“Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl 90)
Her Cuma hutbesinin sonunda okunan bu ayetten de anlaşıldığı üzere Rabbimizin kullarından kendi için bir talebi yok! Mesela Kuran’da mali ibadet olarak zekât ve sadaka verilmesi emri var. Zekât ve sadaka insanın insana yardımı demektir. Rabbimiz, kimse aç ve açıkta kalsın istemiyor. Kişi Müslümansa, maddi durumu kuvvetli olan zayıf olana yardım edecek. Allah’ın emri olarak verilen zekât ve sadaka karşılığında kişinin kazancı ise dünyada malının artması ve huzurlu bir yaşantı, ahrette ise cennet hayatı…
Ele aldığımız Nahl suresinin doksanınca ayetinde insandan ahlak ve erdem sahibi olması istenmektedir:
Kuran’ın emirleri demek olan şeriat; İslam’ın adalet ve iyilik anlayışını temellendirir. Kuran’ın emirlerini öğrenmeden kişi ne haddini bilir ne de insaf eder; nefsine göre yaşar. Bu ayetlerle Rabbimiz bizi eğitmekte adaleti ve insanlığı öğretmektedir. Çünkü adaletin olmadığı yerde zulüm, iyiliğin olmadığı yerde kötülük vardır.
İhsanda bulunmak; maddi yardım yapmak demektir; ikram/bağış olmadan ihsan olmaz! Rabbimiz ne havayı ne suyu, ne eli ne gözü parayla satmıyor; lütfediyor, ikram ve ihsanda bulunuyor. Bu sıfatlar insanda da vardır; o halde insan bir karşılık gözetmeden yardım yaptığında ihsanda bulunmuş olacaktır. Özellikle akrabaya yardımın emredilmiş olması başlı başına büyük bir hikmettir; ders doludur! Hayatlarına ihsan zevki girmemiş insanlar acaba gerçekten yaşamış mıdır?
Çirkin işin, fenalığın, azgınlığın ne olduğunu bilmeyen kimse var mıdır? Ne yazık ki modern toplumda, Kuran’ın çirkin, fenalık, azgınlık olarak saydığı her fiil, ticari bir sektöre tekabül etmektedir. Alkolünden fuhşuna, faizinden rüşvetine kadar. Allah’ın emirleriyle, yaşanan hayat çelişmektedir; bu da insanın ‘modern trajedisidir!’
Sonuç: Rabbimiz bizi terbiye etmeye çalışıyor, nefsimiz ise bizi terbiyesizleştiriyor. Biz Rabbimizi çok az, nefsimizi çok fazla dinliyoruz. Haliyle adaletten, ihsandan oldukça uzak, hısım akrabadan kopuk bir hayat yaşıyoruz. Dinin emirlerine uymak akıl ve sabır işidir; akleden, uyan ve sabreden, mutlu yaşar, kolay ölür ve rahatlıkla cennete girer. “Erkek veya kadın, mümin olarak kim iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz.” (Nahl 97)
Her Cuma hutbesinin sonunda okunan bu ayetten de anlaşıldığı üzere Rabbimizin kullarından kendi için bir talebi yok! Mesela Kuran’da mali ibadet olarak zekât ve sadaka verilmesi emri var. Zekât ve sadaka insanın insana yardımı demektir. Rabbimiz, kimse aç ve açıkta kalsın istemiyor. Kişi Müslümansa, maddi durumu kuvvetli olan zayıf olana yardım edecek. Allah’ın emri olarak verilen zekât ve sadaka karşılığında kişinin kazancı ise dünyada malının artması ve huzurlu bir yaşantı, ahrette ise cennet hayatı…
Ele aldığımız Nahl suresinin doksanınca ayetinde insandan ahlak ve erdem sahibi olması istenmektedir:
- İnnallâhe yemuru bil’adli / Şüphesiz Allah adaleti,
- vel-ihsâni / iyiliği,
- ve-îtâ-i żî-lkurbâ / akrabaya yardımı, emredir.
- veyenhâ ‘ani-lfahşâ-i velmunkeri velbaġy(i)(c) / edepsizlikten, fenalıktan, azgınlıktan meneder
- ya’izukum le’allekum teżekkerûn(e) / tutasınız diye size öğüt verir.
Kuran’ın emirleri demek olan şeriat; İslam’ın adalet ve iyilik anlayışını temellendirir. Kuran’ın emirlerini öğrenmeden kişi ne haddini bilir ne de insaf eder; nefsine göre yaşar. Bu ayetlerle Rabbimiz bizi eğitmekte adaleti ve insanlığı öğretmektedir. Çünkü adaletin olmadığı yerde zulüm, iyiliğin olmadığı yerde kötülük vardır.
İhsanda bulunmak; maddi yardım yapmak demektir; ikram/bağış olmadan ihsan olmaz! Rabbimiz ne havayı ne suyu, ne eli ne gözü parayla satmıyor; lütfediyor, ikram ve ihsanda bulunuyor. Bu sıfatlar insanda da vardır; o halde insan bir karşılık gözetmeden yardım yaptığında ihsanda bulunmuş olacaktır. Özellikle akrabaya yardımın emredilmiş olması başlı başına büyük bir hikmettir; ders doludur! Hayatlarına ihsan zevki girmemiş insanlar acaba gerçekten yaşamış mıdır?
Çirkin işin, fenalığın, azgınlığın ne olduğunu bilmeyen kimse var mıdır? Ne yazık ki modern toplumda, Kuran’ın çirkin, fenalık, azgınlık olarak saydığı her fiil, ticari bir sektöre tekabül etmektedir. Alkolünden fuhşuna, faizinden rüşvetine kadar. Allah’ın emirleriyle, yaşanan hayat çelişmektedir; bu da insanın ‘modern trajedisidir!’
Sonuç: Rabbimiz bizi terbiye etmeye çalışıyor, nefsimiz ise bizi terbiyesizleştiriyor. Biz Rabbimizi çok az, nefsimizi çok fazla dinliyoruz. Haliyle adaletten, ihsandan oldukça uzak, hısım akrabadan kopuk bir hayat yaşıyoruz. Dinin emirlerine uymak akıl ve sabır işidir; akleden, uyan ve sabreden, mutlu yaşar, kolay ölür ve rahatlıkla cennete girer. “Erkek veya kadın, mümin olarak kim iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz.” (Nahl 97)