Savaş… Hangi yönden baksan acı ve gözyaşı. Kazananı yoktur aslında savaşın. Üstünlük kuran dahi kaybetmiştir özünde. Ve bu kaybettiklerinin başında dönüşü olmayan bir felakete uğrayan çevre gelir. Zira savaşın çevreye etkileri sadece savaşın olduğu dönemle sınırlı olmayıp etkilerini çok uzun süre devam ettirmektedir. Şu an Filistin topraklarında da yaşanan tam olarak budur aslında.. Ölen her bir insanla berber çevre de adeta kan kaybediyor. İnsanlar soykırıma uğradığı gibi, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden Prof. Dr. Nesrin Algan hocamızın tabiri ile, çevre de savaşla birlikte bir ‘’çevrekırım’’ a uğruyor. Şu an İsrail’in Gazze’de kullanmış olduğu beyazfosfor aslında kimyasal bir silahtır. Oksijenle temas ettiği zaman yanmaya başlar. Yakıcılığı ve yıkıcı etkileri nedeniyle savaşlarda tercih sebebi olsa da fosfor bombası 1980 Konvansiyonel Silahlar Konvansiyonu kapsamına girmektedir. İnsan sağlığına ve çevreye verdiği ciddi zararlar nedeniyle yasaktır. Ve bu fosforun ulaştığı su kaynaklarına da büyük zararlar vermektedir. Toprakta da uzun süre kalan fosfor bitki örtüsüne tahminin ötesinde zarar vermektedir. Hal böyleyken kim savaşın kazananı olduğunu iddia edebilir. Daha önceki yazımda insancıl hukuktan bahsetmiş, savaşın da birtakım kuralları barındıran hukuku olduğunu anlatmıştım. İşte bu silah hukukunu çevre hukukundan ayrı düşünmemek gereklidir. Çevrenin düşmanca amaç güdülerek bir savaş aracı olarak görülmesi, savaşın çevre üzerindeki etkisidir. Denizlerde yapay dalgalar, yapay tsunamiler, yapay yağmurlar, yapay depremler yaratılması çevrenin nasıl bir savaş aracı olarak kullanıldığına birer örnek teşkil etmektedir. Hali hazırda Gazze’de kazılan tünellerin su ile doldurulması gündemde. Su kanallarının açılarak su baskını ve seller yaratılması da dolaylı olarak bir çevre felaketine davetiye çıkarmaktadır. Yukarıda beyaz fosforun kullanımının ne derece tehlikeli olduğundan bahsetmişken nükleer silahların kullanım ve etkilerine de değinmekte fayda var. Nükleer silahlar insanları yok etmekle kalmamakta, hayvanları, bitkileri yok etmekte ekosistemin değesini alt üst etmektedir. Aslında tüm bu etkileri içine alan yani çevrenin bir savaş aracı olarak kullanımı ENMOD(Askeri Amaçlarla ya da Daha Başka Düşmanca Amaçlarla Çevrenin Değiştirilmesi Tekniklerinin Kullanılmasına İlişkin Sözleşme) 20 devletin onaylaması ile 1978 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Ne var ki sözleşme anılan tekniklerin kullanılmasını yalnızca öteki taraf devlet bakımımdan yasaklamaktadır. Peki sözleşmeye taraf olmayan devletler bakımından durum ne olacaktır. Sözleşme bununla ilgili bir yasak getirmemektedir. Bu nedenle aslından herkese karşı ileri sürülecek bir hak olduğunu söyleyemeyiz. Ancak 1977 tarihli Cenevre I.Protokolü silahlı çatışmalarda çevrenin korunması gerektiği ile ilgili olarak doğal çevrenin korunmasına dikkat çekmektedir. Görüleceği üzere çevre hukukunu insancıl hukuktan ayrı düşünmemek gerekir. Savaş hukuku çevre hukukunu da içine almak da savaş öncesi, savaş sırası ve savaş sonrasında bir takım kurallar getirmektedir. Atatürk’ün kıymetli vecizesi ‘’Yurtta Sulh, Cihanda Sulh’’ sözü ne güzel özetliyor aslında.. Uluslararası bir barış çevre barışını da neden beraberinde getirmesin? Neden çevre değerleri uluslararası arenada tüm insanlığın ortak değeri kabul edilmesin? Evet gidecek başka bir dünyası olmayan insanoğlu çevrenin geleceği için neden barışçıl yöntemlere başvurmasın?
Sahi ya neden?