Çok kolay karıştırılabilen şeyler ‘üzüntü’ ve ‘öfke’...
İkisi de hayatımızda haddinden fazla yer kaplıyor. Belki de bu yoğun karşılaşma durumundan ötürü ikisini, daha doğrusu o iki duygunun ruhumuzdaki yankı ve etkilerini ayırt etmekte zorlanıyoruz.
Trafikte mesela...
Hem de aynı anda, aynı yerde, düşünün...
Trafik ışıklarının olduğu yerde dilenciliğe zorlanan küçük kız çocuğunu görüp üzülüyoruz, içimizi elem, keder, hüzün kaplıyor. Saniyeler sonra ise arkamızdaki aracın sürücüsü daha sarı ışık yanar yanmaz kornasına abanıyor, haliyle sinirleniyoruz. Hiddet, kızgınlık bir anda diğer duyguları yıkıp en öne geçiyor.
Tam bir sınır çizgisi yok. Değişim saniyeler içinde olsa da geçiş beyazdan siyaha bir milyon renk tonuyla oluyor sanki. O iki duygunun arasında neler var?
Başka anlar ve durumlar da oluyor böyle gün içinde. Hem de defalarca...
Facebook ne güzel ayırmış bu iki ruh hâlini, iki farklı emojiyle: Gözünden yaş damlayan yüzü tıklıyoruz ‘üzgün’ oluyoruz, net! Kızıla boyanmış suratı tıklıyoruz ‘kızgın’ oluyoruz. Yine mesajımız netleşiyor. Nokta!
Fakat sorun sadece ‘durumu netleştirme sorunu’ değil. Bu boyut çok önemli olsa da bunu izleyecek esas sorun kendi içimizde bu farklı duyguları doğru tahlil edip sonuçta ortaya koyacağımız davranışsal yankıyı, soyut ve somut tepkilerimizi -mümkünse eğer- kontrol altına alabilmek. Önemli olan bu!
Üzgünsek eğer; yıkılmadan doğrulabilmek için...
Ve eğer kızgınsak; dışımızdaki bazı şeyleri yakıp yıkmadan uygarca, insanca değiştirebilmek için...
Öyleyse yola çıkış noktamız önce bu iki duyguyu doğru ayırt edebilmek olmalı.
Ne zaman ‘üzgün’ oluyoruz, ne zaman ‘kızgın’?
Hakikaten önemli bir soru.
Yanıtlamayı deneyelim...
Bakalım üzgün ile kızgını ayırt edebilecek miyiz?
Biraz göreceli olmakla birlikte; ben, üzgün insanla kızgın insanı ayıran üç belirgin fark olduğunu düşünüyorum. Bunu gözlemledim şimdiye dek:
Üzgün insan, susmayı seçiyor çoğunlukla. Ya da alçak sesle konuşuyor. Genellikle yalnız kalmak istiyor...
Kızgın insan ise volkan gibi püskürmek istiyor. ‘İstiyor’ demeyelim; istem dışı, kontrolü yitirmiş olarak püskürüyor dışarıya. Kırıp döküyor genellikle. Kırıp dökecek yer arıyor.
Reaksiyon göstermek bazen iyidir fakat nasıl derler, bazen de ‘öfkeyle kalkan, yerine zararla oturtuyor’!
II.
Dikkatli bakın çevrenize: İnsan üzgünse, kolay kolay kimseyi hırpalamıyor. En çok ‘Neden, niye?’ deyip yutkunuyor. Üzüntü ve suskunluk, metanet içinde kolayca özeleştiriye evrilebiliyor.
Kızgın insan, çabucak yargılamaya ve suçlamaya geçiyor. Halbuki adaletli yargı, aynı zamanda sükûnet ister. Onun için işte kızgının ipiyle kuyuya inilmiyor...
III.
Üzüntü, merhameti doğuruyor.
Öfke ise intikam hırsını...
Ve yani olası sonuçları açısından bakınca ikisi arasında ‘varış noktası’ farklılığı olduğu kolayca görülebiliyor.
★★
Söyle peki, hayal kırıklığı yaşadığında sen neye dönüşüyorsun?
Üzüntü mü kaplıyor içini öfke mi?
Üzgün biri mi oluyorsun, kızgın biri mi?
...
Ben mi?..
Her seferinde öfkemi önce üzüntüye dönüştürmeye; sonra da ona ‘kontrolü olabildiği kadar benim elimde olan’ bir tepki doğurmaya çalışıyorum. Öyleyse hayal kırıklığı anında içimi -ilelnihaye- daha çok üzüntü kapladığını söylesem herhalde doğru teşhis olur.
Bkz: Johari Penceresi, (gizli alan) kişinin kendi hakkında bildikleri ama başkalarının -henüz- bilmedikleri...
*:Yazarımız Savaşkan İlmak’ın Ayarsız dergisi Ekim-2022 sayısındaki yazısından alıntılanmıştır.
İkisi de hayatımızda haddinden fazla yer kaplıyor. Belki de bu yoğun karşılaşma durumundan ötürü ikisini, daha doğrusu o iki duygunun ruhumuzdaki yankı ve etkilerini ayırt etmekte zorlanıyoruz.
Trafikte mesela...
Hem de aynı anda, aynı yerde, düşünün...
Trafik ışıklarının olduğu yerde dilenciliğe zorlanan küçük kız çocuğunu görüp üzülüyoruz, içimizi elem, keder, hüzün kaplıyor. Saniyeler sonra ise arkamızdaki aracın sürücüsü daha sarı ışık yanar yanmaz kornasına abanıyor, haliyle sinirleniyoruz. Hiddet, kızgınlık bir anda diğer duyguları yıkıp en öne geçiyor.
Tam bir sınır çizgisi yok. Değişim saniyeler içinde olsa da geçiş beyazdan siyaha bir milyon renk tonuyla oluyor sanki. O iki duygunun arasında neler var?
Başka anlar ve durumlar da oluyor böyle gün içinde. Hem de defalarca...
Facebook ne güzel ayırmış bu iki ruh hâlini, iki farklı emojiyle: Gözünden yaş damlayan yüzü tıklıyoruz ‘üzgün’ oluyoruz, net! Kızıla boyanmış suratı tıklıyoruz ‘kızgın’ oluyoruz. Yine mesajımız netleşiyor. Nokta!
Fakat sorun sadece ‘durumu netleştirme sorunu’ değil. Bu boyut çok önemli olsa da bunu izleyecek esas sorun kendi içimizde bu farklı duyguları doğru tahlil edip sonuçta ortaya koyacağımız davranışsal yankıyı, soyut ve somut tepkilerimizi -mümkünse eğer- kontrol altına alabilmek. Önemli olan bu!
Üzgünsek eğer; yıkılmadan doğrulabilmek için...
Ve eğer kızgınsak; dışımızdaki bazı şeyleri yakıp yıkmadan uygarca, insanca değiştirebilmek için...
Öyleyse yola çıkış noktamız önce bu iki duyguyu doğru ayırt edebilmek olmalı.
Ne zaman ‘üzgün’ oluyoruz, ne zaman ‘kızgın’?
Hakikaten önemli bir soru.
Yanıtlamayı deneyelim...
Bakalım üzgün ile kızgını ayırt edebilecek miyiz?
Biraz göreceli olmakla birlikte; ben, üzgün insanla kızgın insanı ayıran üç belirgin fark olduğunu düşünüyorum. Bunu gözlemledim şimdiye dek:
Üzgün insan, susmayı seçiyor çoğunlukla. Ya da alçak sesle konuşuyor. Genellikle yalnız kalmak istiyor...
Kızgın insan ise volkan gibi püskürmek istiyor. ‘İstiyor’ demeyelim; istem dışı, kontrolü yitirmiş olarak püskürüyor dışarıya. Kırıp döküyor genellikle. Kırıp dökecek yer arıyor.
Reaksiyon göstermek bazen iyidir fakat nasıl derler, bazen de ‘öfkeyle kalkan, yerine zararla oturtuyor’!
II.
Dikkatli bakın çevrenize: İnsan üzgünse, kolay kolay kimseyi hırpalamıyor. En çok ‘Neden, niye?’ deyip yutkunuyor. Üzüntü ve suskunluk, metanet içinde kolayca özeleştiriye evrilebiliyor.
Kızgın insan, çabucak yargılamaya ve suçlamaya geçiyor. Halbuki adaletli yargı, aynı zamanda sükûnet ister. Onun için işte kızgının ipiyle kuyuya inilmiyor...
III.
Üzüntü, merhameti doğuruyor.
Öfke ise intikam hırsını...
Ve yani olası sonuçları açısından bakınca ikisi arasında ‘varış noktası’ farklılığı olduğu kolayca görülebiliyor.
★★
Söyle peki, hayal kırıklığı yaşadığında sen neye dönüşüyorsun?
Üzüntü mü kaplıyor içini öfke mi?
Üzgün biri mi oluyorsun, kızgın biri mi?
...
Ben mi?..
Her seferinde öfkemi önce üzüntüye dönüştürmeye; sonra da ona ‘kontrolü olabildiği kadar benim elimde olan’ bir tepki doğurmaya çalışıyorum. Öyleyse hayal kırıklığı anında içimi -ilelnihaye- daha çok üzüntü kapladığını söylesem herhalde doğru teşhis olur.
Bkz: Johari Penceresi, (gizli alan) kişinin kendi hakkında bildikleri ama başkalarının -henüz- bilmedikleri...
*:Yazarımız Savaşkan İlmak’ın Ayarsız dergisi Ekim-2022 sayısındaki yazısından alıntılanmıştır.