Bu metin, yazarımız Savaşkan İlmak’ın ‘Okullar Değil, Okulların İçindeki Hikâyeler’ adlı kitabından alıntılanmıştır:
(PEGEM Akademi Yayınları; Haziran-2021, Ankara - ISBN: 978-625-7582-06-3 - 16’ncı hikâye - Sf: 61-66)
Kitapta bunun gibi birbirinden etkileyici 34 hikâye yer alıyor...
Zeynep Karaaslan Eman’ın Sardunya Sokağı adlı kitabından:
“Çocuk durmadan ağlıyordu. Annesi elindeki oklava ile ayaklarına vurdu.
-Daha ağlıyon mu sen?
-Bana ne ağlıycam işte…
-Koş bakkaldan çay al da gel deftere yazsın Mahmut dayı.
-Bana ne kızın alsın abim alsın.
-Bak çocuk fena dövücem seni haberin olsun!
Çocuk salya sümük az öteye gitti duvara yaslandı. Annesi tahtadan sokak kapısından bahçeye girdi kapıyı kapattı. Bahçeden seslendi:
-Eve gelme sakın, ayaklarını kırarım!
Ben durmuş öylece bakıyordum. Az önce geçen karpuzcu traktörle gene geçti.
-Karpuz, karpuuz, kesmece bunlar…
Çocuğa yaklaştım.
-Adın ne senin?
-Neden sordun?
-Hiç benimde oğlum var sen gibi.
Kazağının koluyla burnunu sildi…
-Neden ağladın az önce?
-Anam karpuz almıyo…
-Neden?
-Yeni çıkan şey yenmezmiş. Daha olmazmış. Kelek çıkarmış. Pahalı dedi, ucuzlayınca alcam dedi…
-Bekle o zaman sende.
-Hıı, neden bekliycem? Hasanlar aldı geçende onlar yerken gördüm hem kıpkırmızı hem de tatlıydı, bizim duvardan baktım. Sofrada yediler…
-Çok mu seviyorsun karpuzu.?
-Evet babam çok alırdı bize.
-Gene alır.
-Alamaz babam öldü benim. Geçen yaz yıldırım çarptı babama. Dağda koyun otlatıyodu…
-Kim bakıyor size?
-Ninem bakıyo, anam tütüne gidiyo. Ninemin maaşı var dedemden.
-Ağlama bak, üzersin anneni…
-Üzülsün o da beni dövdü ama ayaklarıma vurdu.
-Analar hem döver hem de sever...
-Anam beni sevmiyo ki…
-Hadi şu çeşmede elini yüzünü yıka da sana soğuk gazoz alayım kahveden...
Çocuğun gözleri parladı.
-Sen kimsin amca?
-Bu okulun yeni öğretmeniyim dün geldim.
-Abimle ablamda o okuldalar…
Yüzünü aceleyle yıkadı. Elini tuttum.
-Adın yok mu senin.?
-Var, Hüseyin benim adım.
-Yaşın kaç?
-Yedi
-Okula gitmiyorum dedin.
-Evet, seneye yazılcam. Kitap defter dergi pahalıymış…
Kahvede bir masaya oturduk.
-Oğlum iki soğuk gazoz getir.
-Amca, senin oğlun nerde?
-O İzmir’de, öbür ay gelecek annesi ile… Senle de arkadaş olur, oynarsınız. Uçurtma uçurursunuz…
-Ben bilmiyom ki yapmasını.
-Olsun ben yaparım sana da.
Çocuk gazozu içti. Sonra eve doğru koştu. Tekrar geldi.
-Unuttum öğretmen amca, gazoz için teşekkür ederim.
Ertesi gün lojmanda temizlik işleri bitti. Karpuzcuya seslendim.
-Karpuzcuu…
-Buyur beyim.
-Bak şu caminin dibindeki eve en kocamanlarından üç karpuz götür. Gel parasını benden al.
-Tamam beyim.
Akşam kahvenin önüne o çocuk geldi. Yüzü gülüyordu.
-Amca biz karpuzun birini yedik kocamandı çok güzelmiş. İçi kan gibiydi hem de kurabiye gibiydi. Ninem öyle söyledi. Ninem bir de senin ölmüşlerine dua etti.
-Sağolsun ninen.
-Anam bana kızdı ama ben istemedim ki senden. Karpuzcuya da sordu anam.
-Yok, ben kendim aldım.
-Anam yanına mercimekli bulgur pilavı da yaptı. Keşke sende gelip yeseydin.
-Ohh ne güzel. Afiyet olsun!
-Amca sen çok iyi bir öğretmensin. Ben de senin oğluna düdük yaparım söğütten de olur, kamıştan da.
-Hele bir gelsinler de.
-Anam bekliyo evde, elini öpeyim mi?
Elimi öptü. Gözleri kapkaraydı. Tıpkı oğlumun gözleri gibiydi.
-Selam söyle ninene annene.
Koşarak eve gitti…
O köyde sadece bir kış kaldım. Tayinim Kayseri’ye çıktı. Oğlum ve eşim o kış gelmediler gelemediler.
Ben onları trafik kazasında kaybedince…
Bu havası güzel yayla köyüne geçici görevle gönderilmiştim.
O kış hep Hüseyin'le uçurtma, fırıldak yaptım; kâğıttan sepetler ördük. Ona okumayı öğrettim, seneye ikinci sınıfa gidecek. Matematiği zehir gibi. Renkli kâğıt ve çıtalardan uçurtmalar yapıp biriktirdi. Arada bana yufkadan börek, otlu çörekler, mercimekli bulgur pilavı getirdi…
O eşimle oğlumu sordukça ‘Bu kış ninesinde kalıyorlar, ninesi hastalanmış yaza gelecekler yanıma…’ dedim.
Öldüklerini kimselere söyleyemedim...
Hüseyin' in kitaplarını defterlerini hazır ettim. Bir sürü renkli boyalar resim defterleri aldım. Okul çantasını kasabada kendi beğendi.
Haziran sonu okul kapanmıştı. Kayseri’ye gidecektim. Okulun önünde köyün dolmuşuna binerken küçük Hüseyin arkamdan seslendi.
-Öğretmen amca
Döndüm baktım.
-Al bunları oğluna götür.
Avucuma iki tane düdük koydu. Sonra yaşarmış gözlerini benden saklamak için koştu, gözden kayboldu...”
★★
Kitap (Sardunya Sokağı-Gerçek Hikâyeler), Aralık-2020’de Zinde Reklam Yayıncılık etiketiyle raflardaki yerini almış. 192 sayfa…
Daha önce Kâğıt Kuşlar, Yarasa Çocuklar, Pati Hikâyeleri gibi kitaplarıyla çocuk edebiyatına önemli yapıtlar kazandıran Zeynep Karaaslan Eman’ın sımsıcak, duru, çarpıcı anlatımının altında yatan şey, ‘gerçek’!
Hikâyelerini gerçek yaşamdan alıntılamış yazar…
★★
Aslında benim bu hikâyeyi seçip bu kitaba taşımamın nedeni de aynı: Gerçek!
Okullar ve yani öğretmenler, bize hayatın çıplak gerçeğini gösteriyor genellikle ve tabii yine okullar ve yine öğretmenler, o en dokunaklı gerçeği zümrüdü ankavâri ölümsüz bir umutla donatan yegâne kahramanlar. Yoksa sanatçılar mı demeliyim?
(PEGEM Akademi Yayınları; Haziran-2021, Ankara - ISBN: 978-625-7582-06-3 - 16’ncı hikâye - Sf: 61-66)
Kitapta bunun gibi birbirinden etkileyici 34 hikâye yer alıyor...
Zeynep Karaaslan Eman’ın Sardunya Sokağı adlı kitabından:
“Çocuk durmadan ağlıyordu. Annesi elindeki oklava ile ayaklarına vurdu.
-Daha ağlıyon mu sen?
-Bana ne ağlıycam işte…
-Koş bakkaldan çay al da gel deftere yazsın Mahmut dayı.
-Bana ne kızın alsın abim alsın.
-Bak çocuk fena dövücem seni haberin olsun!
Çocuk salya sümük az öteye gitti duvara yaslandı. Annesi tahtadan sokak kapısından bahçeye girdi kapıyı kapattı. Bahçeden seslendi:
-Eve gelme sakın, ayaklarını kırarım!
Ben durmuş öylece bakıyordum. Az önce geçen karpuzcu traktörle gene geçti.
-Karpuz, karpuuz, kesmece bunlar…
Çocuğa yaklaştım.
-Adın ne senin?
-Neden sordun?
-Hiç benimde oğlum var sen gibi.
Kazağının koluyla burnunu sildi…
-Neden ağladın az önce?
-Anam karpuz almıyo…
-Neden?
-Yeni çıkan şey yenmezmiş. Daha olmazmış. Kelek çıkarmış. Pahalı dedi, ucuzlayınca alcam dedi…
-Bekle o zaman sende.
-Hıı, neden bekliycem? Hasanlar aldı geçende onlar yerken gördüm hem kıpkırmızı hem de tatlıydı, bizim duvardan baktım. Sofrada yediler…
-Çok mu seviyorsun karpuzu.?
-Evet babam çok alırdı bize.
-Gene alır.
-Alamaz babam öldü benim. Geçen yaz yıldırım çarptı babama. Dağda koyun otlatıyodu…
-Kim bakıyor size?
-Ninem bakıyo, anam tütüne gidiyo. Ninemin maaşı var dedemden.
-Ağlama bak, üzersin anneni…
-Üzülsün o da beni dövdü ama ayaklarıma vurdu.
-Analar hem döver hem de sever...
-Anam beni sevmiyo ki…
-Hadi şu çeşmede elini yüzünü yıka da sana soğuk gazoz alayım kahveden...
Çocuğun gözleri parladı.
-Sen kimsin amca?
-Bu okulun yeni öğretmeniyim dün geldim.
-Abimle ablamda o okuldalar…
Yüzünü aceleyle yıkadı. Elini tuttum.
-Adın yok mu senin.?
-Var, Hüseyin benim adım.
-Yaşın kaç?
-Yedi
-Okula gitmiyorum dedin.
-Evet, seneye yazılcam. Kitap defter dergi pahalıymış…
Kahvede bir masaya oturduk.
-Oğlum iki soğuk gazoz getir.
-Amca, senin oğlun nerde?
-O İzmir’de, öbür ay gelecek annesi ile… Senle de arkadaş olur, oynarsınız. Uçurtma uçurursunuz…
-Ben bilmiyom ki yapmasını.
-Olsun ben yaparım sana da.
Çocuk gazozu içti. Sonra eve doğru koştu. Tekrar geldi.
-Unuttum öğretmen amca, gazoz için teşekkür ederim.
Ertesi gün lojmanda temizlik işleri bitti. Karpuzcuya seslendim.
-Karpuzcuu…
-Buyur beyim.
-Bak şu caminin dibindeki eve en kocamanlarından üç karpuz götür. Gel parasını benden al.
-Tamam beyim.
Akşam kahvenin önüne o çocuk geldi. Yüzü gülüyordu.
-Amca biz karpuzun birini yedik kocamandı çok güzelmiş. İçi kan gibiydi hem de kurabiye gibiydi. Ninem öyle söyledi. Ninem bir de senin ölmüşlerine dua etti.
-Sağolsun ninen.
-Anam bana kızdı ama ben istemedim ki senden. Karpuzcuya da sordu anam.
-Yok, ben kendim aldım.
-Anam yanına mercimekli bulgur pilavı da yaptı. Keşke sende gelip yeseydin.
-Ohh ne güzel. Afiyet olsun!
-Amca sen çok iyi bir öğretmensin. Ben de senin oğluna düdük yaparım söğütten de olur, kamıştan da.
-Hele bir gelsinler de.
-Anam bekliyo evde, elini öpeyim mi?
Elimi öptü. Gözleri kapkaraydı. Tıpkı oğlumun gözleri gibiydi.
-Selam söyle ninene annene.
Koşarak eve gitti…
O köyde sadece bir kış kaldım. Tayinim Kayseri’ye çıktı. Oğlum ve eşim o kış gelmediler gelemediler.
Ben onları trafik kazasında kaybedince…
Bu havası güzel yayla köyüne geçici görevle gönderilmiştim.
O kış hep Hüseyin'le uçurtma, fırıldak yaptım; kâğıttan sepetler ördük. Ona okumayı öğrettim, seneye ikinci sınıfa gidecek. Matematiği zehir gibi. Renkli kâğıt ve çıtalardan uçurtmalar yapıp biriktirdi. Arada bana yufkadan börek, otlu çörekler, mercimekli bulgur pilavı getirdi…
O eşimle oğlumu sordukça ‘Bu kış ninesinde kalıyorlar, ninesi hastalanmış yaza gelecekler yanıma…’ dedim.
Öldüklerini kimselere söyleyemedim...
Hüseyin' in kitaplarını defterlerini hazır ettim. Bir sürü renkli boyalar resim defterleri aldım. Okul çantasını kasabada kendi beğendi.
Haziran sonu okul kapanmıştı. Kayseri’ye gidecektim. Okulun önünde köyün dolmuşuna binerken küçük Hüseyin arkamdan seslendi.
-Öğretmen amca
Döndüm baktım.
-Al bunları oğluna götür.
Avucuma iki tane düdük koydu. Sonra yaşarmış gözlerini benden saklamak için koştu, gözden kayboldu...”
★★
Kitap (Sardunya Sokağı-Gerçek Hikâyeler), Aralık-2020’de Zinde Reklam Yayıncılık etiketiyle raflardaki yerini almış. 192 sayfa…
Daha önce Kâğıt Kuşlar, Yarasa Çocuklar, Pati Hikâyeleri gibi kitaplarıyla çocuk edebiyatına önemli yapıtlar kazandıran Zeynep Karaaslan Eman’ın sımsıcak, duru, çarpıcı anlatımının altında yatan şey, ‘gerçek’!
Hikâyelerini gerçek yaşamdan alıntılamış yazar…
★★
Aslında benim bu hikâyeyi seçip bu kitaba taşımamın nedeni de aynı: Gerçek!
Okullar ve yani öğretmenler, bize hayatın çıplak gerçeğini gösteriyor genellikle ve tabii yine okullar ve yine öğretmenler, o en dokunaklı gerçeği zümrüdü ankavâri ölümsüz bir umutla donatan yegâne kahramanlar. Yoksa sanatçılar mı demeliyim?