Filozof Rıza Tevfik, Paris’te sürgün yıllarında oturduğu apartmana girip çıkarken, her gün selamlaştığı Fransız kadınla nihayet bir gün sohbet etmeye başlar. Kadın, nerelisiniz diye filozofa sorar.
Filozof, “siz tahmin edin.” der.
İtalyan mısın?
Hayır,
İspanyol’sunuz.
Değil,
O hâlde Yunanlısınız.
Hayır,
Kuzey Afrika’dansınız.
Bilemediniz.
Tamam, Mısırlısınız.
Yine bilemediniz.
Filozof artık dayanamaz ve “Türk’üm” der. Kadının cevabı ibret vericidir: “Yemin ederim aklıma geldi, ama kızarsınız diye söylemedim”
Biraz da Ben Konuşayım, adlı hatıratında Filozof Rıza Tevfik’in anlattığı bu olayın benzerleriyle birçok yerde karşılaşmak mümkündür.
O Filozof ki Türk kimliğine ikinci sınıf muamelesi yapmış, Sevr Anlaşmasını imzaladığı kalemi Robert Kolejine hediye etmiş, Millî Mücadele’yi küçümsemiş, Millî Mücadele devam ederken İstanbul Üniversitesindeki derslerinde Türk adına ve kimliğine hakaret etmiş, Fuzuli’nin Türk olmadığını iddia etmişti. Daha sonra hayranı olduğu Batı’ya sürgüne gittiğinde de gözünde büyüttüğü Batılıların bu tutumu ile karşılaşmıştı.
Avrupa, tarihin hiçbir döneminde Türklere hüsnüniyet beslememiştir. 16. Yüzyılda yaşamış olan Fransız Postel, Türklerin İstanbul’dan çıkmaları için önce ikna edilmesini, bu olmazsa icbar edilmesini, bu da olmazsa ifna (yok) edilmesini önermiştir. Bu düşünce birkaç kez denenmiş, 1. Dünya Savaşı’nda ise uygulamaya konulmuştur.
Avrupalılar Türkleri, ordusu bulunan bir devlet değil; devleti ele geçirmiş bir ordu milleti olarak tarif etmiş, Türklerle kültürün, sanatın, medeniyetin bir araya gelemeyeceğini dile getirmişlerdir. Voltaire Osmanlı’yı kitap okumayan insanların memleketi olarak tanımlamış, Osmanlı’da bir yılda basılan kitap ve gazetenin Fransa’da bir günde basıldığını ifade ederken, abartılı, tepeden bakan küstah Avrupa’nın Türklere bakış açısını dile getirmiştir.
Volney “Türk Rus Savaşı Üzerine Düşünceler” adlı eserinde Türk karakterinin temelini derin cehalet ve özünde saçmalık olarak niteler ve Türklerin kendilerinin dışında her şeye düşman, kendini beğenmiş, fanatik millet olduğunu dile getirmiştir.
Avrupalılar bize böyle yaklaşırken bizim aydınlarımız Avrupa’daki hayatı, “altın bir rüya” olarak görmüş, Türkiye’deki hayatı “çok çirkin ve çekilmez” bulmuşlardır. O dönemde yaşamış olan Hoca Tahsin bir şiirinde, Paris’e git hey efendi akl ü fikrin var ise/ Âleme gelmiş sayılmaz gitmeyenler Paris’e diyerek Fransa’ya olan hayranlığını dile getirmiştir. Abdullah Cevdet Batılılaşmak için yurt dışından damızlık erkek getirmeyi önerirken, Fransız kralı, Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa’ya Osmanlı Devleti’ne başta subay olmak üzere teknik sahalarda uzman ve eğitmen göndermeyi arzu ettiğini, böylece Fransa’nın Türklerin medeniyette ilerlemeleri için katkıda bulunmak istediğini belirttiğinde, Mehmet Emin Paşa Kralın bu sözlerine şöyle karşılık olarak “Haşmetmeab, yapmayı düşündüğünüz bu eylem hiçbir işe yaramaz. Hem bu göndereceğiniz adamlar istekleriyle bizim canımızı sıkacaklar hem Fransa’nın hem de Avrupa’nın medeniyetinden bizi soğutacaklardır. Gelin bunun yerine bize birkaç bin, akıllı ve güzel yosma gönderin. Bu yosmalar bizi daha çabuk medenileştirirler, Fransızlaştırırlar bile demiştir. O dönemden sonra mürebbiye sıfatıyla Osmanlı’ya birçok Fransız kadını gelmiştir.
Türk Edebiyatına onlarca eser kazandıran araştırmacı Muzaffer Uyguner Batı Rüzgârı adlı şiirinde
Es Batı rüzgârı, durma es,
Taassup cenderesinde sıkılan ruhum
Serinlensin…
Hücrelerime kadar Şark fikri ile dolu kafam
Temizlensin, derken, yetişmiş olduğu kültürün ezikliğini tüm hücrelerine kadar hissettiğini göstermiştir.
Bizim sadece Batı’ya değil, Şark kültürüne de körü körüne bağlılığımız olmuştur. Şair Tokatlı Leâlî, zamanında İran’dan gelen şairlere büyük itibar edildiğini görünce, kendisi İran’a giderek derviş kılığına girip Molla Cami’nin selamını getirdiğini söyleyerek Fatih Sultan Mehmet ile tanışmış, Fatih de Yedi Kule’de bir kiliseyi tekkeye çevirerek şeyhlik yapması için ona vermiştir.
Bir zaman sonra Leâlî’nin İran’dan gelmediği, yalan söylediği anlaşılınca tekkesi alınarak Meclis’ten kovulmuş, o da: Olmak istersen itibara mahal/ Ya Arap’tan yahut Acem’den gel diyerek dönemin zihniyetini eleştirmiştir.
Batı, Türklerin tekrar kendi özüne dönmesinden, içindeki cevheri keşfederek bu eziklik kompleksinden kurtulmaya başlamasından korkmakta ve her türlü hileli yollarla Türkiye’yi ezmeye çalışmaktadır. Fakat onların bu korkuları er ya da geç başlarına gelecektir. Çünkü Türk milleti uyanmış, Arap’ın, Acem’in, Alman’ın, Fransız’ın, İngiliz’in ne olduğunun farkına varmış, özüne dönmenin imkânını yakalamıştır. Azerbaycan-Ermenistan savaşı bu sürecin hızlanmasına ve tamamlanmasına çok büyük katkı sağlayacaktır.
Filozof, “siz tahmin edin.” der.
İtalyan mısın?
Hayır,
İspanyol’sunuz.
Değil,
O hâlde Yunanlısınız.
Hayır,
Kuzey Afrika’dansınız.
Bilemediniz.
Tamam, Mısırlısınız.
Yine bilemediniz.
Filozof artık dayanamaz ve “Türk’üm” der. Kadının cevabı ibret vericidir: “Yemin ederim aklıma geldi, ama kızarsınız diye söylemedim”
Biraz da Ben Konuşayım, adlı hatıratında Filozof Rıza Tevfik’in anlattığı bu olayın benzerleriyle birçok yerde karşılaşmak mümkündür.
O Filozof ki Türk kimliğine ikinci sınıf muamelesi yapmış, Sevr Anlaşmasını imzaladığı kalemi Robert Kolejine hediye etmiş, Millî Mücadele’yi küçümsemiş, Millî Mücadele devam ederken İstanbul Üniversitesindeki derslerinde Türk adına ve kimliğine hakaret etmiş, Fuzuli’nin Türk olmadığını iddia etmişti. Daha sonra hayranı olduğu Batı’ya sürgüne gittiğinde de gözünde büyüttüğü Batılıların bu tutumu ile karşılaşmıştı.
Avrupa, tarihin hiçbir döneminde Türklere hüsnüniyet beslememiştir. 16. Yüzyılda yaşamış olan Fransız Postel, Türklerin İstanbul’dan çıkmaları için önce ikna edilmesini, bu olmazsa icbar edilmesini, bu da olmazsa ifna (yok) edilmesini önermiştir. Bu düşünce birkaç kez denenmiş, 1. Dünya Savaşı’nda ise uygulamaya konulmuştur.
Avrupalılar Türkleri, ordusu bulunan bir devlet değil; devleti ele geçirmiş bir ordu milleti olarak tarif etmiş, Türklerle kültürün, sanatın, medeniyetin bir araya gelemeyeceğini dile getirmişlerdir. Voltaire Osmanlı’yı kitap okumayan insanların memleketi olarak tanımlamış, Osmanlı’da bir yılda basılan kitap ve gazetenin Fransa’da bir günde basıldığını ifade ederken, abartılı, tepeden bakan küstah Avrupa’nın Türklere bakış açısını dile getirmiştir.
Volney “Türk Rus Savaşı Üzerine Düşünceler” adlı eserinde Türk karakterinin temelini derin cehalet ve özünde saçmalık olarak niteler ve Türklerin kendilerinin dışında her şeye düşman, kendini beğenmiş, fanatik millet olduğunu dile getirmiştir.
Avrupalılar bize böyle yaklaşırken bizim aydınlarımız Avrupa’daki hayatı, “altın bir rüya” olarak görmüş, Türkiye’deki hayatı “çok çirkin ve çekilmez” bulmuşlardır. O dönemde yaşamış olan Hoca Tahsin bir şiirinde, Paris’e git hey efendi akl ü fikrin var ise/ Âleme gelmiş sayılmaz gitmeyenler Paris’e diyerek Fransa’ya olan hayranlığını dile getirmiştir. Abdullah Cevdet Batılılaşmak için yurt dışından damızlık erkek getirmeyi önerirken, Fransız kralı, Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa’ya Osmanlı Devleti’ne başta subay olmak üzere teknik sahalarda uzman ve eğitmen göndermeyi arzu ettiğini, böylece Fransa’nın Türklerin medeniyette ilerlemeleri için katkıda bulunmak istediğini belirttiğinde, Mehmet Emin Paşa Kralın bu sözlerine şöyle karşılık olarak “Haşmetmeab, yapmayı düşündüğünüz bu eylem hiçbir işe yaramaz. Hem bu göndereceğiniz adamlar istekleriyle bizim canımızı sıkacaklar hem Fransa’nın hem de Avrupa’nın medeniyetinden bizi soğutacaklardır. Gelin bunun yerine bize birkaç bin, akıllı ve güzel yosma gönderin. Bu yosmalar bizi daha çabuk medenileştirirler, Fransızlaştırırlar bile demiştir. O dönemden sonra mürebbiye sıfatıyla Osmanlı’ya birçok Fransız kadını gelmiştir.
Türk Edebiyatına onlarca eser kazandıran araştırmacı Muzaffer Uyguner Batı Rüzgârı adlı şiirinde
Es Batı rüzgârı, durma es,
Taassup cenderesinde sıkılan ruhum
Serinlensin…
Hücrelerime kadar Şark fikri ile dolu kafam
Temizlensin, derken, yetişmiş olduğu kültürün ezikliğini tüm hücrelerine kadar hissettiğini göstermiştir.
Bizim sadece Batı’ya değil, Şark kültürüne de körü körüne bağlılığımız olmuştur. Şair Tokatlı Leâlî, zamanında İran’dan gelen şairlere büyük itibar edildiğini görünce, kendisi İran’a giderek derviş kılığına girip Molla Cami’nin selamını getirdiğini söyleyerek Fatih Sultan Mehmet ile tanışmış, Fatih de Yedi Kule’de bir kiliseyi tekkeye çevirerek şeyhlik yapması için ona vermiştir.
Bir zaman sonra Leâlî’nin İran’dan gelmediği, yalan söylediği anlaşılınca tekkesi alınarak Meclis’ten kovulmuş, o da: Olmak istersen itibara mahal/ Ya Arap’tan yahut Acem’den gel diyerek dönemin zihniyetini eleştirmiştir.
Batı, Türklerin tekrar kendi özüne dönmesinden, içindeki cevheri keşfederek bu eziklik kompleksinden kurtulmaya başlamasından korkmakta ve her türlü hileli yollarla Türkiye’yi ezmeye çalışmaktadır. Fakat onların bu korkuları er ya da geç başlarına gelecektir. Çünkü Türk milleti uyanmış, Arap’ın, Acem’in, Alman’ın, Fransız’ın, İngiliz’in ne olduğunun farkına varmış, özüne dönmenin imkânını yakalamıştır. Azerbaycan-Ermenistan savaşı bu sürecin hızlanmasına ve tamamlanmasına çok büyük katkı sağlayacaktır.