İyi bir dinleyici olmak; kendi söyleyeceklerimizi karşı taraftan dinlediklerimizden çok daha değerli bulduğumuz, narsist tarafımızın altında ezilmeye başladığımız anlarda bile U dönüşü yapabilmek; kendimizi öteleyebilmek…
Dinleyebilmek karşımızdakini, baştan sona…
En derin disiplin soruşturmalarından tutun da karlı dağlara bakan bir sınıfta, ufacık bir kız çocuğunun yaptığı derme çatma ama içi sevgi ve emek dolu kompozisyon sunumuna ve öğretmenin bu sunuma sesszice verdiği o müthiş ‘Seni anlıyorum’ yankısına kadar…
Bu yolla ‘dinlemeyi hakikaten bilen insanlardan kurulu bir takım, sonra bir toplum’ yaratmak…
Bu değerlidir…
Zordur ama çok değerlidir!
Ve her şeye rağmen biraz romantik olmak, arada katı gerçeğin ve rekabetin kıskacından kurtulup ütopyaya kaçmak ve yine arada bir mizaha sığınmak; hayata gülümseyerek bakabilmek; sempatik görünmek için öylesine maske takarak değil, gerçekten öyle olduğumuz için insanları yürek dolusu sevebilmek, sevgiyle bakabilmek gergin yüzlere…
Ve bir yolunu bulup o gergin yüzlerde gülümseme doğurabilmek…
Sevgiye bulanmayan hiçbir şey, tam manasıyla iyi olamıyor çünkü…
Bir tarafı eksik kalıyor sevgiye uğramayan, sevgiye değmeyen şeylerin…
Ve sizin de şu anda farkına vardığınız gibi, ben aslında eğitim liderlerinin arada bir takım arkadaşlarına sunacağı bir çeşit terapiden söz ediyorum.
Bunların önemsiz olduğunu düşünen kimselerin, eğitim kurumlarını yönetmek gibi bir talihsizliğe düşmemelerini öneririm.
Daha doğrusu geleceği düşünerek üzerine titrediğimiz öğrencilerimiz ve sorunları aşma doğrultusunda biricik güvencemiz öğretmenlerimiz, öyle bir talihsizliği hak etmiyorlar.
..
Bütün bunlar (nazik olmak, sakin olmak, iyi bir dinleyici olmak ve her şeye rağmen romantizmi ve mizahı elden bırakmamak), öğretmenler ve eğitim liderleri için ancak ‘biliyor olmak’ ile birlikte, köklü bir ‘bilgi kuramı teorisine yaslanması koşuluyla’, tüm bileşenlerin güçlü bir kolaj oluşturması koşuluyla işe yarıyor.
Peki, ‘neyi biliyor olmaktan’ söz ediyoruz?
Çok ciddi bir kültürel evrimin içeriği bunlar…
Bu bilgileri edinmek de geliştirmek de çok çaba ve özveri gerektiriyor!
Ama azmedip bu ‘üç bilgiyi’ edinebilen, içselleştirebilen ve sonrasında da onları hayran olunası ‘dört tavırla’ birleştirebilen eğitimciler, nerede ve hangi düzeyde sorumluluk üstlenmiş olurlarsa olsunlar, ‘benzersizdirler’!
Kendilerini her seferinde kolayca aşarlar onlar.
Kurumlar, öyleleri sayesinde yücelir.
Öğrencilerin hayatları, öyleleri sayesinde değişir.
Öğretmenlerinki de tabii…
İşte öylelerini düşünüp bugün bir kez daha -ve sesimin Müzeyyen Senar’ın muhteşem sesine bin ışık yılı kadar uzak oluşuna aldırmadan- söylüyorum aynı şarkıyı:
‘Benzemez kimse sana,
Tavrına hayran olayım…’
Dinleyebilmek karşımızdakini, baştan sona…
En derin disiplin soruşturmalarından tutun da karlı dağlara bakan bir sınıfta, ufacık bir kız çocuğunun yaptığı derme çatma ama içi sevgi ve emek dolu kompozisyon sunumuna ve öğretmenin bu sunuma sesszice verdiği o müthiş ‘Seni anlıyorum’ yankısına kadar…
Bu yolla ‘dinlemeyi hakikaten bilen insanlardan kurulu bir takım, sonra bir toplum’ yaratmak…
Bu değerlidir…
Zordur ama çok değerlidir!
Ve her şeye rağmen biraz romantik olmak, arada katı gerçeğin ve rekabetin kıskacından kurtulup ütopyaya kaçmak ve yine arada bir mizaha sığınmak; hayata gülümseyerek bakabilmek; sempatik görünmek için öylesine maske takarak değil, gerçekten öyle olduğumuz için insanları yürek dolusu sevebilmek, sevgiyle bakabilmek gergin yüzlere…
Ve bir yolunu bulup o gergin yüzlerde gülümseme doğurabilmek…
Sevgiye bulanmayan hiçbir şey, tam manasıyla iyi olamıyor çünkü…
Bir tarafı eksik kalıyor sevgiye uğramayan, sevgiye değmeyen şeylerin…
Ve sizin de şu anda farkına vardığınız gibi, ben aslında eğitim liderlerinin arada bir takım arkadaşlarına sunacağı bir çeşit terapiden söz ediyorum.
Bunların önemsiz olduğunu düşünen kimselerin, eğitim kurumlarını yönetmek gibi bir talihsizliğe düşmemelerini öneririm.
Daha doğrusu geleceği düşünerek üzerine titrediğimiz öğrencilerimiz ve sorunları aşma doğrultusunda biricik güvencemiz öğretmenlerimiz, öyle bir talihsizliği hak etmiyorlar.
..
Bütün bunlar (nazik olmak, sakin olmak, iyi bir dinleyici olmak ve her şeye rağmen romantizmi ve mizahı elden bırakmamak), öğretmenler ve eğitim liderleri için ancak ‘biliyor olmak’ ile birlikte, köklü bir ‘bilgi kuramı teorisine yaslanması koşuluyla’, tüm bileşenlerin güçlü bir kolaj oluşturması koşuluyla işe yarıyor.
Peki, ‘neyi biliyor olmaktan’ söz ediyoruz?
- Kendi bilim alanıyla ilgili teorileri çok iyi biliyor olmak…
- Öğretmenliğin ve yönetim biliminin teknik ve yöntemsel inceliklerini üst düzeyde biliyor olmak…
- Evrensel bakışa sahip olmak, dünya ve ülke gündeminden haberdar olmak, genel kültür alanında dünyalı oluşa yetecek bir koleksiyona sahip olmak ve onu paylaşabilmeyi becermek…
Çok ciddi bir kültürel evrimin içeriği bunlar…
Bu bilgileri edinmek de geliştirmek de çok çaba ve özveri gerektiriyor!
Ama azmedip bu ‘üç bilgiyi’ edinebilen, içselleştirebilen ve sonrasında da onları hayran olunası ‘dört tavırla’ birleştirebilen eğitimciler, nerede ve hangi düzeyde sorumluluk üstlenmiş olurlarsa olsunlar, ‘benzersizdirler’!
Kendilerini her seferinde kolayca aşarlar onlar.
Kurumlar, öyleleri sayesinde yücelir.
Öğrencilerin hayatları, öyleleri sayesinde değişir.
Öğretmenlerinki de tabii…
İşte öylelerini düşünüp bugün bir kez daha -ve sesimin Müzeyyen Senar’ın muhteşem sesine bin ışık yılı kadar uzak oluşuna aldırmadan- söylüyorum aynı şarkıyı:
‘Benzemez kimse sana,
Tavrına hayran olayım…’