Kabul ediyorum, bu öyle bilimle falan bağdaşır bir ifade değil. Yüz üstünden sıfırlık bir başlık hatta! Ne demek ‘virüsün azıcık da ötesi’?
Nasıl bir ölçü bu? Uzaklık mı, ağırlık mı, alan mı, ne?..
Bu durumda izninizle başlığı şununla değiştirelim: Covid-19 virüsünün mutasyona uğramış hali, diğer virüsler, frekanslar, biz vesaire...
Bu da çok uzun oldu!
Üstelik yukarıdaki ‘vesaire’ sözcüğünün içine bu yazı başlığı denemelerinin sizin muhayyilenizde oluşturduğu türlü izlenimleri, anlaşılmaz bulduklarınızı, türlü türlü soru işaretlerini ve ünlemleri de sığdırınca tanım, altından çıkılamaz karmaşık bir hâl alıyor…
Öyleyse denemeleri bırakıp esas konuya dönelim:
Belki bir yerde karşılaşmışsınızdır, ‘Güce Karşı Kuvvet - İnsan Davranışını Belirleyen Gizli Etkenler’ diye Türkçeleştirilmiş bir kitap var. Orijinal adı ‘Power vs Force - The Hidden Determinants of Human Behaviour’.
Bu ilginç kitabın tuhaf ve trajik dehlizlerine dalınca daha ilk dönemeçte David R. Hawkins'in (1927-2012) Medical College of Wisconsin’e (ABD) sunduğu çığır açmış doktora tezi ile karşılaşıyorsunuz. Hawkins, aynı zamanda kitabın yazarı; başka bir deyişle bu kitap, bir doktora tezini, bilimsel bir teoriyi dünyaya duyuruyor.
Butik Yayıncılık’ın 2016’da Türkçeleştirerek okurlarına sunduğu 412 sayfalık kitaptan, yazarın çarpıcı akademik iddiasının esasını oluşturan şu ayrıntıları okurlarım için alıntılıyorum:
25.5 hz üzerinde ise ölüyor…
Ve yani 25.5 hz’den daha yüksek titreşime sahip insanlar için virüs, sadece basit bir şikâyet nedeni... Bu nedenle o gruptaki insanlar virüs kapsa da hızla iyileşebiliyorlar veya zaten hiç etkilenmiyorlar.
Bu on duyguyu ve türevleri olabilecek daha onlarca yıkıcı duyguyu her defasında alt etmek demek, yaşam boyu yüksek titreşime erişmek demek…
Bu yüzden insan, olumsuz haberleri, sinirleri geren programları, kısır tartışmaları sürekli izlememeli; dedikodudan uzak durmalı, karamsar kimselerle fazla birlikte olmamalı. Böylece insanın frekansı düşmez ve bağışıklık sistemi de sürekli güçlü kalır.
Buralar, ortalama titreşimin 20 hz'e veya daha altına düştüğü yerler.
Buralarda bulaş riskinin daha yüksek olduğunu bir başka bilimsel argüman ışığında yinelemek hiç de yanlış olmaz!
Muhteşem değil mi?
Ne kadar ucuz ve ne kadar masrafsız bir şey! Bu şey, aynı zamanda herkesin bize çokça, bolca, sınırsızca sunmasını dilediğimiz şey…
Yüksek titreşme erişmemize ne ya da neler yardımcı oluyor peki?
İşte asıl soru bu:
Ona erişmenin yolu ne?
En kestirme yol; birini, bir yeri, bir eylemi, bir şeyi sevmek; öyle ucundan kıyısından değil, iliklerine kadar hissede hissede sevmek, ona sıkı sıkıya bağlanmak…
Sonra gülümsemek, ibadet etmek, dua etmek, teşekkür etmek, oynamak, resim yapmak, şarkı söylemek, dans etmek; meditasyon yoga, tai-chi yapmak veya tutkulu biçimde, düzenli spor yapmak; güneşte veya yağmurda yürüyüş egzersizi yapmak; doğanın, toprak yolların, patikaların, ormanların, kıyıların tadına varmak...
Çok ucuz, hatta bedava şeyler bunlar…
Bağışlamak, dürüstlük, güven duymak, sükûnet, ağır başlılık, cömertlik, bir işe ya da bir hobiye iyice motive olmak, şükretmek, neşeli olmak, adil olmak, mensubiyet duygusu taşımak, anımsamak ve vefalı olmak, mutlu olmak, ilham dolu olmak, cesur olmak, nazik olmak, sorumluk sahibi olmak, destekleyici olmak, kendine güvenmek, yaratıcı olmak, huzurlu olmak ve huzur yaymak…
Sağlık açısından bir engeliniz yoksa doğal tohumları, tahılları, baklagilleri ve meyve ve sebzenin her türlüsünü kararında tüketmek…
Başka bir deyişle ‘bedeninizi kurutmamak’ …
Bu da eğer sağlık bakımından bir kısıtlama yaşamıyorsanız, söz gelimi diyaliz hastası değilseniz canlılığınızı artırmak için, hele de içine çok az miktarda kristal kaya tuzu, elma sirkesi, yeşil nane yaprakları veya birkaç limon dilimi ekleyerek mucizeye dönüştürebileceğiniz bir içecek…
Hem bedeninizi arındırıyor, detox yapıyor, canlılığınızı artırıyor hem de titreşiminizi yükseltiyor…
Kim diyordu bunları?
Güce Karşı Kuvvet’in yazarı David R. Hawkins diyor tabii…
***
Uygularsınız-uygulamazsınız, o ayrı; fakat bunun çok ilginç bir yaklaşım olduğu muhakkak.
Öte yandan titreşen ya da artık titreşemeyen onca yanımız olduğunu anımsayınca da zaten Hawkins’e doğal olarak hak veriyoruz, öyle değil mi?
Nasıl bir ölçü bu? Uzaklık mı, ağırlık mı, alan mı, ne?..
Bu durumda izninizle başlığı şununla değiştirelim: Covid-19 virüsünün mutasyona uğramış hali, diğer virüsler, frekanslar, biz vesaire...
Bu da çok uzun oldu!
Üstelik yukarıdaki ‘vesaire’ sözcüğünün içine bu yazı başlığı denemelerinin sizin muhayyilenizde oluşturduğu türlü izlenimleri, anlaşılmaz bulduklarınızı, türlü türlü soru işaretlerini ve ünlemleri de sığdırınca tanım, altından çıkılamaz karmaşık bir hâl alıyor…
Öyleyse denemeleri bırakıp esas konuya dönelim:
Belki bir yerde karşılaşmışsınızdır, ‘Güce Karşı Kuvvet - İnsan Davranışını Belirleyen Gizli Etkenler’ diye Türkçeleştirilmiş bir kitap var. Orijinal adı ‘Power vs Force - The Hidden Determinants of Human Behaviour’.
Bu ilginç kitabın tuhaf ve trajik dehlizlerine dalınca daha ilk dönemeçte David R. Hawkins'in (1927-2012) Medical College of Wisconsin’e (ABD) sunduğu çığır açmış doktora tezi ile karşılaşıyorsunuz. Hawkins, aynı zamanda kitabın yazarı; başka bir deyişle bu kitap, bir doktora tezini, bilimsel bir teoriyi dünyaya duyuruyor.
Butik Yayıncılık’ın 2016’da Türkçeleştirerek okurlarına sunduğu 412 sayfalık kitaptan, yazarın çarpıcı akademik iddiasının esasını oluşturan şu ayrıntıları okurlarım için alıntılıyorum:
- İnsanların da diğer canlı ve cansız varlıkların da üzerinde yaşadığımız gezegenin de bir titreşim potansiyeli var. Başka bir deyişle her şey bir biçimde titreşiyor ve çevresine bir frekans yayıyor.
- Siz eğer bir insan olarak yüksek frekanstaysanız yanınıza virüs, bakteri, mantar gibi düşük frekanslı şeyler kolay kolay yaklaşamıyor! Yaklaşsa da uzun süre sizin yakınınızda duramıyor. Bu bağlamda Covid-19 virüsü, 5.5 hz (hertz) titreşime sahip…
25.5 hz üzerinde ise ölüyor…
Ve yani 25.5 hz’den daha yüksek titreşime sahip insanlar için virüs, sadece basit bir şikâyet nedeni... Bu nedenle o gruptaki insanlar virüs kapsa da hızla iyileşebiliyorlar veya zaten hiç etkilenmiyorlar.
- Hawkins’e göre insanların düşük frekanslı olmalarının nedenleri şunlar olabilir: Yorgunluk, korku, gerginlik, öfke, şiddetli kıskançlık, kaybetme veya iflas etme korkusu, insanı içten içe kemiren nefret, intikam alma hırsı, değersizlik duygusu ve tükenmişlik sendromu…
Bu on duyguyu ve türevleri olabilecek daha onlarca yıkıcı duyguyu her defasında alt etmek demek, yaşam boyu yüksek titreşime erişmek demek…
Bu yüzden insan, olumsuz haberleri, sinirleri geren programları, kısır tartışmaları sürekli izlememeli; dedikodudan uzak durmalı, karamsar kimselerle fazla birlikte olmamalı. Böylece insanın frekansı düşmez ve bağışıklık sistemi de sürekli güçlü kalır.
- Bugün Mavi Gezegen’imizin yaydığı frekans ortalama 27.4 hz'dir. Ancak yaşamımızın geçtiği yerler içinde bu genel ortalamadan çok daha düşük titreşimli ortamlar da var: Hastaneler, hapishaneler, yeraltına gömülü işletmeler, örneğin metrolar vb…
Buralar, ortalama titreşimin 20 hz'e veya daha altına düştüğü yerler.
Buralarda bulaş riskinin daha yüksek olduğunu bir başka bilimsel argüman ışığında yinelemek hiç de yanlış olmaz!
- Ortamlardan söz ediyoruz ama düşük titreşimli insanlar için de virüsün olağandan çok daha fazla tehlike sunduğunu vurgulamak lazım. Söz gelimi ağrı, 0.1 ila 2 hz; korku 0,2 ila 2,2 hz arasında daha baskın bir hâl alıyor... Gürültü 0,6 ila 2,2 hz; gurur hissi 0.8 hz; üstünlük duygusu 1.9 hz titreşim oluşturarak insanı etkiliyor. Halbuki cömertliğin 95 hz; şükretmenin veya teşekkür etmenin 150 hz; merhamet göstermenin 150 hz titreşim doğurduğu ve insanı deyim yerindeyse ‘arındırdığı’ saptanmış…
- Keza insanların, yakınlarındaki kimseleri, söz gelimi çalışma arkadaşlarını, komşularını veya bir başka canlıyı sevmelerinin de yine 150 hz ve üzeri titreşim oluşturduğu belirlenmiş.
- Ve sıkı durun: Koşulsuz ve evrensel sevgi tam 205 hz titreşim doğuruyormuş.
Muhteşem değil mi?
Ne kadar ucuz ve ne kadar masrafsız bir şey! Bu şey, aynı zamanda herkesin bize çokça, bolca, sınırsızca sunmasını dilediğimiz şey…
Yüksek titreşme erişmemize ne ya da neler yardımcı oluyor peki?
İşte asıl soru bu:
Ona erişmenin yolu ne?
- En başta sevmek…
En kestirme yol; birini, bir yeri, bir eylemi, bir şeyi sevmek; öyle ucundan kıyısından değil, iliklerine kadar hissede hissede sevmek, ona sıkı sıkıya bağlanmak…
Sonra gülümsemek, ibadet etmek, dua etmek, teşekkür etmek, oynamak, resim yapmak, şarkı söylemek, dans etmek; meditasyon yoga, tai-chi yapmak veya tutkulu biçimde, düzenli spor yapmak; güneşte veya yağmurda yürüyüş egzersizi yapmak; doğanın, toprak yolların, patikaların, ormanların, kıyıların tadına varmak...
Çok ucuz, hatta bedava şeyler bunlar…
- İnsan bedenindeki yararlı titreşimi yükselten olumlu duygulara şunları da mutlaka eklemek lazım:
Bağışlamak, dürüstlük, güven duymak, sükûnet, ağır başlılık, cömertlik, bir işe ya da bir hobiye iyice motive olmak, şükretmek, neşeli olmak, adil olmak, mensubiyet duygusu taşımak, anımsamak ve vefalı olmak, mutlu olmak, ilham dolu olmak, cesur olmak, nazik olmak, sorumluk sahibi olmak, destekleyici olmak, kendine güvenmek, yaratıcı olmak, huzurlu olmak ve huzur yaymak…
- Dünyanın nimetlerinden yararlanmak da yine titreşiminizi işe yarar düzeye yükseltmenizi sağlayabilir:
Sağlık açısından bir engeliniz yoksa doğal tohumları, tahılları, baklagilleri ve meyve ve sebzenin her türlüsünü kararında tüketmek…
- Ve ihtiyacınız ölçüsünde su içmek tabii.
Başka bir deyişle ‘bedeninizi kurutmamak’ …
Bu da eğer sağlık bakımından bir kısıtlama yaşamıyorsanız, söz gelimi diyaliz hastası değilseniz canlılığınızı artırmak için, hele de içine çok az miktarda kristal kaya tuzu, elma sirkesi, yeşil nane yaprakları veya birkaç limon dilimi ekleyerek mucizeye dönüştürebileceğiniz bir içecek…
Hem bedeninizi arındırıyor, detox yapıyor, canlılığınızı artırıyor hem de titreşiminizi yükseltiyor…
Kim diyordu bunları?
Güce Karşı Kuvvet’in yazarı David R. Hawkins diyor tabii…
***
Uygularsınız-uygulamazsınız, o ayrı; fakat bunun çok ilginç bir yaklaşım olduğu muhakkak.
Öte yandan titreşen ya da artık titreşemeyen onca yanımız olduğunu anımsayınca da zaten Hawkins’e doğal olarak hak veriyoruz, öyle değil mi?