(26 Eylül-3 Ekim arasında yayımlanan yazı dizisinin son bölümü)
Durup buraya kadar yazdıklarımı gözden geçiriyorum.
Niye böyle olduğunu açıkçası bilmiyorum; ama benim tasvirimde okul ile insan arasına kondurduğum Johari Penceresi’nin dört iç çerçevesinde de eksiklikler, ihmaller, görmezden gelinen olumsuzluklar öne çıkmış gibi…
Bu bir rastlantı mı?
Belki ‘eğitim’ dendiğinde zihnimizde sıralanan sorunlardan, o kaotik fotoğraftan ötürü böyle bir doğal efekt oluşmuştur.
Öyle olsa bile sizde ‘Eğer bir okula Johari Penceresi’nden bakarsam sadece olumsuzlukları görürüz’ gibi olumsuz bir kanı, bir önyargı oluşmasını istemem.
Eğer bir okula Johari Penceresi’nden bakarsanız dört tanı bölgesinin her birinde olumlu ayrıntılarla karşılaşmanız da ihtimal dahilindedir:
‘Harika okul’, yetinmenin korkunç durağanlığına kapılmaz ve başardıklarını, kendi parlak geçmişini kıble yapmak yerine, onları yenileşiminin ve geleceğinin esin kaynağı olarak görmeyi tercih eder.
Bu harika bir durumdur!
Bütçeyi bir türlü denkleştirememiş olmak, kullanılmış kredilerin doğurduğu baskı, rekabete dayalı daha başka krizler, dolayısıyla personel bağlamında da işleri bir türlü rayına oturtamamak ya da öğretmenleri kendi özel yeteneklerinin uzağında kullanmış olmanın doğurabileceği ‘kısmî ve geçici kurumsal körlük’, yöneticilerde zaman zaman akademik kadrodaki gizli zenginliği, potansiyelleri görememe sonucunu doğurur.
Halbuki sahip olunan bu potansiyel, başka bir ifadeyle de dışarıdakilerin bildiği ama okulun kendisinin henüz fark edemediği bu statik güç, fark edilip uyandırıldığında ve tabii doğru biçimde güdülendirilip doğru yönde etkinleştirildiğinde sürekli patinaj yaşamış bir okulu bile, aynı duvarlar içinde bambaşka bir okula dönüşebilir.
Okulun göremediği veya görse bile hayata geçiremediği hiper-olumlu olasılık…
Belki aynı yöneticilerle ve tamamen aynı akademik kadroyla…
Ama tüm kurumdaşların farklı bir paradigmaya yönelmesi koşuluyla…
Henüz başarılamamış bu şeyler, okulun yeniden oluşturulacak vizyonuyla ilgilidir…
Ve belki yaşanan derin bir krizin ya da okulun bir türlü kendi çıtasını aşamamasının çözümü ‘başkalarının bilmediği ama okulun farkında olduğu’ o kozmik sırda gizlidir…
Çevreyle ve imarla ilgili yeni bir olasılık…
Okulun almaya aday olduğu -henüz kamuoyuna açıklanmamış- bir akreditasyon…
Yaşama geçirilmesi kararlaştırılmış bir bağlı kuruluş veya yerleşke içinde okulun öngörebildiği-gelecekte belirecek bir gereksinimi karşılamaya dönük bir organ, bir yapı, bir ünite…
Saklı bahçenin meyveleri…
Kullanışlı sırlar…
Eğitim sektöründe artık tabiri caizse çığırından çıkmış olan rekabete tam da bu noktada ayrı bir parantez açmak gerekiyor.
Rekabetin, sektördeki ‘kontrolden çıkmış kurum artışının’ ve açılan yeni kurumlarda bu ikisine yaraşır düzeyde kalite artışının sağlanamamasının sadece yeni kurumları değil, aslında eski-yeni bütün eğitim-öğretim kurumlarını sürüklediği bilinmezlik, şimdiye dek ne yaptığını ve bundan sonra da ne yapacağını bilen kurumlar için yeni fırsatlar ifade ediyor.
Durumu ‘kontrolsüz çoğalma’ diye tarif etmekten kastım, bu kurumların hiç denetlenmeden açılıyor olması değil; Milli Eğitim Bakanlığı’nın eğitim-öğretim kurumlarının açılışındaki yasal sorumluluğunu da kontrol ile mükellef olduğu standartları da biliyoruz ve bu bağlamda MEB’in titizliğini tenzih ediyoruz. Diyelim ki bu manada içimiz rahat.
Fakat gözünü eğitim sektörüne dikmiş girişimcilerin -gönlü eğitime hizmet aşkıyla tutuşan azınlığı tenzih ederim- ‘insana değen hedefler ve sadakatle bağlı olunması gereken bilimsel standartlar’ söz konusu olduğunda içimizi ne kadar rahatlatabileceklerini doğrusu tam olarak kestiremiyoruz.
Bununla birlikte sadece 2017 yılının Mart-Eylül ayları arasındaki 7 aylık sürecin özel okul açılış istatistiğine yansıyan muazzam patlamanın hiç kuşkusuz bir köşe yazısından ziyade bir doktora tezini dolduracak kadar geniş bir dosya oluşturduğunu; bu durumun dershanelerin kapatılışına, velilerin sürüklendiği arayışa ve eğitim sektöründe doğan yeni istihdam türbülansına derin köklerle bağlandığını biliyoruz.
Uzun, girift ve çok boyutlu araştırmalar gerektiren ama son derece acil müdahale edilmesi gereken bir kriz bu. Bu krizin veya trendin daha da yaygınlaşması eğitim sektöründe geri döndürülemez yıkımlar ve güven kayıpları doğurabilir!
***
Esas konumuza dönerek bitirelim:
Kim bilir, belki de buraya kadar anlattıklarıma bakıp herhangi bir okula Johari Penceresi’nden bakmanın mümkün ve yararlı olabileceğini düşünüyor olabilirsiniz.
Ama benim ifade ettiğim bu görüş, sizin çok toleranslı onayınızı almış olsa bile şu anda hâlâ ‘hipotez’ düzeyinde.
Elbette bilimsel metotla denenmeye, sınanmaya muhtaç.
Yine de -sizin de çok iyi bildiğiniz üzere- eğitimle ve okullarla ilgili sorunlar ülkemizde öylesine büyümüş, yaygınlaşmış; öylesine kökleşmiş ve karmaşıklaşmış bir durumda ki çözüm yolları hakkında bırakın kesin bir rota çizmeyi, ufacık bir esin, bir umut sunabilecek ipuçları bile çok büyük önem taşıyor.
Durup buraya kadar yazdıklarımı gözden geçiriyorum.
Niye böyle olduğunu açıkçası bilmiyorum; ama benim tasvirimde okul ile insan arasına kondurduğum Johari Penceresi’nin dört iç çerçevesinde de eksiklikler, ihmaller, görmezden gelinen olumsuzluklar öne çıkmış gibi…
Bu bir rastlantı mı?
Belki ‘eğitim’ dendiğinde zihnimizde sıralanan sorunlardan, o kaotik fotoğraftan ötürü böyle bir doğal efekt oluşmuştur.
Öyle olsa bile sizde ‘Eğer bir okula Johari Penceresi’nden bakarsam sadece olumsuzlukları görürüz’ gibi olumsuz bir kanı, bir önyargı oluşmasını istemem.
Eğer bir okula Johari Penceresi’nden bakarsanız dört tanı bölgesinin her birinde olumlu ayrıntılarla karşılaşmanız da ihtimal dahilindedir:
- Açık alanda, başka bir ifadeyle ‘içte ve dışta herkesin malumu olan alanda’, işini düzgün yapan okullar için ‘şeref köşesinde’ yüz ağartıcı, gurur verici, bununla birlikte tanıtım açısından da son derece kullanışlı onlarca, yüzlerce istatistiki veri, derece, ürün, belge, fotoğraf, sertifika, akreditasyon veya referans notu zaten birikmiştir.
‘Harika okul’, yetinmenin korkunç durağanlığına kapılmaz ve başardıklarını, kendi parlak geçmişini kıble yapmak yerine, onları yenileşiminin ve geleceğinin esin kaynağı olarak görmeyi tercih eder.
- Kör alanda, yani okul hakkında başkaları tarafından bilinen ancak okulun kendi hakkında bilmediği ayrıntılar arasında ‘okulun akademik kadrosundaki keşfedilmemiş zenginlikler ve bu bağlamda harekete geçirilmeyi bekleyen potansiyeller’ yer alıyor olabilir.
Bu harika bir durumdur!
Bütçeyi bir türlü denkleştirememiş olmak, kullanılmış kredilerin doğurduğu baskı, rekabete dayalı daha başka krizler, dolayısıyla personel bağlamında da işleri bir türlü rayına oturtamamak ya da öğretmenleri kendi özel yeteneklerinin uzağında kullanmış olmanın doğurabileceği ‘kısmî ve geçici kurumsal körlük’, yöneticilerde zaman zaman akademik kadrodaki gizli zenginliği, potansiyelleri görememe sonucunu doğurur.
Halbuki sahip olunan bu potansiyel, başka bir ifadeyle de dışarıdakilerin bildiği ama okulun kendisinin henüz fark edemediği bu statik güç, fark edilip uyandırıldığında ve tabii doğru biçimde güdülendirilip doğru yönde etkinleştirildiğinde sürekli patinaj yaşamış bir okulu bile, aynı duvarlar içinde bambaşka bir okula dönüşebilir.
Okulun göremediği veya görse bile hayata geçiremediği hiper-olumlu olasılık…
Belki aynı yöneticilerle ve tamamen aynı akademik kadroyla…
Ama tüm kurumdaşların farklı bir paradigmaya yönelmesi koşuluyla…
- Saklı alanda, okulun kendisiyle ilgili olarak bildiği ancak başkalarının bilmediği alanda, ‘tanıtım açısından’ henüz el değmemiş enstrümanlar, veriler, özel nitelikler ve kurumun paydaşlarına sunabileceği özel ayrıcalıklar yer alıyor olabilir.
Henüz başarılamamış bu şeyler, okulun yeniden oluşturulacak vizyonuyla ilgilidir…
Ve belki yaşanan derin bir krizin ya da okulun bir türlü kendi çıtasını aşamamasının çözümü ‘başkalarının bilmediği ama okulun farkında olduğu’ o kozmik sırda gizlidir…
Çevreyle ve imarla ilgili yeni bir olasılık…
Okulun almaya aday olduğu -henüz kamuoyuna açıklanmamış- bir akreditasyon…
Yaşama geçirilmesi kararlaştırılmış bir bağlı kuruluş veya yerleşke içinde okulun öngörebildiği-gelecekte belirecek bir gereksinimi karşılamaya dönük bir organ, bir yapı, bir ünite…
Saklı bahçenin meyveleri…
Kullanışlı sırlar…
- Ve bilinmeyen alanda, başka bir ifadeyle okulun da başkalarının da bilmediği o kapkaranlık alanda yeni tehditler ama onlarla birlikte ortaya çıkacak yeni fırsatlar uyuyor olabilir.
Eğitim sektöründe artık tabiri caizse çığırından çıkmış olan rekabete tam da bu noktada ayrı bir parantez açmak gerekiyor.
Rekabetin, sektördeki ‘kontrolden çıkmış kurum artışının’ ve açılan yeni kurumlarda bu ikisine yaraşır düzeyde kalite artışının sağlanamamasının sadece yeni kurumları değil, aslında eski-yeni bütün eğitim-öğretim kurumlarını sürüklediği bilinmezlik, şimdiye dek ne yaptığını ve bundan sonra da ne yapacağını bilen kurumlar için yeni fırsatlar ifade ediyor.
Durumu ‘kontrolsüz çoğalma’ diye tarif etmekten kastım, bu kurumların hiç denetlenmeden açılıyor olması değil; Milli Eğitim Bakanlığı’nın eğitim-öğretim kurumlarının açılışındaki yasal sorumluluğunu da kontrol ile mükellef olduğu standartları da biliyoruz ve bu bağlamda MEB’in titizliğini tenzih ediyoruz. Diyelim ki bu manada içimiz rahat.
Fakat gözünü eğitim sektörüne dikmiş girişimcilerin -gönlü eğitime hizmet aşkıyla tutuşan azınlığı tenzih ederim- ‘insana değen hedefler ve sadakatle bağlı olunması gereken bilimsel standartlar’ söz konusu olduğunda içimizi ne kadar rahatlatabileceklerini doğrusu tam olarak kestiremiyoruz.
Bununla birlikte sadece 2017 yılının Mart-Eylül ayları arasındaki 7 aylık sürecin özel okul açılış istatistiğine yansıyan muazzam patlamanın hiç kuşkusuz bir köşe yazısından ziyade bir doktora tezini dolduracak kadar geniş bir dosya oluşturduğunu; bu durumun dershanelerin kapatılışına, velilerin sürüklendiği arayışa ve eğitim sektöründe doğan yeni istihdam türbülansına derin köklerle bağlandığını biliyoruz.
Uzun, girift ve çok boyutlu araştırmalar gerektiren ama son derece acil müdahale edilmesi gereken bir kriz bu. Bu krizin veya trendin daha da yaygınlaşması eğitim sektöründe geri döndürülemez yıkımlar ve güven kayıpları doğurabilir!
***
Esas konumuza dönerek bitirelim:
Kim bilir, belki de buraya kadar anlattıklarıma bakıp herhangi bir okula Johari Penceresi’nden bakmanın mümkün ve yararlı olabileceğini düşünüyor olabilirsiniz.
Ama benim ifade ettiğim bu görüş, sizin çok toleranslı onayınızı almış olsa bile şu anda hâlâ ‘hipotez’ düzeyinde.
Elbette bilimsel metotla denenmeye, sınanmaya muhtaç.
Yine de -sizin de çok iyi bildiğiniz üzere- eğitimle ve okullarla ilgili sorunlar ülkemizde öylesine büyümüş, yaygınlaşmış; öylesine kökleşmiş ve karmaşıklaşmış bir durumda ki çözüm yolları hakkında bırakın kesin bir rota çizmeyi, ufacık bir esin, bir umut sunabilecek ipuçları bile çok büyük önem taşıyor.