Korona’dan kaçtık, ‘Kir’ona’ya tutulduk!
Dün öğlen saatlerinde köşe yazılarımı hazırlamak üzere gazetedeyim. Sevda Güneş İncesu ile gazetenin mutfağında oturmuş, çay içiyoruz. Her sabah eşi Cihat ile gazeteye gelirken yarınki gazetenin manşetini dert edindiğini bildiğimden olsa gerek, ‘yarın hava kirliliğini birinci sayfadan görelim’ önerisinde bulundum. Hem o gün en azından bir’e ne verelim diye bütün gün stres de yaşamamış olacak. ‘’Ne hava kirliliği? Yok öyle bir şey’’ der gibi baktı önce. Günlük olarak ölçümleri takip ettiğini söyledi ve hava kirliliği ile ilgili bir gündem olmadığı görüşünü savundu. Ben de ona akşamları erken çıktığını, misk gibi havaların olduğu Dadaşkent’e, evine gittiğini, şehir merkezini bilmediğini söyledim ona. Çünkü şehir merkezinde bizzat yaşayan benim ve o hava kirliliğini de bizzat soluduğumu anlattım ona. Yapılan ve kendisinin de an be an gözlemlediği ölçüm raporlarını da dikkate almadığımı ima ederekten.. Nihayetinde ben bizzat yaşadığıma göre şehir merkezinde kirliliğini olduğu konusunda ikna etmek zor olmadı Sevda’yı. Bana göre çok daha mühim bir hadise yoksa eğer hava kirliliği bir şekilde bir’e haber olarak verilmeliydi, öyle de oldu. İşin en tuhafı da sanki o kirli hava sadece banaymış gibi şehr-i mübarekemden kimseden bir ses çıkmıyor olması!
Maalesef 30 sene önce çalıştığım gazetelerde sıklıkla haberini yaptığım hava kirliliğine bir kere daha vurgu yapıyor olmam şaka gibi. 30 yıl sonra da aynı haberleri yapacaksın diye gaipten bir ses gelseydi, galiba ‘hadi ordan’ der geçerdim. Ama şaka değil, gerçek bu. Rabiana Mahallesinde oturan bir sakin olarak özellikle akşam saatlerinde kirlilik inanılmaz boyutlarda. Nefes almakta zorluk çekiyorum adeta. Bir çok insan bugünletrde maske takmayı bırakmış, bunu görüyoruz. Ama şehir merkezinde oturanların öyle bir lüksü yok. İlla ki o maske takılacak. Korona’dan ziyade, adını ben ‘Kirona’ koyduğum bu illetten! Sanıyorum şehir merkezinde ki eski evlerde halen daha kömür yakıt olarak kullanıldığından bu durum mevcut. Kömür de bayağı bir kalitesiz kömür olacak ki, gerçekten nefes almakta zorluk çekiyor insan. Artık nasıl bir çare bulunulur, ne önlem alınır bilmiyorum ama bu kirliliğe dikkat çeken haberimin üzerlerinde etki bırakması için onlara sadece akşam saatlerinde Yenikapı civarında bir beş dakika yürümelerini öneriyorum. Ne dediğimi daha iyi anlarlar diye düşünüyorum. Bu benim son kararımdır!
Erzurum Radyosu’nun mabedi!
Her TRT Erzurum İl Müdürlüğü binasına girdiğimde gelir Yahya Kemal’ın o meşhur, dillere pelesenk olan Sessiz Gemi şiiri. ‘Artık demir almak günü gelmişse zamandan. Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan’ diyor ya ünlü, büyük şair. Hep de ikinci kattaki sanatçı odası olarak bilinen o odayı görürken gelir aklıma. Öyle bir oda ki bu, 10 metre kareyi bulmaz ama yüzlerce gelmiş geçmiş TRT sanatçısının içerisine girmişliği, hatırasının olduğu bir oda bu. Şimdi Radyo yayın ekibinden Talip Akpunar’ın kaldığı bu oda, bana göre TRT’nin Erzurum’da ki et kutsal odası. Hele de çok sayıda ses ve saz sanatçısına ait repertuar notlarının hem de kendi el yazılarının olduğu notlar, defterler var ki, bırak açıp okumaya, kurcalamaya, dokunmaya bile insan çekiniyor. Çünkü çok hatıra yatıyor o odada ve adeta TRT Erzurum Radyosu’nun müzesi orası. Ne konuşmalar olmuştur o odada, ne kavgalar verilmiştir yeni derlemeler için. Bilmiyoruz bunu. Ama bildiğimiz bir şey var, Mükerrem Kemertaş, Raci Alkır, Muammer Özkavcılar, Zeki Kurnuş, Gündüz Gözümoğlu, Suat Işıklar, Remzi Dane, Fuat Lehimler, Hulusi Seven ve dahi adını sayamayacağım bu odanın müdavimleri, ölmemiş, basbayağı yaşıyorlar..
Sururi Akgün sizsiniz demek ki!
Sahada olmamıza rağmen zaman zaman Erzurum’un gündeminde olan isimler, insanlar, kurumlar, kuruluşlar olur ama herkes zanneder hepsini bilir, tanırız. Yok işte. Onca yıl sahada kalmış olmama rağmen girmediğim, bilmediğim kurum yok ama kişiler yok değil. Bu kişilerden biriydi Sururi Akgün. Çeşitli zamanlarda adı gündeme gelen bu işinsanı ile o kadar zaman geçti hiç yolum kesişmedi. Turizm ve inşaat gibi lokomotif sektörlerden tanınan Sururi Akgün ile tanışmam daha yeni oldu. Aynı yaşta olmamıza da ayrıca sevindim. Burnundan kıl aldırmayan bir tip olabilir diye düşünmüştüm ama öyle biri de değilmiş. Hatta hiç değilmiş. Adını çok duymuşluğuma rağmen bir türlü görmemişliğimin olduğu bu insanı ben öteden beri de gıyabında tanır ve severdim. Özellikle inşaat alanında çok farkındalık oluşturan bir isimdir Sururi Akgün. Yaptığı eserler herkesin malumu, onu anlatmaya, bir de buradan övmeye gerek yok. Dili varsa dilceği de olan biri. Tanıştığımda da işinde gücünde görüyorum onu. Öyle bir çokları gibi ağzı gözü de oynamıyor. İstikrar abidesi adam. Az adamlardan. Öne çıkayım, beni tanısınlar diyen bir tip hiç değil. Öyle olsa illa ki şimdiye kadar illa ki tanırdım. En çok da uslübuna, duruşuna bayıldım. ‘’Benim iki rol modelim var. Biri Atatürk, diğeri de dedemdir’’ dedi ki, sadece onu daha çok sevmekle kalmıyor, onunla aynı şehirde yaşadığım için mutlu oluyorum, şanslı olduğumu düşünüyorum..
Türkiye’nin en iyi 10 çaycısı arasında hem de ilk 3’e girdi..
Hacı Rüştü, tarihe not düştü!
Ne zaman bir Hasankale bahsi açılsa illa ki Hacı Rüştü ile ilgili bir cümle geçer. Hani o özel demlemesi ve suyu ile meşhur çaycıların piri Hacı Rüştü, sohbetin bir yerinde kesin geçer. Bugün Trabzonspor’da Abdullah Avcı’nın teknik heyetinde yeralan Erzurumspor’un eski futbolcularından Egemen Korkmaz’ın da bir ara su yolu ettiği Hacı Rüştü, sadece Erzurum’un değil, Türkiye’nin gündeminde. Hacı Rüştü’yü artık sadece burada biz değil, şu an sanıyorum Türkiye’nin hangi ilinde olursa olsun insanlar da konuşur oldu. Sebebi de uzman bir jürinin ilk 3’e alması. Evet. Türkiye’nin dört bir yanındaki en iyi çaycılar, Hürriyet Gazetesi’nin yazarları tarafından en iyi çaycılar arasına bizim Hacı Rüştü de girdi. Tanınmış yazarlardan ve gazetecilerden oluşan jüri, Pera Palas Otel ve boğaz manzaralı Tarihi Çınaraltı çay bahçesinden sonra üçüncü olarak Tarihi de diğerleri gibi eski olan Hacı Rüştü Çayevini en iyi çaycı olarak gösterdi. Kaldı ki jüride yeralan Nilhan Aras, ‘’Çay sevgisi ve kıtlama usulüyle bilinen Erzurum’un en eski çay evlerinden’’biri dediği Hacı Rüştü’nün üç kuşaktır açık olduğu, telefonu bile bulunmayan küçük bir çaycı olduğuna da yer verildi. Kendi adıma çok mutlu olduğum bir haberdi bu, çocukluk arkadaşlarım işletmecileri Kadir, İrfan Yaşar kardeşlerim adına da ayrıca sevindim.
‘Sarma’lı tebrik!
Erzurum’da basın mensuplarının gözdelerinden biri de Atatürk Üniversitesi Kurumsal İletişim Direktörü Besim Yıldırım’dır. Saygın kişiliğinin yanısıra sakinliği ve sempatikliğiyle de sadece basın mensuplarının değil, rektör hoca Prof.Dr.Ömer Çomaklı’nın da gözdelerindendir. Aynı zamanda İletişim Fakültesi’nde öğretim üyesi olan, Basın Ekonomisi ve İşletmeciliği Anabilim Dalı’nda görev yapan Yıldırım da nihayet profesör oldu, doçentliğe veda etti. Atatürk Üniversitesi’nin merkez binasındaki odası daha cüppesini giyer giymez, ataması onaylanır onaylanmaz insanlar ile dolup taşan Besim hoca, adettendir diyerek özellikle akademisyenlerin ‘tükan’ dedikleri kuru ve yaş yemişlerden olan ikramları ile gelen misafirlerini ağırladı. Ancak çiçeği burnundaki yeni profesör bu defa bir farkındalık ortaya koydu, tebrik için gelenlere evde özel olarak hazırlattığı sarmalardan da ikram etti. Gelenlerin geneli de hemşehrileri olduğu için kuru yemişlerden ziyade bu sarmalardan tattı, bir yerde yenge hanımın yaprak sarmaları Besim hocanın profesörlüğünün önüne geçti! Şaka bir yana, değerli hocamızı biz de PUSULA ailesi olarak profesörlüğünden ötürü tebrik ediyor, çalışmalarında hem kolaylıklar hem de daha nice başarılar diliyoruz.
TUTTUĞUM BABA SÖZLER : Kendi bahçesinde dal olamamış biri girmiş bahçeme ağaçlık taslıyor! (Özdemir Asaf)
DUVARIN DİLİ : Gölgene lafım yok. O da seni adam sanıyor, peşinden geliyor!
Dün öğlen saatlerinde köşe yazılarımı hazırlamak üzere gazetedeyim. Sevda Güneş İncesu ile gazetenin mutfağında oturmuş, çay içiyoruz. Her sabah eşi Cihat ile gazeteye gelirken yarınki gazetenin manşetini dert edindiğini bildiğimden olsa gerek, ‘yarın hava kirliliğini birinci sayfadan görelim’ önerisinde bulundum. Hem o gün en azından bir’e ne verelim diye bütün gün stres de yaşamamış olacak. ‘’Ne hava kirliliği? Yok öyle bir şey’’ der gibi baktı önce. Günlük olarak ölçümleri takip ettiğini söyledi ve hava kirliliği ile ilgili bir gündem olmadığı görüşünü savundu. Ben de ona akşamları erken çıktığını, misk gibi havaların olduğu Dadaşkent’e, evine gittiğini, şehir merkezini bilmediğini söyledim ona. Çünkü şehir merkezinde bizzat yaşayan benim ve o hava kirliliğini de bizzat soluduğumu anlattım ona. Yapılan ve kendisinin de an be an gözlemlediği ölçüm raporlarını da dikkate almadığımı ima ederekten.. Nihayetinde ben bizzat yaşadığıma göre şehir merkezinde kirliliğini olduğu konusunda ikna etmek zor olmadı Sevda’yı. Bana göre çok daha mühim bir hadise yoksa eğer hava kirliliği bir şekilde bir’e haber olarak verilmeliydi, öyle de oldu. İşin en tuhafı da sanki o kirli hava sadece banaymış gibi şehr-i mübarekemden kimseden bir ses çıkmıyor olması!
Maalesef 30 sene önce çalıştığım gazetelerde sıklıkla haberini yaptığım hava kirliliğine bir kere daha vurgu yapıyor olmam şaka gibi. 30 yıl sonra da aynı haberleri yapacaksın diye gaipten bir ses gelseydi, galiba ‘hadi ordan’ der geçerdim. Ama şaka değil, gerçek bu. Rabiana Mahallesinde oturan bir sakin olarak özellikle akşam saatlerinde kirlilik inanılmaz boyutlarda. Nefes almakta zorluk çekiyorum adeta. Bir çok insan bugünletrde maske takmayı bırakmış, bunu görüyoruz. Ama şehir merkezinde oturanların öyle bir lüksü yok. İlla ki o maske takılacak. Korona’dan ziyade, adını ben ‘Kirona’ koyduğum bu illetten! Sanıyorum şehir merkezinde ki eski evlerde halen daha kömür yakıt olarak kullanıldığından bu durum mevcut. Kömür de bayağı bir kalitesiz kömür olacak ki, gerçekten nefes almakta zorluk çekiyor insan. Artık nasıl bir çare bulunulur, ne önlem alınır bilmiyorum ama bu kirliliğe dikkat çeken haberimin üzerlerinde etki bırakması için onlara sadece akşam saatlerinde Yenikapı civarında bir beş dakika yürümelerini öneriyorum. Ne dediğimi daha iyi anlarlar diye düşünüyorum. Bu benim son kararımdır!
Erzurum Radyosu’nun mabedi!
Her TRT Erzurum İl Müdürlüğü binasına girdiğimde gelir Yahya Kemal’ın o meşhur, dillere pelesenk olan Sessiz Gemi şiiri. ‘Artık demir almak günü gelmişse zamandan. Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan’ diyor ya ünlü, büyük şair. Hep de ikinci kattaki sanatçı odası olarak bilinen o odayı görürken gelir aklıma. Öyle bir oda ki bu, 10 metre kareyi bulmaz ama yüzlerce gelmiş geçmiş TRT sanatçısının içerisine girmişliği, hatırasının olduğu bir oda bu. Şimdi Radyo yayın ekibinden Talip Akpunar’ın kaldığı bu oda, bana göre TRT’nin Erzurum’da ki et kutsal odası. Hele de çok sayıda ses ve saz sanatçısına ait repertuar notlarının hem de kendi el yazılarının olduğu notlar, defterler var ki, bırak açıp okumaya, kurcalamaya, dokunmaya bile insan çekiniyor. Çünkü çok hatıra yatıyor o odada ve adeta TRT Erzurum Radyosu’nun müzesi orası. Ne konuşmalar olmuştur o odada, ne kavgalar verilmiştir yeni derlemeler için. Bilmiyoruz bunu. Ama bildiğimiz bir şey var, Mükerrem Kemertaş, Raci Alkır, Muammer Özkavcılar, Zeki Kurnuş, Gündüz Gözümoğlu, Suat Işıklar, Remzi Dane, Fuat Lehimler, Hulusi Seven ve dahi adını sayamayacağım bu odanın müdavimleri, ölmemiş, basbayağı yaşıyorlar..
Sururi Akgün sizsiniz demek ki!
Sahada olmamıza rağmen zaman zaman Erzurum’un gündeminde olan isimler, insanlar, kurumlar, kuruluşlar olur ama herkes zanneder hepsini bilir, tanırız. Yok işte. Onca yıl sahada kalmış olmama rağmen girmediğim, bilmediğim kurum yok ama kişiler yok değil. Bu kişilerden biriydi Sururi Akgün. Çeşitli zamanlarda adı gündeme gelen bu işinsanı ile o kadar zaman geçti hiç yolum kesişmedi. Turizm ve inşaat gibi lokomotif sektörlerden tanınan Sururi Akgün ile tanışmam daha yeni oldu. Aynı yaşta olmamıza da ayrıca sevindim. Burnundan kıl aldırmayan bir tip olabilir diye düşünmüştüm ama öyle biri de değilmiş. Hatta hiç değilmiş. Adını çok duymuşluğuma rağmen bir türlü görmemişliğimin olduğu bu insanı ben öteden beri de gıyabında tanır ve severdim. Özellikle inşaat alanında çok farkındalık oluşturan bir isimdir Sururi Akgün. Yaptığı eserler herkesin malumu, onu anlatmaya, bir de buradan övmeye gerek yok. Dili varsa dilceği de olan biri. Tanıştığımda da işinde gücünde görüyorum onu. Öyle bir çokları gibi ağzı gözü de oynamıyor. İstikrar abidesi adam. Az adamlardan. Öne çıkayım, beni tanısınlar diyen bir tip hiç değil. Öyle olsa illa ki şimdiye kadar illa ki tanırdım. En çok da uslübuna, duruşuna bayıldım. ‘’Benim iki rol modelim var. Biri Atatürk, diğeri de dedemdir’’ dedi ki, sadece onu daha çok sevmekle kalmıyor, onunla aynı şehirde yaşadığım için mutlu oluyorum, şanslı olduğumu düşünüyorum..
Türkiye’nin en iyi 10 çaycısı arasında hem de ilk 3’e girdi..
Hacı Rüştü, tarihe not düştü!
Ne zaman bir Hasankale bahsi açılsa illa ki Hacı Rüştü ile ilgili bir cümle geçer. Hani o özel demlemesi ve suyu ile meşhur çaycıların piri Hacı Rüştü, sohbetin bir yerinde kesin geçer. Bugün Trabzonspor’da Abdullah Avcı’nın teknik heyetinde yeralan Erzurumspor’un eski futbolcularından Egemen Korkmaz’ın da bir ara su yolu ettiği Hacı Rüştü, sadece Erzurum’un değil, Türkiye’nin gündeminde. Hacı Rüştü’yü artık sadece burada biz değil, şu an sanıyorum Türkiye’nin hangi ilinde olursa olsun insanlar da konuşur oldu. Sebebi de uzman bir jürinin ilk 3’e alması. Evet. Türkiye’nin dört bir yanındaki en iyi çaycılar, Hürriyet Gazetesi’nin yazarları tarafından en iyi çaycılar arasına bizim Hacı Rüştü de girdi. Tanınmış yazarlardan ve gazetecilerden oluşan jüri, Pera Palas Otel ve boğaz manzaralı Tarihi Çınaraltı çay bahçesinden sonra üçüncü olarak Tarihi de diğerleri gibi eski olan Hacı Rüştü Çayevini en iyi çaycı olarak gösterdi. Kaldı ki jüride yeralan Nilhan Aras, ‘’Çay sevgisi ve kıtlama usulüyle bilinen Erzurum’un en eski çay evlerinden’’biri dediği Hacı Rüştü’nün üç kuşaktır açık olduğu, telefonu bile bulunmayan küçük bir çaycı olduğuna da yer verildi. Kendi adıma çok mutlu olduğum bir haberdi bu, çocukluk arkadaşlarım işletmecileri Kadir, İrfan Yaşar kardeşlerim adına da ayrıca sevindim.
‘Sarma’lı tebrik!
Erzurum’da basın mensuplarının gözdelerinden biri de Atatürk Üniversitesi Kurumsal İletişim Direktörü Besim Yıldırım’dır. Saygın kişiliğinin yanısıra sakinliği ve sempatikliğiyle de sadece basın mensuplarının değil, rektör hoca Prof.Dr.Ömer Çomaklı’nın da gözdelerindendir. Aynı zamanda İletişim Fakültesi’nde öğretim üyesi olan, Basın Ekonomisi ve İşletmeciliği Anabilim Dalı’nda görev yapan Yıldırım da nihayet profesör oldu, doçentliğe veda etti. Atatürk Üniversitesi’nin merkez binasındaki odası daha cüppesini giyer giymez, ataması onaylanır onaylanmaz insanlar ile dolup taşan Besim hoca, adettendir diyerek özellikle akademisyenlerin ‘tükan’ dedikleri kuru ve yaş yemişlerden olan ikramları ile gelen misafirlerini ağırladı. Ancak çiçeği burnundaki yeni profesör bu defa bir farkındalık ortaya koydu, tebrik için gelenlere evde özel olarak hazırlattığı sarmalardan da ikram etti. Gelenlerin geneli de hemşehrileri olduğu için kuru yemişlerden ziyade bu sarmalardan tattı, bir yerde yenge hanımın yaprak sarmaları Besim hocanın profesörlüğünün önüne geçti! Şaka bir yana, değerli hocamızı biz de PUSULA ailesi olarak profesörlüğünden ötürü tebrik ediyor, çalışmalarında hem kolaylıklar hem de daha nice başarılar diliyoruz.
TUTTUĞUM BABA SÖZLER : Kendi bahçesinde dal olamamış biri girmiş bahçeme ağaçlık taslıyor! (Özdemir Asaf)
DUVARIN DİLİ : Gölgene lafım yok. O da seni adam sanıyor, peşinden geliyor!