Aklım senin peşine düştü düşeli benimle bütün ilişkisini kesti. Senden başka hiçbir şeyle ilgilenmiyor. Acıkıyorum anlamıyorum. Yoruluyorum dinlenmeye aklım yetmiyor. Çalışıyorum bir türlü olmuyor. Anlayacağın aklım senin hizmetine girdi gireli bende kiracı. Artık aklıma senden başka bir şey de takılmıyor. Elini nasıl tutacağımı düşünüyorum uzun uzadıya. Güneş tepemizde bizi yakarken, rüzgâr çıkarsa üşürsün diye telaşa kapılıyorum. Hayattan tek kişilik hiçbir beklentim kalmadı. İyi mi kötü mü bilmiyorum ama bana iyi geldiği kesin.
Aklım senin peşine düştü düşeli, yakın arkadaşlarımla birlikte olmaktan vazgeçtim. Nasıl buluşabilirim ki zaten, seninle ilgili olmayan hiçbir şeyi dinlemeye tahammülü yok aklımın. Sabahtan akşama kadar gözlerinin mavisinden, parmaklarının incecik zarafetine; her şeyini aklımda ölçüp biçiyorum aralıksız. Sonra uzun uzun listeler yapıyorum; sevdiğin çikolatalı pastaları, gitmeyi isteyebileceğin filmleri, dinlemekten hoşlanacağın şarkıları alt alta yazıp duruyorum. Tüm bunları yaparken telaşa kapılıyorum birden, şimdi gelir de, senden habersiz işler çevirdiğimi düşünürsün diye, hepsini param parça edip atıyorum.
Kocaman yüreğin aklımı işgal edeli beri, en çok özgürlük nutukları atanlara kızıyorum. Bilmiyorlar ki sana esir düşmenin nasıl doyumsuz bir şey olduğunu. Bilmelerini de istemem doğrusu. Onlar özgürlük masallarıyla avuta dursunlar yalnızlıklarını, ben seni yaşamanın tadını çıkarayım.
Sadece zamanla ilgili sıkıntılarım var, seninle birlikte olduğum bir saatle, gelmeni beklediğim bir saat arasında kesinlikle bir benzerlik yok. Güya akreple yelkovan bütün günü aynı hızla yürüyerek tüketirlermiş. Külliyen yalan!
Bak yine lafa dalıp, gelişinle ilgili hazırlıkları unuttum gitti. Ah benim benden habersiz aklım, bir emir ver de ayaklarıma gidip bir gül alayım cananıma.
Sen ya da Ölüm
Dünyadaki ateşler içerisinde en kavurucu olanı ayrılık ateşidir. Kavuşamamak öyle bir acıdır ki, aşkı geçer. Vuslatla birlikte sizi bu denli yakan şeyin sevgilinin kendisi olmadığını anlarsınız. Ferhat anlamış, Mecnun kavuşamama ateşinde pişerek gerçek aşkın bu dünyada olmadığını keşfetmiş.
Victor Hugo’yu okumaktan hoşlanır mısınız bilmiyorum. Ancak içinizi kemiren bir kavuşamama durumu varsa, Hugo’nun ‘Sevgiliye Mektuplar’ını mutlaka okumanızı tavsiye ederim. Bu deneyim size, önce ayrılığın nasıl yakıcı bir ateş olduğunu gösterecek, sonra siz Victor Hugo’nun hayatına baktığınızda, vuslatın anlaşılamaz etkisiyle tanışacaksınız. Kavuşmak ve hayatınızı yakan ateşin sönmesi!
Hugo, sonradan karısı olan nişanlısı Adele’e yazdığı mektuplarda, onunla birlikte olmakla yaşamak arasında fark olmadığını müthiş cümlelerle anlatıyor.
“…Kaderimi belirleyen şeyler iyice basit; sadece iki boyutu var onun: sen ya da ölüm… Ben senin esirinim.”
Sonra Hugo, bir yığın badireden geçerek evleniyor Adele’le ve onu aldatıyor.
Bütün bunlar benim kafamı çok karıştırıyor, acaba diyorum; bir araya gelince kaçacak delik aradığımıza göre; aşk, kavuşulamayınca mı aşk olarak kalıyor?
Aklım senin peşine düştü düşeli, yakın arkadaşlarımla birlikte olmaktan vazgeçtim. Nasıl buluşabilirim ki zaten, seninle ilgili olmayan hiçbir şeyi dinlemeye tahammülü yok aklımın. Sabahtan akşama kadar gözlerinin mavisinden, parmaklarının incecik zarafetine; her şeyini aklımda ölçüp biçiyorum aralıksız. Sonra uzun uzun listeler yapıyorum; sevdiğin çikolatalı pastaları, gitmeyi isteyebileceğin filmleri, dinlemekten hoşlanacağın şarkıları alt alta yazıp duruyorum. Tüm bunları yaparken telaşa kapılıyorum birden, şimdi gelir de, senden habersiz işler çevirdiğimi düşünürsün diye, hepsini param parça edip atıyorum.
Kocaman yüreğin aklımı işgal edeli beri, en çok özgürlük nutukları atanlara kızıyorum. Bilmiyorlar ki sana esir düşmenin nasıl doyumsuz bir şey olduğunu. Bilmelerini de istemem doğrusu. Onlar özgürlük masallarıyla avuta dursunlar yalnızlıklarını, ben seni yaşamanın tadını çıkarayım.
Sadece zamanla ilgili sıkıntılarım var, seninle birlikte olduğum bir saatle, gelmeni beklediğim bir saat arasında kesinlikle bir benzerlik yok. Güya akreple yelkovan bütün günü aynı hızla yürüyerek tüketirlermiş. Külliyen yalan!
Bak yine lafa dalıp, gelişinle ilgili hazırlıkları unuttum gitti. Ah benim benden habersiz aklım, bir emir ver de ayaklarıma gidip bir gül alayım cananıma.
Sen ya da Ölüm
Dünyadaki ateşler içerisinde en kavurucu olanı ayrılık ateşidir. Kavuşamamak öyle bir acıdır ki, aşkı geçer. Vuslatla birlikte sizi bu denli yakan şeyin sevgilinin kendisi olmadığını anlarsınız. Ferhat anlamış, Mecnun kavuşamama ateşinde pişerek gerçek aşkın bu dünyada olmadığını keşfetmiş.
Victor Hugo’yu okumaktan hoşlanır mısınız bilmiyorum. Ancak içinizi kemiren bir kavuşamama durumu varsa, Hugo’nun ‘Sevgiliye Mektuplar’ını mutlaka okumanızı tavsiye ederim. Bu deneyim size, önce ayrılığın nasıl yakıcı bir ateş olduğunu gösterecek, sonra siz Victor Hugo’nun hayatına baktığınızda, vuslatın anlaşılamaz etkisiyle tanışacaksınız. Kavuşmak ve hayatınızı yakan ateşin sönmesi!
Hugo, sonradan karısı olan nişanlısı Adele’e yazdığı mektuplarda, onunla birlikte olmakla yaşamak arasında fark olmadığını müthiş cümlelerle anlatıyor.
“…Kaderimi belirleyen şeyler iyice basit; sadece iki boyutu var onun: sen ya da ölüm… Ben senin esirinim.”
Sonra Hugo, bir yığın badireden geçerek evleniyor Adele’le ve onu aldatıyor.
Bütün bunlar benim kafamı çok karıştırıyor, acaba diyorum; bir araya gelince kaçacak delik aradığımıza göre; aşk, kavuşulamayınca mı aşk olarak kalıyor?