Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Erzurum dahil 5 şehrin hikâyesini anlattığı ‘Beş Şehir’ kitabından Erzurumla ilgili alıntılar yaptık...
İşte Ahmet Hamdi’nin kaleminden Erzurum...
***
Erzurum'a üç defa, ayrı ayrı yollardan gittim. Bu yolculukların birincisinde hemen hemen çocuk denecek bir yaştaydım. Balkan harbinin sonunda, iki felaketli muharebe arasındaki o kısa azaplı soluk alma yılının başında...........
O zamanın Erzurum'u, on yıl sonra 1923'te gördüğüm Erzurum'dan çok başkaydı. Her türlü kıyafette bir kabalığın çarşı pazarı doldurduğu, saraç, kuyumcu, bakırcı, dükkanlarıyla senede o kadar malın girip çıktığı hanlarıyla, ambarlarıyla, eşraf ve ayanı, esnafı, otuz sekiz medresesi, elli dört camisiyle, İran transitinin beslediği refahlı ve mâmur Erzurum'la on yıl sonra gördüğüm harap şehir arasında kolay kolay münasebet tasavvur edilemezdi..........
Bu sefer geldiğim Erzurum başka bir Erzurum'du. Ona Doğu Anadolu dağlarının eski bir şarap gibi zamanla takdis edilmiş, ruh besleyici uzletinden değil, dört Cihan Harbi yılının ve istiklal Savaşı'nın üstünden aşarak gelmiştim. Vakıa bu sefer de muhteşem bir tabiatın arasından geçmiştik; fakat ona, birinci seferde olduğu gibi, her şeyini yeni ve hârikulâde bulan bir ruhla değil sihrini bir yığın ızdırap tecrübesinin soldurduğu bir gözle bakıyordum. Ne Ziganalar'ın her dönemeçte bir kere daha şaşırtıcı olan güzelliği, ne Kop Dağı'nın ihtişamı beni peşinden sürüklemiyordu. Dekordan ziyade bu yerlerde birkaç yıl önce oynanmış kanlı oyunun tesiri altıdaydım...............
Bununla beraber, nüfusu altmış binden sekiz bine inen Erzurum Milli Mücadele'ye önayak olmuş, Ermenistan zaferini idrak etmiş, yavaş yavaş sağ kalan hemşerilerini toplamaya başlamıştı..................
1828 mağlubiyeti, 1876 felâketi ve daha önce birçok isyanlar muhakkak ki buraları gene sarsmıştı. Birincisinde yüz otuz iki bin olan nüfus, yüzbine inmişti. İkincisinde şehir kökünden sarsılmıştı. Fakat bu seferki yıkılış çok başka bir şeydi. Bu sefer ölüm, geride kendinden başka hiç bir canlı şey koymamak ister gibi, şehre saldırmıştı................
Gerçekte kaybolan şey, bütün bir hayat tarzı, bütün bir dünya idi...1855'te yüz binden fazla nüfuslu bir şehir olan Erzurum, bu gelişmesini bir iktisadi denklik üzerine kurmuştu. İran, ithalat ve ihracatının yandan fazlasını Trabzon Tebriz kervan yoluyla yapıyordu. İşte bu kervan yolu, Erzurum’u asırlar içinde eşrafıyla, ayanıyla, ulemasıyla, esnafıyla tanı bir şark ortaçağ şehri olarak kurmuştu. Bu transit yolunda her yıl otuz bin deve ve belki iki misli katır işliyordu. Bunlar Erzurum’dan geçiyor, Tebriz'den gelişinde, Trabzon' dan dönüşünde kumanyasını daima Erzurum’dan tedarik ediyor, hayvanını nallatıyor, at eğeri, yük semeri, nal, gem, ağızlık, hülasa her türlü eksiğini orada tamamlıyordu...........
1914'de, iki şey, Umumi Harp ve yeni zamanlar, bir arada gelmişti. Cevat Dursunoğlu'na, yeni transit yolu açıldığı zaman fırıncı Hasan adında bir Erzurumlu şöyle demiş:
-Efendi, eksiden kervan gelir, bütün kumanya burada düzer, şehre para dolardı. Şimdi yirmi katırın yükünü birden alan kamyon, sabahleyin Trabzon'dan kalkıyor akşama buraya geliyor. Şoför, inhısar'dan aldığı kırkdokuzluk bir rakı şişesini duvarda kırıp içiyor, yoluna devam ediyor.................
Eski Erzurum'da bu ticaret hayatı ve kervan yolu otuz iki san'atı beslerdi. Tabaklar, saraçlar, semerciler, dikiciler, çankçılar, mesçiler, kürkçüler, kevelciler, kunduracılar, kazazlar, arabacılar, keçeciler, çadırcılar, culfalar, ipçiler, demirciler, bakırcılar, kılıççılar, bıçakçılar, kuyumcular, sandıkçılar, kaşıkçılar tarakçılar, marancılar, boyacılar, dülgerler, yapıcılar, sabuncular, mumcular, takımcılar...
Defterdar Mehmed Paşa ile Erzurum’a gelen ve orada Gümrük katipliği yapan Evliya Çelebi, şehrin kapılarından bahsederken, yabancı tüccarların Gürcü kapısında oturduklarını söyler.
Hakirin katibe bulunduğum gümrük bundadır. Dört çevresinde Arap, Acem, Hint, Sint, Hatay, Hoten bezirganhaneler de vardır.
İstanbul ve İzmir gümrüğünden sonra en işlek gümrük bu Erzurum gümrüğüdür.
Zira tüccarına adalet ederler.
Bu dört satır eski dünyamızda Erzurum’un çehresini çizmeye kifayet eder. O, şarkın büyük ticaret ve transit şehirlerindendir.
Çelebi'yi Seyahatnamesinin yedinci cildinde o kadar coşturan Oyvar muharebesi hakkında izahat verirken maiyetinde bulunan Erzurumlu Abbas adında bir kahramandan bahseder........ Cevat Dursunoğlu'na bahseden Yalıya Kemal, Erzurum sokaklarından birine Oyvareri Abbas adının verilmesini tavsiye etmiş.
Güzel fikir.
Temenni ederiz ki Erzurumlular Gürcü kapısındaki sokaklardan birine de Evliya Çelebi'nin adını verirler...................
Mütareke yıllarında Ermeni meselesi dolayısıyle Erzurum'a gelmiş olan Amerikan heyetine o zamanın Belediye Reisi Zakir Bey'in verdiği cevabı kim hatırlamaz? Tercümana;
"- Dilmaç, bana bak. bu beyler uzun boylu anlatıyorlar. Ben kısa bir misalle Erzurum'da ekseriyet kimlerde idi, Generale anlatayım" diyerek Heyeti oturdukları evin penceresine götürmüş,
"- Bakın,” demiş, “şurada bütün şehri saran bir taşlık var. Onun da ortasında yirmide biri kadar duvarla çevrilmiş bir yer var. O büyük taşlık Müslüman mezarlığı, o küçüğü de Ermeni mezarlığıdır: bunlar kendi ölülerini yemediler yal".....................
Atatürk'ü İlk defa Erzurum'da gördüm. Onunla tek konuşmam da Erzurum Lisesi'nde oldu. İki gün evvel Kars kapısında bütün şehir halkı ile beraber karşıladığımız adam, liseye gelir gelmez beraberindeki huzuru mutad ziyaretin ardından adeta sıyrılarak aramıza girdi. Sakin, kibar, dalma dikkatli ve her şeye alakalıydı. O günü, Erzurum Lisesi’ndeki hocalara, talebelere, orada rastlayacaklarına vermişti. Yemeğe kalacaktı, fakat ikindi çayı içmeğe razı oldu. Yarım saatte gidecekti. Üç buçuk saat bizimle kaldı....................
Erzurum Lisesinin beyaz badanalı, tek kanepesi kırık muallimler odasında bana sorduğu suallere cevap verirken zihnim şüphesiz onunla çok doluydu. Anafartalar’dan Dumlupınar'a zaferden Cumhuriyetin ilanına kadar hayatınız birazda onun talihinin veya iradesinin kendi mahrekinde gelişmesi olmuştu.
Kışın geldiğini kürkçü müjdelermiş. Daha Kop Dağı'nın başı beyazlandığında, Palandöken sırtlan kaşlarını çatmadan önce, Erzincan'dan gelen siyah üzümlerin renginden, yaylaların üstünden cenuba doğru akan kuş sürülerinden vakti yaklaştığını anlayan tecrübeliler, kürkçüyü çağırırlarmış. Bu sefer gocuklar, samur, tilki, kurt postundan kürkler, tulumlar geniş selamlık sofralarında ortaya konur, gözlüklü ihtiyar kürk ustaları tığlarıyle onları düzeltir, eksiklerini tamamlarmış. Bu, Erzurum'un ikinci hayatının başlangıcı, sıcak sobanın, gümüş çay tepsisinde küçük bir şafak gibi gülen çayların, uzun sohbetlerin devridir................
Daha IV. Murad zamanında Erzurum'da top imalathanesi gibi bir işte kullanılan Çifte Minare, sadece kendi kendisi olmakla kalıyordu. Şüphesiz Çifte Minare, Sivas'ta ve daha aşağıdaki kardeşleriyle birlikte bir şaheserdir.
Üslup, taş yontuculuğu, abidevi duruş bakımından kendi nev'inin en güzel eserlerindendir. Onu Erzurum'un bir ucunda şehrin bütün yarısına hükmede ihtişamlı kapısıyla, minareleriyle, günün herhangi bir saatinde bir kere görüp te hayran olmamak kabil değildir. Onun gibi, Yakutiye'nin aydınlıkta topraktan henüz çıkarılmış bir eski zaman süsü gibi pırıl pırıl minaresinin daima muhayyileyi avlayan bir çekiciliği vardır......................
Erzurum Türk tarihine, Türk coğrafyasına 1945 metreden bakar. Şehrin macerası düşünülürse, bu yükseklik daima göz önünde tutulması gereken bir şey olur. Malazgirt Zaferi'nin açtığı gedikten yeni vatana giren cetlerimizin ilk fethettikleri büyük merkezi şehirlerden biridir. Tarihimizin ikinci dönüm yerinde, Milli Mücadele'nin ilk temeli gene Erzurum'da atılır. Her şeye rağmen hür, müstakil yaşamak iradesi ilkin bu kartal yuvasında kanatlanır. Atatürk, Erzurum'dan işe başlar. Tıpkı ilk fatihler gibi oradan Anadolu'nun içine doğru yürür; oradan başlayarak yurdumuzu, milletimizin tarihi haklan adına yeni baştan fethederiz.
Sanki vatana çatışından bakıyordum................
***
Başka söze gerek var mı bilemiyorum.