İnsanların her türlü yüzünü ve maskesini, hilesini ve riyasını, hikâyesini, masalını ve arada bir de oluşturdukları muhteşem destanları gördükten sonra onların kadın ya da erkek, siyah ya da beyaz, doğulu ya da batılı, Müslüman ya da Hıristiyan, zengin ya da yoksul, diplomalı ya da diplomasız, şık ya da salaş oluşlarını önemsememeye başladım.
Şimdi bana göre sadece üç tür insan var:
İyi de ne zaman yakınan, neden yakınan ve neyle baş edebilen insan?
Yani esas konu ne?...
Yaşamla ve yaşamın içindeki türlü engellerle, kötü olasılıklarla, el yapımı mutsuzluklarla, rastlantısal olmayan ve yüksek zekayla kurgulanan kötülükle, haksızlıklarla, başkalarının doymak bilmeyen egolarıyla baş edebilen ya da sürekli yakınan insan…
Ve tabii bir de bu ikisinin ortası var: Gücü, azmi, direnci sınırlı olanlar; baş etmeyi deneyen ama bir noktadan sonra yakınmaya başlayan insan…
Belki bu türün de kendi içinde dayanıklılık düzeyine göre kategorize edilmesi gerektiğini düşünebilirsiniz:
***
Fıkrayı işitmişsinizdir belki:
Temel ile Cemal, Amerika’ya gitmeye karar vermişler. Ama paraları yok, pasaportları yok; fıkra bu işte, yüzerek gidecekler.
İstanbul Sarayburnu’nda girmişler suya. Planları Marmara’dan Ege’ye, oradan Akdeniz, Cebelitarık, Golfstrim, Atlantik, Bermuda Şeytan Üçgeni derken doğu sahilinde New York’a ulaşmak…
Yüzmüşler, yüzmüşler, dere tepe düz yüzmüşler ve bir gece karşıdan New York’un ışıkları görünmüşken Temel su koyvermiş:
-Ula Cemal, uşağum, ben kesildum, döneyrum!
İşte ‘Tüh grubu’ insanlar fıkradaki Temel gibi insanlardır.
İşveren, çalışan, öğrenci, veli, ebeveyn, çocuk…
Her yerde, o kadar çok ki öyleleri…
Ve o kadar acıklı ki onların durumları…
Zafer sadece bir adım sonra gelecekken bunu ölçümleyemeyenler, hissedemeyenler, başarmak üzereyken bırakanlar…
***
Diğerlerinin durumları nasıl peki?
‘Daha ilk engelde yakınmaya başlayanlar’ çok fena! Çevrelerine yük öyleleri, bütün iyi işleri çürütenler, moral bozanlar, karamsarlığı çevrelerine virüs gibi bulaştıranlar.
Öylelerinin yanında maske takasım gelir…
‘Biraz daha direnenler’, onlar da eh işte!
Azıcık denemeleri onları saygınlaştırmıyor. Belki sadece kendi kendilerine ‘Denedim işte’ diyebilmelerinin yolunu açıyor. Bir nevi vicdan rahatlatma hesabı...
Ama öylelerine iyi bakın! Kimi kültürlenememiş, eğitim alamamış yeterince, yaşam becerileri zayıf.
Kimi de genetiksel kişilik zayıflığı taşıyor; el bebek-gül bebek büyütülmenin ten altında açtığı ve artık tedavi edilemeyecek yaralar, zayıf karakterler…
***
Bir de bu durumun çoğunluk-azınlık hesabı var tabii.
Peki bu üç tür insanın diğer üç alt grubun nüfus içindeki yoğunlukları nasıl?
Araştırmak gerekir elbette. Sosyoloji ve sosyometri bunun için var!
Ama madem henüz ilk cümlemde ‘Herkesin her türlü yüzünü ve maskesini gördüğümü’ iddia ettim, o halde sadece basit, subjektif bir ‘izlenim notu’ paylaşabilirim sizinle:
Bana göre toplumun neredeyse üçte ikisi ‘sürekli yakınanlardan’ oluşuyor. %60…
Başka bir deyişle çevrenizdeki üç kişiden ikisi sürekli yakınıyor…
Bir parçası olduğum harika akademik takımı tenzih ediyorum.
Her konuda, her şeyden yakınanlar, yakınmak için bahane arayanlar kuşatıyor sizi. Tabii siz de öyle biri değilseniz. İnsanlararası ilişkiler, uluslararası ilişkiler, küresel veya ulusal ekonomi, aile bütçesi, eğitim, spor, kültür, magazin ve tabii baş köşede daima politika… Elli yıl sonra unutulup gidecek fikirler, ideolojiler. Bunca alan içinde de her gün yakınılacak bir ayrıntı bulmak o kadar kolay ki…
Girişimde bulunmadan, çözüm aramadan, ilk adımı bile atmadan yakınmaya başlayanlar. Öyle ki çoğu zaman başkalarının yaşam hikâyelerindeki durumlar, koşullar ve mücadeleler için yakınanlar…
‘Denemeye ne gerek var, denesem zaten ben de aynı talihsizlikleri yaşarım’ diyenler…
Yine bana göre toplumun üçte birine yakını, %30 kadarı ‘önce bi’deneyen ama baş edemeyince yakınanlardan’ oluşuyor.
İşte şu ‘Bi’deniyimciler’ -az önce demiştim değil mi- genellikle dışsal motivasyonla, ödülle ve kışkırtmayla, bazen ikinci, üçüncü denemeyi de yapıyorlar:
Daha ilk engelde yakınmaya başlayanlar dışında epeyce direnenler ve işte tam da başarmak üzereyken yeniden yakınma moduna geçenler var.
Fıkraya dönmeyelim yine ama aynen öyle…
***
Elbette bu yazının yazılma gerekçesi, aslında en sondaki o özel grubu, üçüncü türdeki insanları, nüfusun bence en çok %10’unu oluşturan o inanılmaz insanları, dönüşümcüleri, dönüştürücüleri övmek ve yüceltmek:
Karşılaştıkları her sorunla ve engelle baş eden, hem de her defasında baş etmeyi başarabilen ve ‘Niye hep benim başıma geliyor?’ sorusunu akıllarına getirmeyen o inanılmaz insanlar…
Baş edemedikleri durumda da mücadeleyi sürdürerek baş edememiş durumuna hiç düşmeyen, zeki, dirençli, güçlü, insanlar…
Onlar için 715 kelimelik bir saygı duruşu…
Bu yazının yazılma amacı bu…
Diğerlerini yermek, küçümsemek, aşağılamak değil.
Ve yani demem o ki sevgili okurum:
Politika-yönetişim literatüründe nasıl ki liderler Dönüşümcü Lider (Transformasyonel lider) ve Sürdürümcü Lider (Transaksiyonel lider) diye türlere ayrılıyorsa bizler, lider olmayan sıradan insanlar da kararlılık-kararsızlık bağlamında; dönüşümcü, sürdürümcü ve sürdüremeyimci gibi türlere ayrılıyor olabiliriz. Muhtemelen…
Varsın kitaplar henüz böyle yazmasın, önemli olabilecek bir mevzu bu.
‘Bi’araştırmak’ lazım.
Şimdi bana göre sadece üç tür insan var:
- Sürekli ‘yakınan’
- Baş edemeyince ‘yakınan’
- Ve baş eden insan…
İyi de ne zaman yakınan, neden yakınan ve neyle baş edebilen insan?
Yani esas konu ne?...
Yaşamla ve yaşamın içindeki türlü engellerle, kötü olasılıklarla, el yapımı mutsuzluklarla, rastlantısal olmayan ve yüksek zekayla kurgulanan kötülükle, haksızlıklarla, başkalarının doymak bilmeyen egolarıyla baş edebilen ya da sürekli yakınan insan…
Ve tabii bir de bu ikisinin ortası var: Gücü, azmi, direnci sınırlı olanlar; baş etmeyi deneyen ama bir noktadan sonra yakınmaya başlayan insan…
Belki bu türün de kendi içinde dayanıklılık düzeyine göre kategorize edilmesi gerektiğini düşünebilirsiniz:
- Daha ilk engelde yakınmaya başlayanlar
- Biraz daha direnenler
- Ve tam başarmak üzereyken yakınma moduna geçenler, ‘Tüh’ grubu insanlar…
***
Fıkrayı işitmişsinizdir belki:
Temel ile Cemal, Amerika’ya gitmeye karar vermişler. Ama paraları yok, pasaportları yok; fıkra bu işte, yüzerek gidecekler.
İstanbul Sarayburnu’nda girmişler suya. Planları Marmara’dan Ege’ye, oradan Akdeniz, Cebelitarık, Golfstrim, Atlantik, Bermuda Şeytan Üçgeni derken doğu sahilinde New York’a ulaşmak…
Yüzmüşler, yüzmüşler, dere tepe düz yüzmüşler ve bir gece karşıdan New York’un ışıkları görünmüşken Temel su koyvermiş:
-Ula Cemal, uşağum, ben kesildum, döneyrum!
İşte ‘Tüh grubu’ insanlar fıkradaki Temel gibi insanlardır.
İşveren, çalışan, öğrenci, veli, ebeveyn, çocuk…
Her yerde, o kadar çok ki öyleleri…
Ve o kadar acıklı ki onların durumları…
Zafer sadece bir adım sonra gelecekken bunu ölçümleyemeyenler, hissedemeyenler, başarmak üzereyken bırakanlar…
***
Diğerlerinin durumları nasıl peki?
‘Daha ilk engelde yakınmaya başlayanlar’ çok fena! Çevrelerine yük öyleleri, bütün iyi işleri çürütenler, moral bozanlar, karamsarlığı çevrelerine virüs gibi bulaştıranlar.
Öylelerinin yanında maske takasım gelir…
‘Biraz daha direnenler’, onlar da eh işte!
Azıcık denemeleri onları saygınlaştırmıyor. Belki sadece kendi kendilerine ‘Denedim işte’ diyebilmelerinin yolunu açıyor. Bir nevi vicdan rahatlatma hesabı...
Ama öylelerine iyi bakın! Kimi kültürlenememiş, eğitim alamamış yeterince, yaşam becerileri zayıf.
Kimi de genetiksel kişilik zayıflığı taşıyor; el bebek-gül bebek büyütülmenin ten altında açtığı ve artık tedavi edilemeyecek yaralar, zayıf karakterler…
***
Bir de bu durumun çoğunluk-azınlık hesabı var tabii.
Peki bu üç tür insanın diğer üç alt grubun nüfus içindeki yoğunlukları nasıl?
Araştırmak gerekir elbette. Sosyoloji ve sosyometri bunun için var!
Ama madem henüz ilk cümlemde ‘Herkesin her türlü yüzünü ve maskesini gördüğümü’ iddia ettim, o halde sadece basit, subjektif bir ‘izlenim notu’ paylaşabilirim sizinle:
Bana göre toplumun neredeyse üçte ikisi ‘sürekli yakınanlardan’ oluşuyor. %60…
Başka bir deyişle çevrenizdeki üç kişiden ikisi sürekli yakınıyor…
Bir parçası olduğum harika akademik takımı tenzih ediyorum.
Her konuda, her şeyden yakınanlar, yakınmak için bahane arayanlar kuşatıyor sizi. Tabii siz de öyle biri değilseniz. İnsanlararası ilişkiler, uluslararası ilişkiler, küresel veya ulusal ekonomi, aile bütçesi, eğitim, spor, kültür, magazin ve tabii baş köşede daima politika… Elli yıl sonra unutulup gidecek fikirler, ideolojiler. Bunca alan içinde de her gün yakınılacak bir ayrıntı bulmak o kadar kolay ki…
Girişimde bulunmadan, çözüm aramadan, ilk adımı bile atmadan yakınmaya başlayanlar. Öyle ki çoğu zaman başkalarının yaşam hikâyelerindeki durumlar, koşullar ve mücadeleler için yakınanlar…
‘Denemeye ne gerek var, denesem zaten ben de aynı talihsizlikleri yaşarım’ diyenler…
Yine bana göre toplumun üçte birine yakını, %30 kadarı ‘önce bi’deneyen ama baş edemeyince yakınanlardan’ oluşuyor.
İşte şu ‘Bi’deniyimciler’ -az önce demiştim değil mi- genellikle dışsal motivasyonla, ödülle ve kışkırtmayla, bazen ikinci, üçüncü denemeyi de yapıyorlar:
Daha ilk engelde yakınmaya başlayanlar dışında epeyce direnenler ve işte tam da başarmak üzereyken yeniden yakınma moduna geçenler var.
Fıkraya dönmeyelim yine ama aynen öyle…
***
Elbette bu yazının yazılma gerekçesi, aslında en sondaki o özel grubu, üçüncü türdeki insanları, nüfusun bence en çok %10’unu oluşturan o inanılmaz insanları, dönüşümcüleri, dönüştürücüleri övmek ve yüceltmek:
Karşılaştıkları her sorunla ve engelle baş eden, hem de her defasında baş etmeyi başarabilen ve ‘Niye hep benim başıma geliyor?’ sorusunu akıllarına getirmeyen o inanılmaz insanlar…
Baş edemedikleri durumda da mücadeleyi sürdürerek baş edememiş durumuna hiç düşmeyen, zeki, dirençli, güçlü, insanlar…
Onlar için 715 kelimelik bir saygı duruşu…
Bu yazının yazılma amacı bu…
Diğerlerini yermek, küçümsemek, aşağılamak değil.
Ve yani demem o ki sevgili okurum:
Politika-yönetişim literatüründe nasıl ki liderler Dönüşümcü Lider (Transformasyonel lider) ve Sürdürümcü Lider (Transaksiyonel lider) diye türlere ayrılıyorsa bizler, lider olmayan sıradan insanlar da kararlılık-kararsızlık bağlamında; dönüşümcü, sürdürümcü ve sürdüremeyimci gibi türlere ayrılıyor olabiliriz. Muhtemelen…
Varsın kitaplar henüz böyle yazmasın, önemli olabilecek bir mevzu bu.
‘Bi’araştırmak’ lazım.