“Ey can! Bu aşk, yağmur gibidir; biz de yapraklar ve otlar gibiyiz! Olabilir ki,
bir gün yağmur çayır çimene, yaprağa, ota yağar da onları yeşertir, geliştirir!”
Ferahlatıcı yağmurlarına bulut olsun diye gönlümüzün semalarına
nakşedilen dost Mevlâna’mızın Divan-ı Kebir’indeki iniltileriyle açalım istedik.
İyi mi yaptık ey can!
İyi mi ettik yaramızı kanatsın da ferahlık saçan yağmurları gözlerimizden akıtsın diye Mevlâna’yı sebep göstermeye…
Biz sebeplere bakar müsebbipleri hatırlarız, Elhamdülillah…
Mevlâna dahi bir zayıf sebepten başka nedir ki?
Çaresizliği netice olmamasından, kuvveti her şeyi hitama erdirenin yolunda bir ot gibi aciz olduğunu bilmesindendir…
Yağmuru konuşmak için geldik buraya ey can!
Yağmur bizi alıp başka bir illete havale ettiyse, bizim suçumuz ne?
Razı olan yağdırınca yağmuru, ot da nasibini alır gelişir çayır çimene karışır
elbet…
O, (insanlar) bütün ümitlerini yitirdikten sonra yağmuru indiren ve (bu
suretle) rahmetini sergileyendir; çünkü (insanların) koruyucusu yalnız O'dur,
hamd O'na mahsustur. Şura Suresi/28
Bütün ömrünü rahmetin sergi salonunda geçirdiğini bilmiyorsan, gidenler
tükettiklerindir…
Biliyorsan azalıyor sandıkların sana kalandır, kul olduğuna şükürde
kanaatkâr olma sakın.
Şimdi bir baran dökse bulutlar kim sevinmez?
Gelse başımıza konsa rahmet, kim başının ıslandığına vah eder?
Bereketi sürükleyip muhtaçlığımızın üzerine yağdırsa bulutlar, hangi bahtsız;
komşunun ekinlerini de parlatıyor diye kendi ziyanına taraf olur?
Kim istemez, başkalarının terütazesini de mis gibi kokutuyor diye ferahlık muştulayan rahmeti?
Nasipsizler istemez…
Enaniyeti boyunu aşmış olanlar…
Kibrinden başını bulutlara dikerek yürüyenler…
Yerleri titreteceğini sanarak adımlarını sertleştirenler istemez!
Hiç merak etmesinler yağmurun Sahibinden onlara da yağacak kâinat dolusu
helak var!
Üzerlerine (helak edici) yağmurlar yağdırdık; uyarıl(dıkları halde
uslanmay)anların maruz kaldığı yağmur, gerçekten, ne korkunçtur! Şuara Suresi/173
Biz, ferahlık saçan yağmurlarına talibiz ey Rabbimiz…
Biz, Senin yağmurlarına denk düşüp de yeşerip gelişmeyi ümit eden yapraklarız…
Biz, yağdırmasan kuruyacağımızı, giydirmesen donacağımızı, yedirmesen aç kalacağımızı bilir ve bütün çareleri tüketmişlerin özlemleri gibi arzularız seni.
Biz, başka yağmurlarda ıslanmak için çok debelendik ey Rabb’im ve başımız hep
yarıldı…
Bizi ferahlatacaklarına defalarca inandırdılar bizi, hep hüsran kaldı elimizde…
Sayelerinde en mutlu olacağımız günleri vadedip, hep kandırıldılar bizi…
Yıldık hepsinden Rabbim!
Bildik, Sana köle olmanın ne büyük özgürlük olduğunu…
Elbiselerimiz yırtık, yüzümüz kan revan, ellerimiz de kırılan umutlarımız;
kapına geldik…
Ferahlık veren bulutlarının getireceği rahmete çok muhtacız…Bir yağmur da Seni bilmekten aciz kulların için yağdır…
Sıyrılıp aksın üzerimizden kirlerimiz, acılarımız, kanayan yaralarımız…
Bir yağmur da bize lütfet Ey Hâkim!
Biliriz esirgemezsin kullarından rahmeti, onlar çorak topraklar gibi yaseminlere
düşman kesilseler de…
Söz madem Allah’ın Celaleddin kuluyla açıldı onunla nihayet bulsun bari…
“Sevgilinin bulutundan yağmur yağınca kumlarda bile yaseminler biter.
Güneşi parlayınca her yer güllük gülistanlık kesilir.