“Kim izzet ve şeref isterse, bilmelidir ki bütün izzet Allah’a aittir. O’na güzel söz yükselir; onları da Allah’a salih amel ulaştırır. Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince: onlar için çetin azap var, kurdukları tuzakları da bozulur.” (Fâtır 10)
Ayette geçen izzet (izzetinefs) ifadesi , onur, özsaygı, şeref, güç, değer, kıymet, üstünlük, galibiyet, yücelik, saygınlık ve övünç anlamındadır.
Şunu yazının başında belirtelim: ‘Ben Allah’ın kuluyum’ ön şartı olmadan kişi sadece ‘ben’ der ve ‘nefsine’ hizmet ederse ego seviyesinde kalacaktır. Ego seviyesindeyken insanın onuru olamaz!
Kuran’a göre insanlar; her hangi bir ülkenin vatandaşı olmakla, yahut ikonun, paganın, putun, veya liderin, düşünce ve sanat adamının ya da paranın, şöhretin, nefs isteklerinin… ardından giderek onur sahibi olamaz.
Şeref ve güç, yarattıklarında değil, Yaratan’dadır. Çünkü bu sıfatlara hakkıyla sahip olan sadece Allah’tır. Nisa suresinin 139. ayetinde Rabbimiz, şan-şeref ve gücün tamamen kendisine ait olduğunu vurgulamıştır.
İnsanlar, şan-şeref ve güç sahibi olamazlar mı; bu sıfatları onlar da taşıyamaz mı?
Taşırlar elbette! Lakin şunun ayırdında olmak şartıyla: Güneşin ışığına ve ısısına maruz kalan varlıklar, ısıyı ve ışığı kendilerinden bilseler, kendilerini görüp güneşi görmeseler, gerçeği yalanlamış olurlar. Gerçeği yalanlayan nasıl onurlu bir varlık olabilirler? Bu tip biri olsa olsa şerefsiz ve yalancı biri varlık olabilir ancak.
Öte yandan kimde Kuran’a bağlı bir hayat gözükürse, o, Kuran güneşinin ışığından ve ısısından dolayı bu nimete eriştirildiğini bilir. Rabbini bildiğinden, odun kalmamış, bahar olmuş, çiçekli ve ıtırlı dala, tatlı meyveye dönüşmüştür. Onun, iyiye doğru olan bu değişimi eylemlerini Allah katına yükseltmiş, söz-amel birlikteliği gerçek onura vücut vermiştir.
Sonuç: Eylemsiz söz yalancılıktır. Kişi, ‘Rabbim Allah’tır, ben O’nun kuluyum’ dediğinde bu sözünü eylemleriyle kanıtlaması gerekir. Bu da Kuran emirlerinin yerine getirilmesi demektir. Allah’ı inkar ettiklerinden ve ilahi gerçeğin düşmanı olduklarından yalancıların Allah katında onurları yoktur. Onursuzların tarihi süreçler boyunca onurlulara karşı kurdukları tuzaklar, hepsi de kuru odun mesabesindedir ve ahirette kendi yakacaklarından başka bir sonuç doğurmayacaktır.
Ayette geçen izzet (izzetinefs) ifadesi , onur, özsaygı, şeref, güç, değer, kıymet, üstünlük, galibiyet, yücelik, saygınlık ve övünç anlamındadır.
Şunu yazının başında belirtelim: ‘Ben Allah’ın kuluyum’ ön şartı olmadan kişi sadece ‘ben’ der ve ‘nefsine’ hizmet ederse ego seviyesinde kalacaktır. Ego seviyesindeyken insanın onuru olamaz!
Kuran’a göre insanlar; her hangi bir ülkenin vatandaşı olmakla, yahut ikonun, paganın, putun, veya liderin, düşünce ve sanat adamının ya da paranın, şöhretin, nefs isteklerinin… ardından giderek onur sahibi olamaz.
Şeref ve güç, yarattıklarında değil, Yaratan’dadır. Çünkü bu sıfatlara hakkıyla sahip olan sadece Allah’tır. Nisa suresinin 139. ayetinde Rabbimiz, şan-şeref ve gücün tamamen kendisine ait olduğunu vurgulamıştır.
İnsanlar, şan-şeref ve güç sahibi olamazlar mı; bu sıfatları onlar da taşıyamaz mı?
Taşırlar elbette! Lakin şunun ayırdında olmak şartıyla: Güneşin ışığına ve ısısına maruz kalan varlıklar, ısıyı ve ışığı kendilerinden bilseler, kendilerini görüp güneşi görmeseler, gerçeği yalanlamış olurlar. Gerçeği yalanlayan nasıl onurlu bir varlık olabilirler? Bu tip biri olsa olsa şerefsiz ve yalancı biri varlık olabilir ancak.
Öte yandan kimde Kuran’a bağlı bir hayat gözükürse, o, Kuran güneşinin ışığından ve ısısından dolayı bu nimete eriştirildiğini bilir. Rabbini bildiğinden, odun kalmamış, bahar olmuş, çiçekli ve ıtırlı dala, tatlı meyveye dönüşmüştür. Onun, iyiye doğru olan bu değişimi eylemlerini Allah katına yükseltmiş, söz-amel birlikteliği gerçek onura vücut vermiştir.
Sonuç: Eylemsiz söz yalancılıktır. Kişi, ‘Rabbim Allah’tır, ben O’nun kuluyum’ dediğinde bu sözünü eylemleriyle kanıtlaması gerekir. Bu da Kuran emirlerinin yerine getirilmesi demektir. Allah’ı inkar ettiklerinden ve ilahi gerçeğin düşmanı olduklarından yalancıların Allah katında onurları yoktur. Onursuzların tarihi süreçler boyunca onurlulara karşı kurdukları tuzaklar, hepsi de kuru odun mesabesindedir ve ahirette kendi yakacaklarından başka bir sonuç doğurmayacaktır.