Rum 60
“O halde sabret!...”
Vakit gece, karanlık çökmüş yüreğimize… ağzımızdan kahırlı sayıklamalar dökülüyor hece hece.. Gün yeniden aydınlanacak biliyoruz lakin bilmek yetmiyor derinimizi puslandıran sözcükleri dindirmeye…
İçimizi karanlık basmış… tıkamış yüreğimizi, aydınlığa çıkaramadığımız damlalar… göz pınarlarımız çatlayayazmış… kıraç topraklardan sert yüreğimiz, çatlak çatlak içimizden akacak rahmeti özlemekte…
Zaman zifir… kendimizi hapsettiğimiz kötülük zindanları bizim tutsaklığımızdan biçare düşmüş… kurtuluşu ötekinin ellerinden ummak zavallılığı tüketmiş umarımızı… tıkamışız aydınlığın gireceği her deliği… güne yüzümüzü öyle bir dönmüşüz ki, gelişine itimadımız sonsuzca tükenmiş!
Bütün yardım kapıları yüzümüze çarpılmış sanıyoruz. Efendilik tasladıklarında boyun eğdiklerimizden merhamet kırıntıları dilenmenin de işe yaramayacağına bin birinci kez emin oldurulmuşuz. Her şey bitmiş ve sonuncu heves kapısı da kapanmış suratımıza…. Sanmaktan bıktırılmış usandırılmışız.
Biricik dünyamızdan muradımız tükenmiş… gayemizi yitirmişiz… uğruna yılları tükettiğimiz amaçlarımız teker teker alınmış elimizden… sermayemizi heba ettiğimiz hedeflerle erişilmez uzaklara düşmüşüz.
Topal kalmış sabrımız… imdadımıza yetişeceğinden ümidimizi kesmişiz…
O kadar çok sahibe bendelik etmekten yılgın düşmüş bedenimiz… hangisinin ayakları altında ezileceğimizi düşünmekten yorgun düşmüşüz… küçük hesapların zavallı bekçiliği tüketmiş bedenimizi… Gölgelerin hükümdarlığında esasın varlığından bihaber edilmişiz.
Kendimize zulmetmiş bize yapılan haksızlıkların öfkesiyle yaşamaktan bıkmışız. Bitkin düşmüş sabrımız… unutturulmuşuz… umudumuzu imdat bekleyenlerin umuduna bırakmış, tatlı canımızdan bıktırılmışız…
“Neticede onlara zulmeden Allah değildi, ama asıl onlar kendi kendilerine zulmettiler.”
Sen ne düşünürsen düşün netice değişmiyor. Zulmeden sensin kendine başkası değil!
Ufacık heveslerin peşinden sürükleyip kocaman yüreğini, içinden geçemeyeceği deliklerde ziyan olmasına sebep olan, sensin… öfkelendiklerin de değil… Seni yaşamaktan pişman bıraktıkları için nefretle yadettiklerin de…
Sahibinin sana vermesini beklediklerini alamamak sadece senin suçun. Elde ettiklerini bir çırpıda yeni heveslerine kurban bırakıp, umutsuzluğa doğru koşmandan sorumlu olan kendinden başkası değil.
Sabretmek yerine elindekinin bile sahibi olmayandan medet ummakla, varacağın noktayı tespit eden yine sensin. Sürekli her şeyini yitirmeyi muradeden aceleciliğinle, sabretmeyi denemekten habersiz bir zavallıya dönüştürüp durmaktan kendini, usanmadın mı hâlâ?
“ve son saat’in gelip çattığı gün, suçlular tüm umutlarını yitirecekler.”
Elinde hiçbir şeye yaramayan gelip geçici heveslerinle doldurduğun bir sepetle, son saatine doğru koşmakta olduğunun farkında değil misin?
Sabretmek güzeldir!
Sabretmeye değer bir hedefin varsa eğer.
Sahibin korkuyla ümidi bir arada yaşamanın gerçekten yaşamak olduğunu haber veriyor sana. En küçük yılgınlığı isyana, ufacık bir başarıyı böbürlenmeye dönüştürüp, kendini mahvetmemen için uyarıyor seni.
Korkutucu şimşeğin ardından hayat veren yağmurlar gönderiyor… Akleden bir toplumun bundan bir ders çıkarmasını buyuruyor sahibin. Aklet ve çıkar dersini ya da kendi küçük ahmaklıkların arasında son saatinin gelmesini ve bütün iradenin elinden çıkmasını bekle.
Ne kötü bir sondur sabretmenin hiçbir şeyle ölçülemez mükâfatını bulmak yerine, kendi zavallılıklarınla kurduğun kötü akıbetin pençesine düşmek.
Ne kötü şeydir, sabırla itaat etmek yerine, küstahça bencilleşip çıkmaz yolların içinde yitip gitmeyi tercih etmek.
O halde sabret ki, sonsuzluk âleminde arzularını sabırla teskin etmek zorunda kalmayasın…
Gerçekten sabret artık… İsyan edince elden kaçıracaklarını iyice geçir aklından ve aklının da Sahibi olanın buyruğundan hiç çıkmayacağını göster herkese!
“O halde sabret!...”
Vakit gece, karanlık çökmüş yüreğimize… ağzımızdan kahırlı sayıklamalar dökülüyor hece hece.. Gün yeniden aydınlanacak biliyoruz lakin bilmek yetmiyor derinimizi puslandıran sözcükleri dindirmeye…
İçimizi karanlık basmış… tıkamış yüreğimizi, aydınlığa çıkaramadığımız damlalar… göz pınarlarımız çatlayayazmış… kıraç topraklardan sert yüreğimiz, çatlak çatlak içimizden akacak rahmeti özlemekte…
Zaman zifir… kendimizi hapsettiğimiz kötülük zindanları bizim tutsaklığımızdan biçare düşmüş… kurtuluşu ötekinin ellerinden ummak zavallılığı tüketmiş umarımızı… tıkamışız aydınlığın gireceği her deliği… güne yüzümüzü öyle bir dönmüşüz ki, gelişine itimadımız sonsuzca tükenmiş!
Bütün yardım kapıları yüzümüze çarpılmış sanıyoruz. Efendilik tasladıklarında boyun eğdiklerimizden merhamet kırıntıları dilenmenin de işe yaramayacağına bin birinci kez emin oldurulmuşuz. Her şey bitmiş ve sonuncu heves kapısı da kapanmış suratımıza…. Sanmaktan bıktırılmış usandırılmışız.
Biricik dünyamızdan muradımız tükenmiş… gayemizi yitirmişiz… uğruna yılları tükettiğimiz amaçlarımız teker teker alınmış elimizden… sermayemizi heba ettiğimiz hedeflerle erişilmez uzaklara düşmüşüz.
Topal kalmış sabrımız… imdadımıza yetişeceğinden ümidimizi kesmişiz…
O kadar çok sahibe bendelik etmekten yılgın düşmüş bedenimiz… hangisinin ayakları altında ezileceğimizi düşünmekten yorgun düşmüşüz… küçük hesapların zavallı bekçiliği tüketmiş bedenimizi… Gölgelerin hükümdarlığında esasın varlığından bihaber edilmişiz.
Kendimize zulmetmiş bize yapılan haksızlıkların öfkesiyle yaşamaktan bıkmışız. Bitkin düşmüş sabrımız… unutturulmuşuz… umudumuzu imdat bekleyenlerin umuduna bırakmış, tatlı canımızdan bıktırılmışız…
“Neticede onlara zulmeden Allah değildi, ama asıl onlar kendi kendilerine zulmettiler.”
Sen ne düşünürsen düşün netice değişmiyor. Zulmeden sensin kendine başkası değil!
Ufacık heveslerin peşinden sürükleyip kocaman yüreğini, içinden geçemeyeceği deliklerde ziyan olmasına sebep olan, sensin… öfkelendiklerin de değil… Seni yaşamaktan pişman bıraktıkları için nefretle yadettiklerin de…
Sahibinin sana vermesini beklediklerini alamamak sadece senin suçun. Elde ettiklerini bir çırpıda yeni heveslerine kurban bırakıp, umutsuzluğa doğru koşmandan sorumlu olan kendinden başkası değil.
Sabretmek yerine elindekinin bile sahibi olmayandan medet ummakla, varacağın noktayı tespit eden yine sensin. Sürekli her şeyini yitirmeyi muradeden aceleciliğinle, sabretmeyi denemekten habersiz bir zavallıya dönüştürüp durmaktan kendini, usanmadın mı hâlâ?
“ve son saat’in gelip çattığı gün, suçlular tüm umutlarını yitirecekler.”
Elinde hiçbir şeye yaramayan gelip geçici heveslerinle doldurduğun bir sepetle, son saatine doğru koşmakta olduğunun farkında değil misin?
Sabretmek güzeldir!
Sabretmeye değer bir hedefin varsa eğer.
Sahibin korkuyla ümidi bir arada yaşamanın gerçekten yaşamak olduğunu haber veriyor sana. En küçük yılgınlığı isyana, ufacık bir başarıyı böbürlenmeye dönüştürüp, kendini mahvetmemen için uyarıyor seni.
Korkutucu şimşeğin ardından hayat veren yağmurlar gönderiyor… Akleden bir toplumun bundan bir ders çıkarmasını buyuruyor sahibin. Aklet ve çıkar dersini ya da kendi küçük ahmaklıkların arasında son saatinin gelmesini ve bütün iradenin elinden çıkmasını bekle.
Ne kötü bir sondur sabretmenin hiçbir şeyle ölçülemez mükâfatını bulmak yerine, kendi zavallılıklarınla kurduğun kötü akıbetin pençesine düşmek.
Ne kötü şeydir, sabırla itaat etmek yerine, küstahça bencilleşip çıkmaz yolların içinde yitip gitmeyi tercih etmek.
O halde sabret ki, sonsuzluk âleminde arzularını sabırla teskin etmek zorunda kalmayasın…
Gerçekten sabret artık… İsyan edince elden kaçıracaklarını iyice geçir aklından ve aklının da Sahibi olanın buyruğundan hiç çıkmayacağını göster herkese!