Malumu ilan edelim önce…
Bugün Mübarek Ramazan’ın dördüncü günü.
Yani…
Yüreği kavi müminlerin, bırakın haramı, Sahipleri öyle istedi diye, helale bile nazar-ı iltifatla bakmaya tenezzül etmedikleri gün.
Susuzluğu suyun gidermediğine…
Açlığı ekmeğin bitirmediğine…
Pak yaratılışlarını şehvete feda etmediklerine iman ettiklerini ilan ettikleri gün.
Yani…
İnsanın; insan olarak kalacağına dair açık ikrarını umuma tekraren manşetlerden duyurduğu gün…
Beden bilborduna kocaman ışıklı harflerle… Sözümün arkasındayım, Âlem-i Ervâh’ta ne dediysem o… diye yazıp hayatın en görünür yerine astığı günler bugün.
Biz daha beden elbiselerimize bürünüp, dünya sokaklarında oyun ve oyalanmaya başlamazdan çok önce vermiştik o sözü…
“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?”
“Elbette!”
İşte Ramazan, bedenlerimiz ruhumuzu kıskıvrak sarmalamadan önce verdiğimiz o sözün arkasında dimdik durduğumuzun, tekraren ikrarından başka nedir ki?
Yani…
Aç kalmak değildir Ramazan…
Susayıp, dil dışarda, göz saatte güneşin zevaline sabırsızlanmak hiç değildir…
Elimizle, gözümüzle, kalbimizle şehvetin izbelerinde yürüyüp, fiilen şehvete bulaşmamakla övünmek hiç ama hiç değildir Ramazan…
Yani…
İnsani bir duruş sergilemekten her cayışımızda, ilahi bir nasihat gibi, derlenip toparlanmamıza yeniden müsaade edilmesidir…
Acıkmanın ötesinde, acıkanları…
Susamak kastıyla susayanları…
Şehveti dizginlemek görüntüsünde azgınlığımızla zelil ettiklerimizi…
Bilmek ve bildiğinden yerin dibine geçerek vazgeçmek demektir Ramazan!
Yoksa…
Kuş sütü noksan sofraların başında zaman öldürmek…
Billur gibi suların gölgesinde sabırsızlıkla beklemek…
Şehvete kısa bir mola vermek değildir Ramazan!
Esasen nelere aç kaldığımızı bize göstermek için düzenlenmiş müthiş bir gösteridir aslında Ramazan…
Yalansız söze…
Kibirsiz gönle …
Haramsız kazanca…
İnfak edilmeye hazır mala…
Gıybetsiz sohbete…
Ne kadar da aç kaldığımızın delilidir Ramazan.
Aç kaldıklarınızla bezenmiş hayırlı iftarlar efendim!