Elime bir gazeteden, özensizce kesilmiş ve bir kitabın arasına sığındırılmış küçücük bir bölüm geçti. Onu o kitabın arasına ben koymadım. Ben koysam bilirdim. Hem ben, bir kâğıdı o kadar özensizce kesmek için, hiç bu denli özen göstermeyi denemedim. Yazının üst başında söyleşi yazıyor ve kâğıda sığındırılmış bölümün Sead Halilagiç’in ‘Olgunlaşma’sından alındığını sonunda belirtiyor.
“Paltom ve ben
İki arkadaş gibiyiz bu dünyada, yürürüz
Ve yeteriz birbirimize
Boynu bükük, taşırım
Omuzlarımda onu
O, soğuğa inat
Basar bağrına beni
Yorulduğumuz zaman gireriz en yakın
Cafe’ye
Bir masaya oturur
Anlatırım çayımı yudumlarken
Uzun uzun
O ise adeta baygın
Dinler bir yalnızın hikayesini…"
Ne derin bir anlam! Hiçbir yalnızın yalnız olmadığını nasıl da anlatıyor. Yeter ki, görebilsin!
Sahi, görebiliyor muyuz?
Görebilsek, hiç bu kadar yalnızlaştırabilir miydik kendimizi?
Evet, daha çok hakkımız. Ama daha çok, azların bir araya gelmesinden oluşuyor. O azları görmek istemedik mi; yalnızlaşıveriyoruz.
Sonra, mutsuzlaşıveriyoruz.
Ve kendi kendimizle girişiyoruz amansızca bir iç hesaplaşmaya. İşte orada kopuyor her şey! Biz dünyadan, dünya bizden habersizleşiyor.
Birinin yanında kendinizi yalnız hissetmeye başladığınızda, sadece bir sonucunuz vardır.
Dolambaçlı yollarda başka çıkışlar aramaya çalışabilirsiniz. Ama hangi çıkmaz sokağa girseniz, sizi sadece o sona eriştirir.
MUTSUZLUK!
Mücadele etmeyi deneyebilirsiniz, onunla kalıp yüreğinizi kanatacak çok şeye eyvallah diyerek yaşamaya çalışabilirsiniz. İçiniz burkulur, koca bedeniniz yıkılır gibi olur, siz bir şeylere tutunarak sessizce eyvallah dersiniz.
Nereye kadar?
Dayanma gücünüz tükeninceye, tünelin ucundaki ışık sararıp, sönünceye kadar! İşte o karanlık, ulaşmak zorunda olduğunuz sonuçtur.
Ya da her şeyi bırakıp kaçabilirsiniz. O başka bir sancılı yoldur. Sizi daha fazla yalnızlaştırmaz.
Siz zaten yalnızsınızdır!
“Paltom ve ben
İki arkadaş gibiyiz bu dünyada, yürürüz
Ve yeteriz birbirimize
Boynu bükük, taşırım
Omuzlarımda onu
O, soğuğa inat
Basar bağrına beni
Yorulduğumuz zaman gireriz en yakın
Cafe’ye
Bir masaya oturur
Anlatırım çayımı yudumlarken
Uzun uzun
O ise adeta baygın
Dinler bir yalnızın hikayesini…"
Ne derin bir anlam! Hiçbir yalnızın yalnız olmadığını nasıl da anlatıyor. Yeter ki, görebilsin!
Sahi, görebiliyor muyuz?
Görebilsek, hiç bu kadar yalnızlaştırabilir miydik kendimizi?
Evet, daha çok hakkımız. Ama daha çok, azların bir araya gelmesinden oluşuyor. O azları görmek istemedik mi; yalnızlaşıveriyoruz.
Sonra, mutsuzlaşıveriyoruz.
Ve kendi kendimizle girişiyoruz amansızca bir iç hesaplaşmaya. İşte orada kopuyor her şey! Biz dünyadan, dünya bizden habersizleşiyor.
Birinin yanında kendinizi yalnız hissetmeye başladığınızda, sadece bir sonucunuz vardır.
Dolambaçlı yollarda başka çıkışlar aramaya çalışabilirsiniz. Ama hangi çıkmaz sokağa girseniz, sizi sadece o sona eriştirir.
MUTSUZLUK!
Mücadele etmeyi deneyebilirsiniz, onunla kalıp yüreğinizi kanatacak çok şeye eyvallah diyerek yaşamaya çalışabilirsiniz. İçiniz burkulur, koca bedeniniz yıkılır gibi olur, siz bir şeylere tutunarak sessizce eyvallah dersiniz.
Nereye kadar?
Dayanma gücünüz tükeninceye, tünelin ucundaki ışık sararıp, sönünceye kadar! İşte o karanlık, ulaşmak zorunda olduğunuz sonuçtur.
Ya da her şeyi bırakıp kaçabilirsiniz. O başka bir sancılı yoldur. Sizi daha fazla yalnızlaştırmaz.
Siz zaten yalnızsınızdır!