(Dünkü yazının devamı)
Müfettiş Doğan Ceylan, 2017’de bir okul müdürünün öğrencileri tarafından katledilmesi ile ilgili oluşturduğu raporda bugünün gençlerine yönelik, tarihe geçecek değerlendirmeler yapıyor…
…
Yorgunluk nasıl bir şeydir, bunu bilmiyor çocuklarımız…
İki adımlık mesafelere bile arabayla götürüyoruz onları yorulmasınlar diye. Birazcık parkta koşsalar, hasta olacak diye engel oluyoruz. Onlar takatleri tükenecek kadar hiç yorulmuyorlar. Dolayısıyla takati tükenecek kadar yorulmuş insanları anlayamıyorlar…
(…)
Çocuklar yaşamı hissetmiyorlar; açlığı bilmedikleri için açlara acımıyorlar, üşümek nedir bilmedikleri için sokaktaki evsizleri umursamıyorlar…
Yokluk nedir bilmedikleri için ekmeğe gelen zam onların dikkatini bile çekmiyor, haber kalabalığı olarak görüyorlar, gülüp geçiyorlar…
Sıcak odalarında yaşadıkları için evsizlik nedir, sürgün nedir anlamıyorlar; savaşları, ölen insanları umursamıyorlar.
Kimseye acımıyorlar…
Kıymetini bilmiyorlar ekmeğin, elbisenin, barışın ve huzurun, ana babanın…
Müdahale edilmezse gelecek iyi şeyler getirmeyecek güzel ülkemize!
Bu sorunu Devlet derinden hissetmeli. Bu sorunun çözümü için ciddi çalıştaylar düzenlenmeli. Öğretim programları ve ders materyalleri revize edilmeli. Okulların ‘duygu eğitimi’ konusunda rolleri artırılmalı.
Geç kalınmadan bu sorun mutlaka çözülmeli.
Bu sorun çözülmezse ülke çözülecek!..
Doğan CEYLAN, Eğitim müfettişi”
Bunları doğrudan Bakan’a ulaşan resmi bir rapora yazabilmiş ya…
Gözünü budaktan esirgemeyen, yürekli, vatansever, ayakta alkışlanmayı hak eden ’bilge’ bir müfettişmiş Sayın Ceylan; ‘Helal olsun!’ diyoruz…
Koyduğu teşhis çok üzücü olsa da o bize, eğitim müfettişlerinin işinin salt tespit tutanağı yazıp müeyyide belirlemek olmadığını gösteriyor. Keza; müfettişlerin klasiğin dışına çıkıp daha büyük sorumluluklar da üstlenebileceklerini, söz gelimi bütün bir eğitim sistemini eleştirmek ve MEB’e, Sayın Bakan’a, 1 buçuk milyonu aşkın doğrudan veya dolaylı çalışanı olan bir organizasyona kılavuzluk etmek gibi çok cesurca girişimlerde bulunabileceklerini bize hatırlattığı için Doğan Ceylan’a ve onun gibi müfettişlere çok şey borçluyuz.
Borçluyuz borçlu olmasına da…
Taktirin ve beklentinin dozajını ayarlarken şu ayrıntıyı da görmek lazım:
Bir yanda; 1923'ten 1935’e kadar ‘Maarif Vekaleti’, 1935'den 1941’e kadar ‘Kültür Bakanlığı’, 1941'den 1946’ya kadar ‘Maarif Vekilliği’; İnönü’nün Cumhurbaşkanı, Saraçoğlu’nun Başbakan olduğu 1946 yılında ‘Millî Eğitim Bakanlığı’, 1950'den sonra yeniden ‘Maarif Vekaleti’, 27 Mayıs 1960 tarihinden sonra ise bir kez daha ‘Millî Eğitim Bakanlığı’ diye adlandırılmış; adıyla da yaptığı işlerle de habire oynanmış bir Bakanlık var…
MEB…
Öbür yanda; MEB bünyesinde Cumhuriyet’in ilk yıllarında ‘Maarif Müfettişi’, 1960’tan 2010 yılına kadar ‘İlköğretim Müfettişi’, 2010 yılından 2012’ye kadar ‘Eğitim Müfettişi’, 2012’de ‘İl Eğitim Denetmeni’ ve yine MEB Teftiş Kurulu’nun 2012’de yeniden yapılanması sonrasında ‘Bakanlık müfettişleri’ (denetçiler) ve ‘Eğitim Müfettişleri’ (denetmenler) olarak adlandırılmış ve yani tıpkı az önce size aktardığım MEB’in o trajikomik adlandırma sergüzeştine benzer şekilde adı da işlevi de sürekli kurcalanmış çok kritik bir misyonun mensupları var…
Müfettişler…
Ne diyelim?
Eğitim dünyamızda böyle açıklanması güç -belki özünde çok basit ama bizim girdapta dönerken çözmekte zorlandığımız- şeyler yaşanmasaydı muhtemelen müfettişlerimizin her biri birer Doğan Ceylan olurdu ve belki o cesur müfettişin inceleme raporuyla gözler önüne serdiği büyük çöküntü de önceden sezilirdi ve engellenirdi.
Bugün daha başka, daha güzel şeyler konuşuyor olurduk…
Müfettiş Doğan Ceylan, 2017’de bir okul müdürünün öğrencileri tarafından katledilmesi ile ilgili oluşturduğu raporda bugünün gençlerine yönelik, tarihe geçecek değerlendirmeler yapıyor…
…
Yorgunluk nasıl bir şeydir, bunu bilmiyor çocuklarımız…
İki adımlık mesafelere bile arabayla götürüyoruz onları yorulmasınlar diye. Birazcık parkta koşsalar, hasta olacak diye engel oluyoruz. Onlar takatleri tükenecek kadar hiç yorulmuyorlar. Dolayısıyla takati tükenecek kadar yorulmuş insanları anlayamıyorlar…
(…)
Çocuklar yaşamı hissetmiyorlar; açlığı bilmedikleri için açlara acımıyorlar, üşümek nedir bilmedikleri için sokaktaki evsizleri umursamıyorlar…
Yokluk nedir bilmedikleri için ekmeğe gelen zam onların dikkatini bile çekmiyor, haber kalabalığı olarak görüyorlar, gülüp geçiyorlar…
Sıcak odalarında yaşadıkları için evsizlik nedir, sürgün nedir anlamıyorlar; savaşları, ölen insanları umursamıyorlar.
Kimseye acımıyorlar…
Kıymetini bilmiyorlar ekmeğin, elbisenin, barışın ve huzurun, ana babanın…
Müdahale edilmezse gelecek iyi şeyler getirmeyecek güzel ülkemize!
Bu sorunu Devlet derinden hissetmeli. Bu sorunun çözümü için ciddi çalıştaylar düzenlenmeli. Öğretim programları ve ders materyalleri revize edilmeli. Okulların ‘duygu eğitimi’ konusunda rolleri artırılmalı.
Geç kalınmadan bu sorun mutlaka çözülmeli.
Bu sorun çözülmezse ülke çözülecek!..
Doğan CEYLAN, Eğitim müfettişi”
Bunları doğrudan Bakan’a ulaşan resmi bir rapora yazabilmiş ya…
Gözünü budaktan esirgemeyen, yürekli, vatansever, ayakta alkışlanmayı hak eden ’bilge’ bir müfettişmiş Sayın Ceylan; ‘Helal olsun!’ diyoruz…
Koyduğu teşhis çok üzücü olsa da o bize, eğitim müfettişlerinin işinin salt tespit tutanağı yazıp müeyyide belirlemek olmadığını gösteriyor. Keza; müfettişlerin klasiğin dışına çıkıp daha büyük sorumluluklar da üstlenebileceklerini, söz gelimi bütün bir eğitim sistemini eleştirmek ve MEB’e, Sayın Bakan’a, 1 buçuk milyonu aşkın doğrudan veya dolaylı çalışanı olan bir organizasyona kılavuzluk etmek gibi çok cesurca girişimlerde bulunabileceklerini bize hatırlattığı için Doğan Ceylan’a ve onun gibi müfettişlere çok şey borçluyuz.
Borçluyuz borçlu olmasına da…
Taktirin ve beklentinin dozajını ayarlarken şu ayrıntıyı da görmek lazım:
Bir yanda; 1923'ten 1935’e kadar ‘Maarif Vekaleti’, 1935'den 1941’e kadar ‘Kültür Bakanlığı’, 1941'den 1946’ya kadar ‘Maarif Vekilliği’; İnönü’nün Cumhurbaşkanı, Saraçoğlu’nun Başbakan olduğu 1946 yılında ‘Millî Eğitim Bakanlığı’, 1950'den sonra yeniden ‘Maarif Vekaleti’, 27 Mayıs 1960 tarihinden sonra ise bir kez daha ‘Millî Eğitim Bakanlığı’ diye adlandırılmış; adıyla da yaptığı işlerle de habire oynanmış bir Bakanlık var…
MEB…
Öbür yanda; MEB bünyesinde Cumhuriyet’in ilk yıllarında ‘Maarif Müfettişi’, 1960’tan 2010 yılına kadar ‘İlköğretim Müfettişi’, 2010 yılından 2012’ye kadar ‘Eğitim Müfettişi’, 2012’de ‘İl Eğitim Denetmeni’ ve yine MEB Teftiş Kurulu’nun 2012’de yeniden yapılanması sonrasında ‘Bakanlık müfettişleri’ (denetçiler) ve ‘Eğitim Müfettişleri’ (denetmenler) olarak adlandırılmış ve yani tıpkı az önce size aktardığım MEB’in o trajikomik adlandırma sergüzeştine benzer şekilde adı da işlevi de sürekli kurcalanmış çok kritik bir misyonun mensupları var…
Müfettişler…
Ne diyelim?
Eğitim dünyamızda böyle açıklanması güç -belki özünde çok basit ama bizim girdapta dönerken çözmekte zorlandığımız- şeyler yaşanmasaydı muhtemelen müfettişlerimizin her biri birer Doğan Ceylan olurdu ve belki o cesur müfettişin inceleme raporuyla gözler önüne serdiği büyük çöküntü de önceden sezilirdi ve engellenirdi.
Bugün daha başka, daha güzel şeyler konuşuyor olurduk…