Gün ağarmış, şehir yorgunluğunu henüz atmamıştı. İnsanların koşuşturması, araçlardan yankılanan korna sesi, tek tük etrafta kendi başına bırakılmış sokak köpeklerinin havlaması adeta birbirleriyle yarışıyordu, Bu karmaşada bense arabanın içinde hafifçe açtığım camdan dışarıyı seyrediyordum. Ön koltukta şoför tarafında babam, hemen yanında annem, arka koltukta ise ben ve kardeşim vardı. Arabada alışveriş merkezinden aldıklarımızın hesabını yapıyorlardı. Hayat pahalığından, maaşlardan, tutumlu olmaktan, sahip olduğumuz imkânlardan söz ediliyor kısa süren yolculuğa birçok konuyu sığdırmaya çalışıyorlardı. Yan koltuktaki kardeşime baktım, ne yapıyor diye. Kendi halinde yeni aldığı ayakkabılarına ve takılarına bakıyordu. Ne beni duyacak ne de benim ne düşündüğümü anlayacak durumda değildi. Bense bir an duraksamış, gördüğüm bir manzara karşısında ne düşüneceğimi bilememiştim. Hâlbuki yıllardır en azından kendimi bildim bileli buradan, bu cadde üzerinden defalarca geçmiştim. Hatta babamla birçok kere bu caddeyi yürüyerek geçmiş, Atatürk Evini bile ziyaret etmiştik. Hiç dikkat etmediğim bir şey bu sefer benim ilgimi çekmişti. Bu sefer durum neden farklıydı? Âmâ buna neden olan şey neydi, işte ona anlam veremiyordum! Nihayetinde gördüğüm şey bir heykelden ibaret değil miydi? Günde önünden binlerce kişinin geçtiği bu manzara bir anıtla ilgiliydi. Onunla sadece 3-5 saniye göz göze gelmiştik. İşi özü aslında hepsi bu kadardı!
Evet, bir anıtın önünden geçmiştik. Ne var ki bunda? Hemen irkildim, kendime geldim. Ön koltukta aracı sürmek ve annemle konuşmakla meşgul olan babama anıtı sordum. Baban sağ olsun böyle tarihi sorularda kendini alamaz, hemen dökülürdü. Tam aradığı ortamı babama ellerimle sunmuştum. Babam anıtla ilgili bildiklerini bir bir anlatmaya başladı ki benim etkilenmemin boş olmadığını o an anlamıştım. Anıt, şehit öğretmenler anıtıymış. Yıllar öncesi öğretmenevi yapılırken tam caddenin orta yerine konulmuş. Öyle sıradan bir anıt değilmiş! Anıtta iki öğretmen, 3 öğrenci anlatılmaya sanatsal olarak çalışılmış, öğretmenlerden biri önde diğeri arkada, öğrenciler ise onların arasında ele alınmıştı. Fedakâr iki öğretmenin yavrularım dediği öğrencilerini savunduğu bir anıt olmuştu. Kadın öğretmen çocukları kanatları altına alan bir kuş gibi, erkek öğretmen ise sıkılan kurşuna karşı bir set gibi durmuştur. Ne kadar anlamlı, bir o kadar da gerçek bir kompozisyon değil mi?
Öğretmen, peygamberlik mesleğini icra eden o yüksek kişilik. Gerçek hayatta da öyle değil midir? Gönül dünyasına binlerce kişiyi sığdıran, öğrencileriyle mutlu olan, onlarla üzülen, onlarla sevinen onlar değil midir? Elbette dünyanın en fedakâr insanlarından biridir öğretmen. Onun bu fedakârlığının ne karşılığı vardır ne de kelimelerle ifade edilişi…
İşte benim o akşam dikkatimi çeken şehit öğretmenler anıtı olmuş, evde herkesin geçmiş dönemlerde yaşadığı öğretmenleriyle ilgili anısını anlatma sürecine vesile olmuştum, anıtı oraya yapanlara minnettarım. Şehit Aybüke öğretmenimizi, şehit Necmettin öğretmenimize daha nice kahramanlarımızı o anıtla özdeşleştirdim. Onlarda çocuklarım, sınıfım, öğrencileri deyip, genç yaşta bu dünyadan ayrılmışlardır! Onların verdiği mücadele bizler için geleceğe yansıttığımız ışıklardır.
Ve o gün, gün batarken ben çok mutluydum çünkü ay sonunda 24 Kasım Öğretmenler Günü vardı ve üzerimde emeği olan birçok öğretmenimi görebilecektim.
Evet, bir anıtın önünden geçmiştik. Ne var ki bunda? Hemen irkildim, kendime geldim. Ön koltukta aracı sürmek ve annemle konuşmakla meşgul olan babama anıtı sordum. Baban sağ olsun böyle tarihi sorularda kendini alamaz, hemen dökülürdü. Tam aradığı ortamı babama ellerimle sunmuştum. Babam anıtla ilgili bildiklerini bir bir anlatmaya başladı ki benim etkilenmemin boş olmadığını o an anlamıştım. Anıt, şehit öğretmenler anıtıymış. Yıllar öncesi öğretmenevi yapılırken tam caddenin orta yerine konulmuş. Öyle sıradan bir anıt değilmiş! Anıtta iki öğretmen, 3 öğrenci anlatılmaya sanatsal olarak çalışılmış, öğretmenlerden biri önde diğeri arkada, öğrenciler ise onların arasında ele alınmıştı. Fedakâr iki öğretmenin yavrularım dediği öğrencilerini savunduğu bir anıt olmuştu. Kadın öğretmen çocukları kanatları altına alan bir kuş gibi, erkek öğretmen ise sıkılan kurşuna karşı bir set gibi durmuştur. Ne kadar anlamlı, bir o kadar da gerçek bir kompozisyon değil mi?
Öğretmen, peygamberlik mesleğini icra eden o yüksek kişilik. Gerçek hayatta da öyle değil midir? Gönül dünyasına binlerce kişiyi sığdıran, öğrencileriyle mutlu olan, onlarla üzülen, onlarla sevinen onlar değil midir? Elbette dünyanın en fedakâr insanlarından biridir öğretmen. Onun bu fedakârlığının ne karşılığı vardır ne de kelimelerle ifade edilişi…
İşte benim o akşam dikkatimi çeken şehit öğretmenler anıtı olmuş, evde herkesin geçmiş dönemlerde yaşadığı öğretmenleriyle ilgili anısını anlatma sürecine vesile olmuştum, anıtı oraya yapanlara minnettarım. Şehit Aybüke öğretmenimizi, şehit Necmettin öğretmenimize daha nice kahramanlarımızı o anıtla özdeşleştirdim. Onlarda çocuklarım, sınıfım, öğrencileri deyip, genç yaşta bu dünyadan ayrılmışlardır! Onların verdiği mücadele bizler için geleceğe yansıttığımız ışıklardır.
Ve o gün, gün batarken ben çok mutluydum çünkü ay sonunda 24 Kasım Öğretmenler Günü vardı ve üzerimde emeği olan birçok öğretmenimi görebilecektim.