Âlemler yokken, daha zaman ve mekân yaratılmamışken, sadece gani ve yüce Allah vardı.
O, yaratmayı diledi ve ‘ol’ emrini verdi ve böylece eşsiz varlıklar ortaya çıktı.
Şahidi olduğumuz varlıklar, Ona bir şey ilave etmedi, Ondan bir şey eksiltmedi.
Görüyoruz ki, gelen gidiyor!.. Kasas 88’de var oluşun sonucunu Allah, şöyle açıkladı:
“Her şey yok olur, sonra da ancak kendisi ebedi kalır.”
İlk yaratılan nedir? İslamî yorumlar şunda ittifak etmişlerdir:
“Rabbimizin ilk yarattığı varlık, akıldır.”
Rabbimiz, yüce varlığını bilme özelliğini ilk akla verdi. Rabbini bilen akıl, Allah’ın ilk kulu oldu.
İkinci olarak nefis yaratıldı. Bir vücut gibi düşünülerse, ilk yaratılan akıl, ikinci sırada yaratılan nefse baş oldu.
Akıl ve nefs ayağa kalkınca ruhani (melek, cin) ve cismani varlıklar gözükmeye başladı.
Arş ve Levh ortaya çıktı; galaksiler, yıldızlarla dopdolu samanyolları ve gezegenler dünya ile güneş zuhur etti; bunlara felek denildi; göklerin ve yerlerin coşku içinde devran ettiği felekte her varlık, Onun dilediği şekilde bir vücut kazandı ve belirlenmiş bir işe koyuldu.
“Allah’ın emirlerine itirazsız uyan melekler” (Tahrim 6) ve “İş çeviren melekler” (Naziat 6) zuhur etti.
Hayatın evi olan dünya şekillendi; toprak, hava, su, ateş nimeti biçimlendi, varlıkları bunların varlığına bağlanan bitki, hayvan ve insan dünyadaki yerini aldı.
Varoluş heyecanı bugün de ilk günkü gibidir; yer-gök; akıl, zat, cisim ve can, hep taptazedir, tertemizdir, coşku doludur.
İnsan nesli artınca kavimler teşekkül etti.
Allah kavimlere peygamberler tayin etti; peygamberlere ümmetler verildi.
Böylece iman, amel ve iyilik bilindi; inkâr ortaya çıktı.
‘Damlanın denizi, zerrenin güneşi anlayıp bilmesi mümkün müdür?’
Her şey Onun; aklı bunu anlamış olan en büyük bir bilgiye ulaşmış demektir.
Çünkü Onu bilmek, kendisine az bir bilgi verilen insanın hakkı da haddi de değildir.
Rabbimizin eğittiği Hz. Muhammed (sav) bu gerçeği şöyle dile getirdi:
“Mâ arefnâke hakka ma’rifeteke vema abednake hakka /Seni hakkıyla bilemedik, sana hakkıyla ibadet edemedik.”
Allah’ı ancak hakkıyla yine kendi bilir.
Bize düşen aczimizi bilip emredilenleri yapmaktır.
(Bu yazı Âşık Paşa’nın Garib-nâme) adlı eserinden istifade edilerek yazılmıştır.)
O, yaratmayı diledi ve ‘ol’ emrini verdi ve böylece eşsiz varlıklar ortaya çıktı.
Şahidi olduğumuz varlıklar, Ona bir şey ilave etmedi, Ondan bir şey eksiltmedi.
Görüyoruz ki, gelen gidiyor!.. Kasas 88’de var oluşun sonucunu Allah, şöyle açıkladı:
“Her şey yok olur, sonra da ancak kendisi ebedi kalır.”
İlk yaratılan nedir? İslamî yorumlar şunda ittifak etmişlerdir:
“Rabbimizin ilk yarattığı varlık, akıldır.”
Rabbimiz, yüce varlığını bilme özelliğini ilk akla verdi. Rabbini bilen akıl, Allah’ın ilk kulu oldu.
İkinci olarak nefis yaratıldı. Bir vücut gibi düşünülerse, ilk yaratılan akıl, ikinci sırada yaratılan nefse baş oldu.
Akıl ve nefs ayağa kalkınca ruhani (melek, cin) ve cismani varlıklar gözükmeye başladı.
Arş ve Levh ortaya çıktı; galaksiler, yıldızlarla dopdolu samanyolları ve gezegenler dünya ile güneş zuhur etti; bunlara felek denildi; göklerin ve yerlerin coşku içinde devran ettiği felekte her varlık, Onun dilediği şekilde bir vücut kazandı ve belirlenmiş bir işe koyuldu.
“Allah’ın emirlerine itirazsız uyan melekler” (Tahrim 6) ve “İş çeviren melekler” (Naziat 6) zuhur etti.
Hayatın evi olan dünya şekillendi; toprak, hava, su, ateş nimeti biçimlendi, varlıkları bunların varlığına bağlanan bitki, hayvan ve insan dünyadaki yerini aldı.
Varoluş heyecanı bugün de ilk günkü gibidir; yer-gök; akıl, zat, cisim ve can, hep taptazedir, tertemizdir, coşku doludur.
İnsan nesli artınca kavimler teşekkül etti.
Allah kavimlere peygamberler tayin etti; peygamberlere ümmetler verildi.
Böylece iman, amel ve iyilik bilindi; inkâr ortaya çıktı.
‘Damlanın denizi, zerrenin güneşi anlayıp bilmesi mümkün müdür?’
Her şey Onun; aklı bunu anlamış olan en büyük bir bilgiye ulaşmış demektir.
Çünkü Onu bilmek, kendisine az bir bilgi verilen insanın hakkı da haddi de değildir.
Rabbimizin eğittiği Hz. Muhammed (sav) bu gerçeği şöyle dile getirdi:
“Mâ arefnâke hakka ma’rifeteke vema abednake hakka /Seni hakkıyla bilemedik, sana hakkıyla ibadet edemedik.”
Allah’ı ancak hakkıyla yine kendi bilir.
Bize düşen aczimizi bilip emredilenleri yapmaktır.
(Bu yazı Âşık Paşa’nın Garib-nâme) adlı eserinden istifade edilerek yazılmıştır.)