.
Haksızlık karşısında asla susmayan Akif, diyor ki:
“Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma küfretti mi kalkıp boğarım...
Boğamazsın ki... Hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam,
Hele hak namına haksızlığa ölsem de tapamam.
Yumuşak başlı isem kim demiş uysal koyunum
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum.
Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.
“Adam aldırma, geç git” diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar, kaldırırım.
Zalimin hasmıyım, amma severim mazlumu.”
Mısralarından da anlaşıldığı gibi Âkif, cemiyet içinde yaşayan, toplumun meselelerini duyan, haksızlık karşısında baş kaldıran, zulmü alkışlamayan, zalime boyun eğmeyen, toplumcu bir ruh yapısına, toplumcu bir sanat anlayışına sahiptir.
Mehmet Âkif, bir ülkü ve ahlâk adamı olarak kişiliğini ve edebî gücünü yedi bölümlük Safahat adlı eserinde gösterir. Safahat’ta, toplumcu, ahlâkçı bir anlayışla, düşünceye ve ülküye önem verir. Toplum hırslarına ve yaralarına dokunur. Onları acı bir dille eleştirir.
O, gerçekçi bir şairdir. Bu yönünü, kendisi şu beyitlerle duyurur.
“Hayır; hayal ile yoktur benim alış- verişim.
İnan ki, her ne söylemişsem görüp de söylemişim.
Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek,
Sözüm odun gibi olsun hakikat olsun tek...”
İşte bu gerçekçi şair, geriliğin de amansız düşmanıdır. Cahilliği ve tembelliği tevekkül sayanları sert bir dille eleştirir.
“Çalış dedikçe şeriat, çalışmadın, durdun.
Onun hesabına birçok hurafe uydurdun.
Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup araya,
Zavallı dini çevirdin, onunla maskaraya.”
Milli şairimiz Akif, yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim'in sadece mezarlıkta değil, her zaman okunması gerektiğini yazdığı bir şiirinde şöyle belirtmiştir...
"İnmemiştir hele Kur’ân bunu hakkıyla bilin,
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için."
Akif, batının körü körüne taklit edilmesine de karşıdır. O, ilmin ve tekniğin Avrupa’dan alınmasından yanadır. Fakat dinî ve millî değerlerimizin korunmasını ister.
Akif, medeniyet düşmanı da değildir. Sömürgeci devletlerin, mazlum milletleri köleleştirmek için kullandıkları saldırgan medeniyet ve zihniyetlere düşmandır.
Birçok 'Garp' devleti, Türkiye’yi haritadan silmek istediği zaman, Akif,
Garb’ı “Sinesi iman dolu” milleti ile mukayese ederek, diyor ki:
“Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddım var.
Ulusun, korkma, nasıl böyle bir imanı boğar.
Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar.”
Mehmetçiğin değerli hatırasını yaşatmak için yazmış olduğu “Çanakkale Şehitlerine” adlı şiirinde,
“Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhidi,
Bedir’in aslanları ancak bu kadar şanlı idi.”
Derken, Çanakkale’de savaşan Mehmetçiğin toprağa döktüğü kanların, İslâmiyeti kurtardığını ve onların, Bedir Savaşı’nda savaşan askerler kadar da şanlı ve şerefli olduğunu dile getiriyor.
Bir başka beyitte;
“Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın.”
Diyerek, şehit naaş’ının tarihten de büyük olduğunu ve onun tarihe sığmadığını, sığmayacağını ifade etmiştir.
Eğer böyle ise şehidi nereye gömebiliriz? Sorusuna ise yine kendisi, şu cevabı verir.
“Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.”
Akif, şehide, dinimizin, imanımızın rehberi Peygamberin kucağını layık buluyor.
Akif, millet ülküsünü, milleti bütünleştirmeye çalışan fikrini, bütün zamanların Türk gençlerine şu beyitlerle sesleniyor.
“Girmeden tefrika bir millete düşman giremez,
Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.”
“Sahipsiz kalan vatanın batması haktır.
Sen sahip olursan, bu vatan batmayacaktır.”
Azerbaycan mili şairi (merhum) Bahtiyar VAHAPZADE, Mehmet Akif’in şiirlerinin değerlendirmesini yaparken, özellikle “İstiklal Marşı” için şöyle diyor:
“Ben birçok milletlerin milli marşını okudum. Bütün samimiyetimle diyebilirim ki dünya milletlerinin milli marşları içerisinde M. Akif’in İstiklal Marşı’nın bir benzeri yoktur. Bu eser, dünya şiir sanatında vatanperverlik duygularının en güzel tecessümüdür. Bu büyük şiirde hedefe değmeyen ya da zayıf değen boş bir mısraya rast gelmek mümkün değildir.”
Mehmet Akif, İstiklâl Marşı şiirinden ona düşecek olan telif hakkını almadığı gibi şiiri de “Safahat” eserine koymamıştır. Bunun sebebini Akit’ten sorduklarında “Bu şiir artık benim değil, milletimindir.” demiştir. Bu durum onun kişiliğinin en güzel ifadesidir.
Akif son günlerinde hasta yatağında yatarken, yakın dostlarından biri Akif’e sormuş:
—Üstad, acaba yeniden bir İstiklâl Marşı yazılsa daha iyi olmaz mı? Hasta şair yatağından kalkarak,
—Allah bir daha bu millete İstiklâl Marşı yazdırmasın. Onu ben bile yazamam. Demiştir.
Yine, bir şiirinde,
“...Rahmetle anılmaktır amma ebediyet,
Sessiz yaşadım, kim beni neden bilecektir.” demiş olsa bile;
Akif, Unutulmadı, unutulmayacak.
Ben de diyorum ki:
Ey, ahlak aşığı, Ey abide şahsiyet! Kabrinde rahat uyu. Seni unutmadık, unutmayacağız. “Asımın Nesli” diyordun ya, İşte o nesil… Senin örnek hayatın ve bu hayatının aynası olan eserlerindeki ideallerini her yerde, her alanda, her ülkede yaşatmayı azmetmiştir.
İstiklâli bize kazandıran vatanperver insanları unutmak, onlara yapılan en büyük haksızlıktır.
Mehmet Akif Ersoy'u 87. ölüm yıl dönümünde saygı ve rahmetle anıyoruz.
Ruhu şâd, mekânı cennet olsun.
Ahmet Volkan Çelik