Tahsîl-i kemâlât kem âlât ile olmaz
lâedrî
(İlim irfan öğrenme, olgunlaşma, yanlış araçlarla, -usullerle- olmaz.)
Osmanlı zamanında eğitim almak için Erzurum’a Tebrizli bir öğrenci gelir. Eğitimine devam eden genç, bir zaman sonra ailesinden bir mektup alır. İlk ayrılığın vermiş olduğu acı ile öğrenci, ailesinden gelen mektubu özlemle eline alıp tam açacakken, şimdi mektupta “annen ölmüştür”, “baban ölmüştür”, “evimiz yanmıştır” gibi haberler vardır, ben bunu okuyunca moralim bozulur ilim yapmaktan geri kalırım, diye düşünmeye başlar ve mektubu okumadan bir küpün içine atar. Bir zaman sonra öğrenciye bir mektup daha gelir, öğrenci her ne kadar sıla arzusu ile yanıp tutuşuyor olsa bile yine de metanetini koruyarak mektubu açmaz ve yine aynı küpün içine atar. Zamanla mektupların sayısı artsa da öğrenci mektupları küpe atmaya devam eder.
Öğrenci, ilmini tamamladıktan sonra artık mektupları okumanın zamanının geldiğine karar verir. Mektupları çıkarıp teker teker okumaya başlar.
Mektupların birinde annesinin, birinde babasının öldüğü, birisinde evlerinin yandığı gibi birçok felaket haberlerinin yazılı olduğunu görür, bu durum karşısında hem ağlar hem de Allah’ım sana şükürler olsun eğer ben zamanında o mektupları açıp okumuş olsaydım, bu hıfzımı yapamaz, eğitimimi tamamlayamazdım, diye söylenmeye başlar.
Eğitimi istemenin ve bunu başarmanın elbette birçok bedeli de olacaktır.
Ord. Prof. Dr. Ahmet Süheyl Ünver, çalışma yaptığı kütüphanede görevliler tarafından “Hocam çay içer misiniz?” sorusuna maruz kaldığı zaman:
- Evladım, çay mayidir (sıvıdır). İçince idrar yapar, idrar icbar (zorlama) yapar, böyle mücbir şartlar altında ilim yapılmaz, diye cevap verirmiş.
Eğitim yapmak sürekliliği ve yoğunlaşmayı gerekli kılar. Toplumumuzda ekonomik refah arttıkça öğrenmeye etki eden ortamlar da değişkenlik göstermektedir. Modern teknikler ve teknolojik unsurlar eğitim sistemine dahil olmasına rağmen öğrenciler konuya odaklanmada ciddi sorunlar yaşamaktadırlar. Eskiden bilgiye ulaşmada zorluk çekilirken, şimdi bilginin varlığı başlı başına bir soruna dönüşmekte, binlerce bilgi olmasına rağmen bireylerin bilgiyi elde etme adına harcadıkları zaman ayrı bir probleme dönüşmektedir.
Televizyon, telefon, bilgisayar, sosyal medya gibi unsurlar kişilerin günlük hayatta zamanlarının yok olmasına neden olmaktadır. Öğrenciler yarım saatlik ders çalışma sürecinde bile birkaç kez ara ile sosyal medyaya, internete girmekte, zihinlerini derse yoğunlaştırmada zorluk çekmekte, bir konu üzerine odaklanama sorunu yaşamaktadırlar.
Eskiden terbiyeli, başkasının namusuna bakmaktan korkan gençler için “başı hep yerde” tanımlaması yapılır bu kişilerden saygı ile bahsedilirdi. Şimdi ise Batıda, gençler için “Head Down” (başı aşağıda) tanımı yapılmaktadır. Bu gençler yolda bile telefonları ile uğraşmakta, sağa sola çarparak yürümektedirler. Bu şartlar altında bir kişinin cadde ortasında tanıdık birisi ile karşılaşma ihtimali gittikçe yok olmaktadır.
Elinde fener ile dolaşan âmâ (görme engelli) filozofa, sen görmediğin hâlde neden fener taşıyorsun diye sorduklarında, feneri karşıyı görmek için değil, karşıdaki insanlar beni görsün, bana çarpmasın, diye taşıyorum demiş.
O Filozof günümüzde yaşamış ve fenerle dolaşmaya devam ediyor olsaydı, muhtemelen yine de sokakta elinde telefonu olan birileri kendisine çarpmaya devam edecekti.