Müslümanlarda mimari neden gelişmiyor? Özellikle kent mimarisi.
Ekteki fotoğraflara iyice bakıldığında şehir kurmada ne kadar başarısız olduğumuz açıkça görülüyor.
Fotoğraflardan biri Mekke'ye ait. En güzel şehrimiz olması gereken Mekke’ye! Fotoğraf, kentin son mimari durumunu yansıtıyor. Beytullah, Allah’ın evi, üç yüz altmış beş gün Müslümanların koştuğu kent. Ne var ki Beytullah Mekke’nin her yanını Çin seddi gibi saran onlarca kat yükseklikteki binaların gölgesinde artık küçük bir noktaya dönüşmüş durumda.
Bir de alttaki fotoğrafa bakın; burası da İtalya’nın başkenti Roma şehri. Katolik dünyasının ruhani merkezi olan Vatikan. Açıklık alan Aziz Petrus Meydanı. Her yıl binlerce Katolik ibadet için bu meydanı dolduruyor. Adamlar meydanı merkez yapmış, şehirdeki diğer bina stoku, binaların irtifası dini alanı baskılamayacak tarzda planlanmış.
Avrupa kentleri nizam ve intizam yansıtıyor; Avrupa’da tarihi dokuya göz gibi bakılıyor. Tarihi eserlerin çevresi açık. Avrupa şehirlerine kuşbakışı bakıldığında caddelerin, sokakların, parkların, meydanların, resmi binaların ve konutların, bir tablo gibi, başarılı bir uyum ve güzellik sergiledikleri görülüyor.
Sıra bize gelince her kentimiz karmaşa sergiliyor. Bursa’ya, İstanbul’a bakın! Boğazın sırtlarını dolduran o korkunç gökdelenleri, İstanbul Avrupalıların olsaydı, hiç yaparlar mıydı? Bu, kenti imar etmek değil, kenti harap etmektir!
Ah Erzurum!
Son yıllarda Erzurum'da da yüksek binalar inşa edilmeye başlandı. Şehrin bina irtifası rastgele. Az çok bir düzen Dadaşkent’te görülebiliyor. Şükür, Dadaşkent’te beş katlı bir bina irtifası korunabildi. Gerçi son zamanlarda altı katı bulan binalar da gözükmeye başlamadı değil.
Erzurum bir deprem bölgesi. Beş altı katlı binalar Erzurum için uygun. Bu irtifa aynı zamanda bir tarih ve kültür şehri olan Erzurum’da tarihi dokuyu korumak için yeterli bir yükseklik. Ama kazın ayağı öyle değil, işin içine rant girince erken kalkan müteahhit meclislerden karar geçirip örneğin beş katlı yere on kat, sekiz katlı yere yirmi kat ruhsat alabiliyor.
Çifte Minareli Medrese, Ulu Cami, Kale ve Üç Kümbetler sit alanı. Bu eserlerin çevresi açılırken etrafı yüksek binalarla kuşatılıyor. Eskiden kaleden bakınca Çifte Minareli Medrese'nin o efsane minarelerinin arasından tabiat gözükürdü, Palandöken dağının heybetiyle bu tarihi doku birbiriyle gayet uyumlu idi. Şimdi Beytullah'ın başına gelen, Efe'nin deyişiyle, 'mülk-i İslam'ın derbendi' Erzurum şehrinin başına de gelmiş durumda. Şehrin dini kimliğini oluşturan eserler; yani kentin manevi ruhu, ticari binalara örtülüyor.
Örneğin: Gavurboğan'ın sol tarafında irtifa 8 kat, karşısında 18 kat! 18 katlının sağında ve solunda nerdeyse birbirine yapışık aynı yükseklikte bina inşaatları yükseliyor.
Çifte Minareli Medrese'nin arkasında dizilmeye başlamış binalar ve tarihi dokunun çevresinde yükselen diğer bina zinciri Erzurum’daki Beytullah’ın şubelerinin başına da geldiğini ve daha da geleceğini gösteriyor.
Şehrin imarıyla bu şekilde oynayan, müellifin koyduğu irtifalara uymayan, belediye başkanları, meclis üyeleri sorumlu değilse, kentteki bu mimari karmaşanın, daha açıkçası, kent talanının sorumlusu o zaman kim?
Bu manzaralar, şehir kurma kültürü olan bir milletin imar faaliyeti olamaz. Kabul ve itiraf etmeliyiz ki bu, yağma mimarisidir!
Ekteki fotoğraflara iyice bakıldığında şehir kurmada ne kadar başarısız olduğumuz açıkça görülüyor.
Fotoğraflardan biri Mekke'ye ait. En güzel şehrimiz olması gereken Mekke’ye! Fotoğraf, kentin son mimari durumunu yansıtıyor. Beytullah, Allah’ın evi, üç yüz altmış beş gün Müslümanların koştuğu kent. Ne var ki Beytullah Mekke’nin her yanını Çin seddi gibi saran onlarca kat yükseklikteki binaların gölgesinde artık küçük bir noktaya dönüşmüş durumda.
Bir de alttaki fotoğrafa bakın; burası da İtalya’nın başkenti Roma şehri. Katolik dünyasının ruhani merkezi olan Vatikan. Açıklık alan Aziz Petrus Meydanı. Her yıl binlerce Katolik ibadet için bu meydanı dolduruyor. Adamlar meydanı merkez yapmış, şehirdeki diğer bina stoku, binaların irtifası dini alanı baskılamayacak tarzda planlanmış.
Avrupa kentleri nizam ve intizam yansıtıyor; Avrupa’da tarihi dokuya göz gibi bakılıyor. Tarihi eserlerin çevresi açık. Avrupa şehirlerine kuşbakışı bakıldığında caddelerin, sokakların, parkların, meydanların, resmi binaların ve konutların, bir tablo gibi, başarılı bir uyum ve güzellik sergiledikleri görülüyor.
Sıra bize gelince her kentimiz karmaşa sergiliyor. Bursa’ya, İstanbul’a bakın! Boğazın sırtlarını dolduran o korkunç gökdelenleri, İstanbul Avrupalıların olsaydı, hiç yaparlar mıydı? Bu, kenti imar etmek değil, kenti harap etmektir!
Ah Erzurum!
Son yıllarda Erzurum'da da yüksek binalar inşa edilmeye başlandı. Şehrin bina irtifası rastgele. Az çok bir düzen Dadaşkent’te görülebiliyor. Şükür, Dadaşkent’te beş katlı bir bina irtifası korunabildi. Gerçi son zamanlarda altı katı bulan binalar da gözükmeye başlamadı değil.
Erzurum bir deprem bölgesi. Beş altı katlı binalar Erzurum için uygun. Bu irtifa aynı zamanda bir tarih ve kültür şehri olan Erzurum’da tarihi dokuyu korumak için yeterli bir yükseklik. Ama kazın ayağı öyle değil, işin içine rant girince erken kalkan müteahhit meclislerden karar geçirip örneğin beş katlı yere on kat, sekiz katlı yere yirmi kat ruhsat alabiliyor.
Çifte Minareli Medrese, Ulu Cami, Kale ve Üç Kümbetler sit alanı. Bu eserlerin çevresi açılırken etrafı yüksek binalarla kuşatılıyor. Eskiden kaleden bakınca Çifte Minareli Medrese'nin o efsane minarelerinin arasından tabiat gözükürdü, Palandöken dağının heybetiyle bu tarihi doku birbiriyle gayet uyumlu idi. Şimdi Beytullah'ın başına gelen, Efe'nin deyişiyle, 'mülk-i İslam'ın derbendi' Erzurum şehrinin başına de gelmiş durumda. Şehrin dini kimliğini oluşturan eserler; yani kentin manevi ruhu, ticari binalara örtülüyor.
Örneğin: Gavurboğan'ın sol tarafında irtifa 8 kat, karşısında 18 kat! 18 katlının sağında ve solunda nerdeyse birbirine yapışık aynı yükseklikte bina inşaatları yükseliyor.
Çifte Minareli Medrese'nin arkasında dizilmeye başlamış binalar ve tarihi dokunun çevresinde yükselen diğer bina zinciri Erzurum’daki Beytullah’ın şubelerinin başına da geldiğini ve daha da geleceğini gösteriyor.
Şehrin imarıyla bu şekilde oynayan, müellifin koyduğu irtifalara uymayan, belediye başkanları, meclis üyeleri sorumlu değilse, kentteki bu mimari karmaşanın, daha açıkçası, kent talanının sorumlusu o zaman kim?
Bu manzaralar, şehir kurma kültürü olan bir milletin imar faaliyeti olamaz. Kabul ve itiraf etmeliyiz ki bu, yağma mimarisidir!