Türklerin Ermeniler ile ilişkileri aşağı yukarı 1000 yıllık bir geçmişe sahiptir. Aslında üzerinde durulması gereken noktalardan biri de bin yıllık süreçte Türkler ile Ermenilerin ilişkilerinin araştırılmasıdır. Milleti Sadıka’da denilen Ermeniler, 1000 yıllık Türk egemenliğinde nasıl yaşadılar. İnançları, dilleri ve kültürlerini nasıl koruyabildiler. Böylesine sorunsuz bir ilişki 19. Yy’da nasıl sorunlar yumağına dönebildi.
Ermeni meselesinin en can alıcı noktasını Osmanlı Devleti’nin ekonomik ve yenilik bakımından Batıdan fersah fersah gerilemesi dönemiyle de ilişkilidir. Osmanlı’yı tasfiye için Batı her metodu kullanıyordu, gelişmeleri Osmanlı Devleti maalesef anlayıp karşı koyabilmekten uzaktı. Yrd. Doç. Dr. İlknur Haydaroğlu meseleyi temelinden ele alan bir çalışma yapmış.
Diyor ki; “Osmanlı İmparatorluğu topraklarında açılan yabancı okullar, tarihi bir sorun ve gelişme olup, eğitim faaliyeti arkasında gizlenen siyasi etkinlikler ocağıdır. “Okul kavramının çağrıştırdığı eğitim olgusu, ölçme-değerlendirme, başarı oranı, öğrenci kabulü gibi doğrudan eğitimle ilgili noktalar üzerinde değil yabancı eğitiminin ve kurumlarının tarihi süreç içerisindeki eğitim dışı faaliyetleri ile eğitimle birlikte topluma ve düzene yaptıkları etkiler konusunda yoğunlaşmak gerekir. Bunun için de önce yabancı okul kavramına açıklık getirmek yerinde olur.
“Yabancı Okul” denilince; Osmanlı toprakları üzerinde önce gayrimüslim toplulukların açtıkları ve giderek yabancı devletlerin himayesi altına giren ve zamanla doğrudan yabancı devletler tarafından açılan okullar anlaşılmalıdır.”
“Yabancı Okul” olgusunun kökeni ise 1453 yılına İstanbul’un fethine kadar dayanmaktadır.
Fatih Sultan Mehmet, Anadolu ve Rumeli’nin değişik yerlerindeki yerleşim birimlerinde bulunan Lâtinler azınlığına kendisinden önce süregelen din ve vicdan serbestisini aynen tanımıştı.”
İstanbul’un fethi sırasında hemen teslim olan, üstelik yardım da eden Galata’da yerleşik Ceneviz topluluğuna “Galata Ahitnamesi” ile dini akîdelerini yerine getirme izni verilmişti ki, asıl üzerinde dikkatle durulması gereken nokta budur.
Çünkü geleneklerini sürdürebilmek, ibadetlerini yerine getirebilmek, dillerini unutmamak için kendilerine yardımcı olacak kişilerin yetiştirilmesi düşüncesiyle, din adamlarının eğitimi için açılan seminerler, verilen hakların geniş kapsamlı olarak ele alınıp suiistimal edilmesi ve Latinlerin çıkarları doğrultusunda yorumlanmasıyla amacını aşmıştı.” (Kaynak:Haydaroğlu)
Kuvvetli zamanında hiçbir olumsuzluk beklemediği bu eğitim birimlerinin gerçek anlamda okullar olarak her yönüyle teşkilatlanmasının üzerinde pek durmayan Osmanlı İmparatorluğu’nun bu tutumu, Batılı devletleri iştahlandırmıştı. Çünkü asıl politikaları, Müslüman olmayan toplulukları himayeleri ve hakimiyetleri altına almaktı.
Ermeni meselesinin en can alıcı noktasını Osmanlı Devleti’nin ekonomik ve yenilik bakımından Batıdan fersah fersah gerilemesi dönemiyle de ilişkilidir. Osmanlı’yı tasfiye için Batı her metodu kullanıyordu, gelişmeleri Osmanlı Devleti maalesef anlayıp karşı koyabilmekten uzaktı. Yrd. Doç. Dr. İlknur Haydaroğlu meseleyi temelinden ele alan bir çalışma yapmış.
Diyor ki; “Osmanlı İmparatorluğu topraklarında açılan yabancı okullar, tarihi bir sorun ve gelişme olup, eğitim faaliyeti arkasında gizlenen siyasi etkinlikler ocağıdır. “Okul kavramının çağrıştırdığı eğitim olgusu, ölçme-değerlendirme, başarı oranı, öğrenci kabulü gibi doğrudan eğitimle ilgili noktalar üzerinde değil yabancı eğitiminin ve kurumlarının tarihi süreç içerisindeki eğitim dışı faaliyetleri ile eğitimle birlikte topluma ve düzene yaptıkları etkiler konusunda yoğunlaşmak gerekir. Bunun için de önce yabancı okul kavramına açıklık getirmek yerinde olur.
“Yabancı Okul” denilince; Osmanlı toprakları üzerinde önce gayrimüslim toplulukların açtıkları ve giderek yabancı devletlerin himayesi altına giren ve zamanla doğrudan yabancı devletler tarafından açılan okullar anlaşılmalıdır.”
“Yabancı Okul” olgusunun kökeni ise 1453 yılına İstanbul’un fethine kadar dayanmaktadır.
Fatih Sultan Mehmet, Anadolu ve Rumeli’nin değişik yerlerindeki yerleşim birimlerinde bulunan Lâtinler azınlığına kendisinden önce süregelen din ve vicdan serbestisini aynen tanımıştı.”
İstanbul’un fethi sırasında hemen teslim olan, üstelik yardım da eden Galata’da yerleşik Ceneviz topluluğuna “Galata Ahitnamesi” ile dini akîdelerini yerine getirme izni verilmişti ki, asıl üzerinde dikkatle durulması gereken nokta budur.
Çünkü geleneklerini sürdürebilmek, ibadetlerini yerine getirebilmek, dillerini unutmamak için kendilerine yardımcı olacak kişilerin yetiştirilmesi düşüncesiyle, din adamlarının eğitimi için açılan seminerler, verilen hakların geniş kapsamlı olarak ele alınıp suiistimal edilmesi ve Latinlerin çıkarları doğrultusunda yorumlanmasıyla amacını aşmıştı.” (Kaynak:Haydaroğlu)
Kuvvetli zamanında hiçbir olumsuzluk beklemediği bu eğitim birimlerinin gerçek anlamda okullar olarak her yönüyle teşkilatlanmasının üzerinde pek durmayan Osmanlı İmparatorluğu’nun bu tutumu, Batılı devletleri iştahlandırmıştı. Çünkü asıl politikaları, Müslüman olmayan toplulukları himayeleri ve hakimiyetleri altına almaktı.