Başlıkta ‘Okuma eylemini işe yararlık açısından sorgulamak’ demiş olsam da ben, okumayı sıradan bir eylem, bir hobi olmaktan çok, hep bir ‘ayrıcalık’ olarak ele alıyorum. Onun için de henüz başlarken yukarıdaki başlığa bir ekleme yapma gereksinimi duyuyorum: Okuma eylemini, daha doğrusu ayrıcalığını ‘işe yararlık’ açısından sorgulamak…
Evet, bu kesinlikle daha iyi oldu!
***
Madem kitaplardan okuduklarımız zamanla unutuluyor…
Ve madem onca okunanlar dünyayı değiştirmeye yetmiyor…
O halde niye hala kitap okumanın gerekli olduğunu düşünüyoruz?
Önce bu geçişik sorunun ilk bölümüne bakalım:
“James Collins, büyük bir ilgi ile okuduğu Adaleti Yanıltmak kitabından hiçbir şey hatırlamamasını kuşku verici bir durum olarak görüp okuma-beyin ilişkileri konusunda uzman olan Nörolog Maryanne Wolf’un kapısını çalar.
Aynı zamanda Proust ve Mürekkep Balığı adlı kitabıyla ünlenmiş bir yazar olan Wolf, rahatlatır Colllins’i:
-Ben, senin o kitabı okuduktan sonra, okumadan önceki halinden daha farklı bir insana dönüştüğüne inanıyorum.
der Wolf. Sonra da insan beyninin, kişinin farkında bile olamayacağı muazzamlıkta bir depolama kapasitesi olduğuna dikkat çeker:
-Hafızamız bu depolardan, küçük ve detay bilgileri kimi zaman hemen bulup getiremese de okuduklarımızın hepsi mutlaka oradadır; onlar, birbirleriyle kurdukları ağlarla bir şekilde bizim düşünme kapasitemiz üzerinde fonksiyon icra etmeye devam ederler.
Collins, doktor dostunun bu açıklaması üzerine
-Yani okuduklarımın hiçbiri israf olmadı, zamanımı boşa harcamadım; bunu mu söylüyorsun?’
diye sorar.
-Evet, hepsi hala orada.
der Wolf ve şöyle bitirir:
-Sen, aslında bütün o okuduklarının özetisin…”
***
Cemal Tunçdemir’in bir yazısında karşılaştığım bu kısa anlatı, velilerin öğretmenlere sıkça sorduğu bir soruyu anımsattı bana:
-Hocam, çocuğum çok kitap okursa sınav başarısı artar mı?’
Ya da bir başka soru:
-Hocam, bizim çocuk hiç kitap okumuyor, ne yapacağız?’
Birincisi, bana göre çekirdeğinde vıcık vıcık çıkarcılık (oportünizm) olan bir sorudur:
Evet ebeveyn, çocuğunun okumasını, gerçek bir okur-yazar olmasını önemsemektedir; ama bunu, çocuğunun kültürlü ve aydın bir birey, bilgiden ve felsefeden haberdar bir dünya vatandaşı olması için değil de karşısına çıkacak LGS ya da YKS sorularını daha hızlı yanıtlayabilmesi için istemektedir.
İkincisi benim daha çok daha hoşuma giden bir sorudur:
Bu soru, kişiler arasında yeni konuşma-tartışma perspektifleri açabilmek için de son derece kullanışlı bir giriş kapısıdır. Her zaman olmasa da çoğunlukla daha entelektüel bir beklentiyi ifade eder. O soruyu soran anne ya da babayla muhtemelen felsefeden tiyatroya, medyadan klasik müfredatlara, hemen her konuda derin söyleşiler yapıp genellikle de uygulanabilir bir çıkış oluşturabilirsiniz.
Tabii ‘Peki siz okumaya fırsat bulabiliyor musunuz?’ sorusuna olumlu yanıt vermeleri durumunda işin bir kat daha kolaylaşacağını belirtmem gerekiyor.
***
Şimdi de en başta sorduğum sorunun ikinci bölümüne bakalım:
Madem onca okunanlar dünyayı değiştirmeye yetmiyor o halde niye hala kitap okumanın gerekli olduğunu düşünüyoruz?
Yani sonu yok, akıbeti belirsiz; o halde niye ısrar ediyoruz?..
Peki…
Paramız bize yetiyor mu?
Mesela bir yerde durup ‘Bu kadarı benim yaşamama yeter, kendimi daha fazla hırpalamayacağım’ diyebiliyor muyuz?..
Eğer varsa, bunu başarabilen sıradışı insanları tenzih ederim… Ama uğraşıp didinip ulaştığımız şu kariyer, şu makam-mevki, şu gelir düzeyi, istediklerimizi elde etmemize yetiyor mu?
Varsa, bunu başarabilen bir avuç insan -ki muhtemelen vardır- onları da hemen tenzih ederim…
Ama çoğunlukla yetmiyor değil mi?
Çünkü ihtiyaçlar gölgemiz gibi sürekli önümüzde koşuyor.
Dolayısıyla da aslında hep muhtacız, hep güçsüzüz…
Sanki hep elimizden fazlasına ihtiyacımız var, hep yoksuluz sanki!
Polis, Komiser olmak için kendini heba ediyor; Dekan, Rektör olabilmek için… Terminalde ağacın altına dört masa atıp ekmek parasını kazanan adam, terminalin içindeki çay ocağına gözünü dikiyor ve o da bir sıçrama için kendini heba ediyor…
Hiç kimse aslında hiçbir şeyi ‘son noktasına’ taşıyamıyor.
Çünkü ‘son nokta’ denen bir yer yok! Biz yürüdükçe o son nokta da ileriye doğru yer değiştiriyor.
O halde ‘Onlar da dünyayı değiştiremiyor!’ diye kitaplara sırt çevirmek doğru değil.
Tam aksine; eğer biraz daha dikkatli bakarsak dünyanın usul usul da olsa bazı olumlu değişimler yaşadığını görürüz:
Bakın, birileri virüslere, kansere, Covid-19’a çare arıyor…
Birileri kutuplardaki buzullar erimesin diye çabalıyor…
Birileri çatışma bölgelerinde sivillere kalkan oluyor…
Birileri evsiz insanlar ve sokak hayvanları için yardım topluyor…
Birileri ‘Hayat Tamircisi’, birileri çevre gönüllüsü…
Sosyal sorumluk, birileri için yaşam felsefesine dönüşmüş durumda…
Birleri yerli tohumları yeniden üretmek için çırpınıyor…
Birileri kitap yazıyor…
Hiç tanımadığı insanların sağlığı, refahı, huzuru, güvenliği, esenliği, gelişimi ya da sadece insanca yaşayabilmesi için kendi yaşamını hiçe sayan binlerce insan yaşıyor dünyada.
Vicdan ve bilgi, inanılmaz bir işbirliği içerisinde. En kötü günümüzde bile…
Yakınınızda öyle birileri illaki vardır, isterseniz bir bakın:
Dini, dili, milliyeti ne olursa olsun hepsinin ortak özelliği ‘aydın olmaları, eğitimli olmaları, şiddetten hoşlanmıyor olmaları ve kitap okuyor olmalarıdır’.
Bu benzerlik ya da ortak yön, kesinlikle rastlantı değildir!
Evet, bu kesinlikle daha iyi oldu!
***
Madem kitaplardan okuduklarımız zamanla unutuluyor…
Ve madem onca okunanlar dünyayı değiştirmeye yetmiyor…
O halde niye hala kitap okumanın gerekli olduğunu düşünüyoruz?
Önce bu geçişik sorunun ilk bölümüne bakalım:
“James Collins, büyük bir ilgi ile okuduğu Adaleti Yanıltmak kitabından hiçbir şey hatırlamamasını kuşku verici bir durum olarak görüp okuma-beyin ilişkileri konusunda uzman olan Nörolog Maryanne Wolf’un kapısını çalar.
Aynı zamanda Proust ve Mürekkep Balığı adlı kitabıyla ünlenmiş bir yazar olan Wolf, rahatlatır Colllins’i:
-Ben, senin o kitabı okuduktan sonra, okumadan önceki halinden daha farklı bir insana dönüştüğüne inanıyorum.
der Wolf. Sonra da insan beyninin, kişinin farkında bile olamayacağı muazzamlıkta bir depolama kapasitesi olduğuna dikkat çeker:
-Hafızamız bu depolardan, küçük ve detay bilgileri kimi zaman hemen bulup getiremese de okuduklarımızın hepsi mutlaka oradadır; onlar, birbirleriyle kurdukları ağlarla bir şekilde bizim düşünme kapasitemiz üzerinde fonksiyon icra etmeye devam ederler.
Collins, doktor dostunun bu açıklaması üzerine
-Yani okuduklarımın hiçbiri israf olmadı, zamanımı boşa harcamadım; bunu mu söylüyorsun?’
diye sorar.
-Evet, hepsi hala orada.
der Wolf ve şöyle bitirir:
-Sen, aslında bütün o okuduklarının özetisin…”
***
Cemal Tunçdemir’in bir yazısında karşılaştığım bu kısa anlatı, velilerin öğretmenlere sıkça sorduğu bir soruyu anımsattı bana:
-Hocam, çocuğum çok kitap okursa sınav başarısı artar mı?’
Ya da bir başka soru:
-Hocam, bizim çocuk hiç kitap okumuyor, ne yapacağız?’
Birincisi, bana göre çekirdeğinde vıcık vıcık çıkarcılık (oportünizm) olan bir sorudur:
Evet ebeveyn, çocuğunun okumasını, gerçek bir okur-yazar olmasını önemsemektedir; ama bunu, çocuğunun kültürlü ve aydın bir birey, bilgiden ve felsefeden haberdar bir dünya vatandaşı olması için değil de karşısına çıkacak LGS ya da YKS sorularını daha hızlı yanıtlayabilmesi için istemektedir.
İkincisi benim daha çok daha hoşuma giden bir sorudur:
Bu soru, kişiler arasında yeni konuşma-tartışma perspektifleri açabilmek için de son derece kullanışlı bir giriş kapısıdır. Her zaman olmasa da çoğunlukla daha entelektüel bir beklentiyi ifade eder. O soruyu soran anne ya da babayla muhtemelen felsefeden tiyatroya, medyadan klasik müfredatlara, hemen her konuda derin söyleşiler yapıp genellikle de uygulanabilir bir çıkış oluşturabilirsiniz.
Tabii ‘Peki siz okumaya fırsat bulabiliyor musunuz?’ sorusuna olumlu yanıt vermeleri durumunda işin bir kat daha kolaylaşacağını belirtmem gerekiyor.
***
Şimdi de en başta sorduğum sorunun ikinci bölümüne bakalım:
Madem onca okunanlar dünyayı değiştirmeye yetmiyor o halde niye hala kitap okumanın gerekli olduğunu düşünüyoruz?
Yani sonu yok, akıbeti belirsiz; o halde niye ısrar ediyoruz?..
Peki…
Paramız bize yetiyor mu?
Mesela bir yerde durup ‘Bu kadarı benim yaşamama yeter, kendimi daha fazla hırpalamayacağım’ diyebiliyor muyuz?..
Eğer varsa, bunu başarabilen sıradışı insanları tenzih ederim… Ama uğraşıp didinip ulaştığımız şu kariyer, şu makam-mevki, şu gelir düzeyi, istediklerimizi elde etmemize yetiyor mu?
Varsa, bunu başarabilen bir avuç insan -ki muhtemelen vardır- onları da hemen tenzih ederim…
Ama çoğunlukla yetmiyor değil mi?
Çünkü ihtiyaçlar gölgemiz gibi sürekli önümüzde koşuyor.
Dolayısıyla da aslında hep muhtacız, hep güçsüzüz…
Sanki hep elimizden fazlasına ihtiyacımız var, hep yoksuluz sanki!
Polis, Komiser olmak için kendini heba ediyor; Dekan, Rektör olabilmek için… Terminalde ağacın altına dört masa atıp ekmek parasını kazanan adam, terminalin içindeki çay ocağına gözünü dikiyor ve o da bir sıçrama için kendini heba ediyor…
Hiç kimse aslında hiçbir şeyi ‘son noktasına’ taşıyamıyor.
Çünkü ‘son nokta’ denen bir yer yok! Biz yürüdükçe o son nokta da ileriye doğru yer değiştiriyor.
O halde ‘Onlar da dünyayı değiştiremiyor!’ diye kitaplara sırt çevirmek doğru değil.
Tam aksine; eğer biraz daha dikkatli bakarsak dünyanın usul usul da olsa bazı olumlu değişimler yaşadığını görürüz:
Bakın, birileri virüslere, kansere, Covid-19’a çare arıyor…
Birileri kutuplardaki buzullar erimesin diye çabalıyor…
Birileri çatışma bölgelerinde sivillere kalkan oluyor…
Birileri evsiz insanlar ve sokak hayvanları için yardım topluyor…
Birileri ‘Hayat Tamircisi’, birileri çevre gönüllüsü…
Sosyal sorumluk, birileri için yaşam felsefesine dönüşmüş durumda…
Birleri yerli tohumları yeniden üretmek için çırpınıyor…
Birileri kitap yazıyor…
Hiç tanımadığı insanların sağlığı, refahı, huzuru, güvenliği, esenliği, gelişimi ya da sadece insanca yaşayabilmesi için kendi yaşamını hiçe sayan binlerce insan yaşıyor dünyada.
Vicdan ve bilgi, inanılmaz bir işbirliği içerisinde. En kötü günümüzde bile…
Yakınınızda öyle birileri illaki vardır, isterseniz bir bakın:
Dini, dili, milliyeti ne olursa olsun hepsinin ortak özelliği ‘aydın olmaları, eğitimli olmaları, şiddetten hoşlanmıyor olmaları ve kitap okuyor olmalarıdır’.
Bu benzerlik ya da ortak yön, kesinlikle rastlantı değildir!